Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
“Hayatın olağan akışı içerisinde; insan olarak kendimizi çok güçlü zannederiz. Oysa gücümüzün yetmediği; her şeyi yapsak da başaramadığımız bir sürü olay yaşarız. Bu noktada işte ilahi kudretin varlığını unutmamak gerekir.”
Edebiyatı, edeb-i hayat olarak değerlendiren yazar Şeyma Kısakürek Sönmezocak ile yeni kitabı üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Şeyma Kısakürek Sönmezocak, “İçinde yaşadığımız zaman ve mekân ve topluma baktığımızda birçok şeyin açmaza sürüklendiğini görebiliyoruz. Bunları çözümleyebilmek yahut doğruyu ifade edebilmek; toplumla kurulacak sağlam bir zemin üzerinden olabilir. Bu da sanat ve edebiyattır.” diyor.
Yazmaya nasıl başladınız? Bir hikâyesi var mı?
Yazmaya küçük yaşlarda başladım. Önceleri benim için konuşmadan duygularımı aktarabildiğim; içimde ne varsa su gibi akıttığım bir meşgale idi. Zamanla daha çok zevk almaya başladım. Küçükken hissettiğim içimin boşalması duygusu, ileriki yaşlarda daha karışık bir meseleye dönüştü. Yazdıkça içim boşalmıyor, aksine daha fazla doluyordu. Bu da durmadan yazmamı tetikledi. Muhakkak ki okuduğum çok sayıda kitabın, romanın, araştırmanın, fikir eserlerinin de bunda katkısı büyüktür.
Son kitabınız “Saklambaç” hakkında neler söylemek istersiniz? Yazım aşaması ne zaman başladı ve bu süreç nasıl gelişim gösterdi?
“Saklambaç”ın kurgu tekniği itibarıyla yazımı uzun sürdü. Boşluk bırakmamak, karakterlerin dönüşümü, tebliğ değil ancak telkin etmeye çalıştığım meselelerin olaylara dökülüşü uzun sürdü.
“Saklambaç” kitabını kaleme alırken ana kaynağınız ne oldu? Bu kitapla okuru hangi duygusundan, hangi noktasından yakalamak istediniz?
Edebiyatla olan münasebetim itibarıyla yazarlar ve eserleri üzerinde sıkça çalışmalar, incelemeler yapıyorum. Okurların yazar tercihleri üzerine de çalışıyorum. Bu minvalde bakılınca; popüler kültürün önlerine sunduğu her şeyi hızlıca tüketen sıradan okuyucuyu kastetmiyorum belirteyim; okurlar, genel itibarıyla felsefik meselelerin edebiyatla buluştuğu çalışmalarda uzun vadeli talepkâr oluyorlar. Çünkü herkesin istisnasız herkesin sorguladığı, anlamaya, kavramaya çalıştığı meseleler bunlar.
OKUMAKTAN ZEVK ALDIĞIM ŞEKİLDE YAZMAYA MEYLEDİYORUM
Kurgusal tekniğin dışında; okuyucunun kendisini bulacağı, belki de yüksek sesle ifade etmeye cesareti olmadığı fikirleri bulacağı eserlerin daha etkili olduğuna inanıyorum. Ben de eser seçerken bunlara dikkat ediyorum. Hangi tür ve biçimde; roman yahut hikâye; muhteva yönünden okumaktan zevk aldığım şekilde yazmaya meylediyorum. Okumaktan ve hissetmekten en çok zevk aldığım meselelerin başında kader geldiği için bu kitapta da onu tartışmaya çalıştım.
“Saklambaç”, okurlarıyla konuşan, sorular sorarak onu kurmacaya dâhil eden bir roman. Kitabınızda okurlarınız ile yazım dilinizle geliştirdiğiniz iletişim çok kuvvetli. Kurduğunuz bu kuvvetli iletişimi sağlayan etken nedir? Sizce yazar ile okuyucu arasında yazım dili ile sağlanan iletişim nasıl olmalıdır?
Günümüzde özellikle modern çağ insanı olarak hızlı tüketmeye odaklandığımız; konsantrasyonlarımızın hızlıca zayıfladığı bu zamanda; özellikle sosyal medya üzerinde hâkim olan çağ insanının ağdalı bir dile tahammülü kalmadığı çok açık. Özellikle bir fikir üzerinde tartıştığınız vakit, zaten hâli hazırda tefekkür etmenin zahmet verdiği bu çağın şartları içinde; bir de dille okuyucuyu boğuşturmak, onu kaçırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Oysa ben okuyucumun kaçması yerine bu fikirleri benimle tartışmasını tercih ediyorum. Muhakkak ki zamanımızda kullanılan dilin yeterliliği tartışılmalı ve eksiklikleri gün yüzüne çıkarılmalı. Lakin bu; yeni emeklemeye başlayan bir çocuğu maratona sokmaya çalışmaya benzememeli. Nitekim toplumların eğilimleri ve oluşturulmaya çalışılan kırılmaları stratejik planlamalar ile düşünmeye kalktığımızda ortaya çıkacak sonucun geçliği; bir çocuk yetiştirmeye benzer. O hâlde çocuklarımızın kafalarına vurarak değil de nasıl onlara telkin etmeye çalışıyorsak bu yoldan vazgeçilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
YAZARIN PERSPEKTİFİNİ GÖRMEK
Romanın hemen başında bunun bir oyun olduğu ve bu oyunun bir kuralı olduğunu ifade ediyorsunuz? Böyle bir anlatım ve üslup seçmenizin sebebi neydi?
Artık okuyucuların da ellerine aldıkları eserlerin birer kurgu olduğunu, bu eserleri kaleme alan biri olduğunu anlamaları ve tüm kurmacalara ki bunlara sinema, dizi, edebiyat da dahil; bir müellifin perspektifinden çıkan ancak yorumlanmış ve hesaplanmış ifadelerle dolu olduğunu düşünerek yaklaşmaları gerekmekte. Bunu idrak eden okuyucu; tarih öğrenmek için dizi izlemeyecektir. Tarihi tarihçilerden öğrenip bir başka yazarın perspektifini görmek, muhakeme edebilmek için onu izleyecektir.
“Herkes kaderini tayin ettiğini sanırken hepimiz bir üst kurmacanın parçalarıyız. Kurmacada bize biçilen rollere farkında olmadan uyarız. Bir tiyatro oyunu gibi. Rollerimiz belli, sahneler belli.” “Saklambaç” kitabınızdan alıntıladığımız bu cümleyle okurunuza vermek istediğiniz düşünce nedir?
Hayatın olağan akışı içerisinde; insan olarak kendimizi çok güçlü zannederiz. Oysa gücümüzün yetmediği; her şeyi yapsak da başaramadığımız bir sürü olay yaşarız. Bu noktada işte ilahi kudretin varlığını unutmamak gerekir. Her vakit muhakkak ki aklımızda; lakin görünen o ki bu kadar hızlı yaşarken insanların geneli bunu atlıyor. Elbet; tevekkül edeceğiz. Çabalayacağız, sonrasında teslim olacağız. Ancak çabalama noktasında herkes o kadar hırslanıyor ki sonuç ortaya çıktığında hep kendine yöneliyor.
TOPLUMLA KURULACAK SAĞLAM BİR ZEMİN
İnsanın kendi kaderini tayin edemeyeceğini ama belirlediği kurmaca doğrultusunda varmak istediği noktaya varabileceğini mi söylüyorsunuz?
İşte tevekkül meselesi. İnsanın gerektiği gibi çabalamasını, uğraşmasını, ancak sonuç ne olursa olsun Rabbinden geldiğini bilmesini, bunu her adımında hatırlamasını söylüyorum.
Edebiyat alanında özel bir ilginiz ve çalışmalarınız var. Bu ilginizin ve çalışmalarınızın kaynağını oluşturan ana etken nedir?
Toplumları cemiyetlere dönüştüren yahut onları yok eden belli hususiyetler var. İçinde yaşadığımız zaman ve mekân ve topluma baktığımızda birçok şeyin açmaza sürüklendiğini görebiliyoruz. Bunları çözümleyebilmek yahut doğruyu ifade edebilmek; toplumla kurulacak sağlam bir zemin üzerinden olabilir. Bu da sanat ve edebiyattır. Edebiyat yahut sanat; sosyolojik, psikolojik yahut felsefî olarak insana ait her noktayı barındırır. Bu sebeple bu zeminin benim açımdan edebiyat olması daha doğru geliyor. Ben edebiyatı edeb-i hayat olarak değerlendiriyorum. Hayatın terbiyesi. İşte tam da bu noktada çok ihtiyacımız var.
Dedeniz Necip Fazıl Kısakürek’in edebi kimliğiniz ve üslubunuz üzerinde etkileri oldu mu? Olduysa bunlar nelerdir? Ondan en çok neyi öğrendiniz?
Edebi kimlik yahut üslup; tabii ki oldu. O; hep inandığı dava üzerinde toplumu şekillendirmeye gayret gösterdi. Onu diğer yazar ve şairlerden ayıran en önemli özelliği mütefekkirliğidir. Topluma bakar; yanlışı bulur, teşhisi koyar, tedaviyi yazar. Bu kuşatma, kavrayış ve izah etme en çok ahlaka temas etmiş. Cemiyete dair ne varsa tek tek ele almış. Ondan etkilenmek bu mudur bilmiyorum ama ben de bunun doğruluğuna şüphe götürmez bir şekilde inanıyorum. Ahlak yoksunluğu, çöküşü herkesin ağzında, ancak herkes fısıltıyla konuşuyor.
YAŞANAN HER OLAYIN ARKASINDAKİNİ SEZMEK
Yazmak ve edebiyat dışındaki ilgi alanlarınız nelerdir?
Edebiyat dışında pek bir şey yok aslında. Sinema var; o da edebiyatın bir yansıması.
Türk veya yabancı yazarlar içerisinde sizi yazar olmaya teşvik eden yazar/yazarlar var mı?
Teşvik etme diyemem ama okuduğumda kafasına, dehasına, düşünme biçimine hayran olduğum yazarlar var. Perec, P. Auster, Murakami yabancılar içerisindeki isimler.
Sizi yazarken en üretken yapan duygu nedir?
Görünen yahut yaşanan her olayın arkasındakini sezmek, bilinmeyeni aramak, meselelerin sonrasını kavramak duygusu denilebilir.
Yakın zamanda hayata geçirmeyi düşündüğünüz bir projeniz veya yeni bir kitap çalışması var mı?
Evet; başka bir kitap üzerinde çalışıyorum.
Ne tür eserler okumayı seversiniz? Bir başucu kitabınız var mı?
Genel itibarıyla okuyucusunun sezişine, aklına, güvenen eserleri tercih ediyorum. Her fikri yahut meseleyi kafamıza vura vura gözümün önüne koyan yahut hiçbir mesele fikir barındırmayan, bir kelam etmeyen eserleri tercih etmem.
Yakın zamanda okuduğunuz ve okurlarımıza tavsiyede bulunabileceğiniz kitaplar var mı?
Hasan Ali Toptaş’ın son çıkan “Beni Kör Kuyularda” kitabını okuyorum.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı