Hülya Yazıcı: Sanatçı, özel bir anlatım gücüne erişmiş insandır

Merjam Yazar: Merjam 24 Ekim 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

''Güzel düşünmeyi de içine alan geniş bir kavram olarak güzelin, çevre bilincimizden giyinmemize, konuşmamıza ve davranış biçimimize yansıması lazım. Sanatla yaşamak, sanatlı yaşamak denen şey bu. Bu, toplumun en çok uzak kaldığı ve çok ihtiyaç duyduğu şeydir.''

Hülya Yazıcı: Sanatçı, özel bir anlatım gücüne erişmiş insandır

 

Tolstoy “Sanatın gerçekçi ve yararlı olabilmesi için, uhrevi, milli, dini ve ahlaki özellikler taşıması gerekir.” der. Bu tanımlara uyan bir ressam Hülya Yazıcı. Resim sanatının yok sayıldığı ve görmezden gelindiği bir dönemde resim yapmaya başlayan Yazıcı, kendi deyimiyle 17 yıldır “İğneyle kuyu kazıyor.” Sanatçı geçtiğimiz yıllarda kıssalardan yola çıkarak yaptığı “Miraç” ve “Hicret” resimleriyle muhafazakâr çevrelerce eleştirilmişti. O ise sanat yolculuğunu “Ne camiye ne de kiliseye yaranabildim” diyerek özetliyor. Bağımsız Sanat Derneği’nin kurucusu ve başkanı olan Hülya Yazıcı ile mücadelesini, resim sanatını konuştuk.

 

 

Malum ülkemizde sanat yapmak zor, özellikle plastik sanatları ‘Müslüman’ kimlikle yapmak daha da zor. Siz nasıl karar verdiniz?

 

İnsandaki sanatsal yetenek ve estetik algının ontolojik olduğuna inanıyorum. Düşünebilen bir varlık olan insan, kendini keşfetme sürecinde aynı zamanda yaradılış kodlarına göre davranarak yaşadığı toplumu imar etme, medeniyet bilinci oluşturma gayreti içindedir. Benim de kendi kişilik özelliklerimi keşfetmem zor olmadı, çünkü her şey kendiliğinden gelişiyor siz gayret gösterdiğinizde. Doğaya olan yakınlığım, meraklı ve gözlemci bir kişiliğe sahip olmam sebebiyle oyunlarımı kurgularken bile var olanı tanıma heyecanı duyduğumu ve yeni bir şeyler ortaya çıkarmak üzere tasarımlar yaptığımı hatırlıyorum.

 

Ortaokulda Ressam Cuma Ocaklı resim öğretmenimdi. 6 öğrencisine okulda bir atölye imkânı sağlamıştı. Öğlen tatillerimi burada resim yaparak geçirmeye başlamıştım. Liseden sonra Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümünde devam ettim. Akademide canlı modelden desen çalışmak şarttı. Ailem çok muhafazakâr bir yapıya sahip değildi, bu durumu anlattığımda olumsuz bir tepki almadım. Ancak önceleri yadırgadığım bu durum giderek olağanlaşsa da diğer taraftan bu normalleşme süreci benim ruhumda bir şeyleri huzursuz etmeye başlamıştı.

 

 

Bu sizde zamanla ortaya çıkan ‘huzursuzluk’ ve inancınız resim sanatıyla ilişkinizi nasıl şekillendirdi?

 

Seksenler aslında bizim toplumumuz için çok önemli bir dönemeçti diyebilirim. İç savaşın eşiğine getirilmiş ülkemiz sert bir ihtilalle kontrol altına alınarak olması gereken yere, üçüncü dünya ülkeleri adı verilen seviyeye çekilmişti. Dini inançlar, aidiyet ve kimlikle ilgili ötekileştirmelerin, toplumun hızlı bir şekilde ayrışmasına sebep olacak uygulamaların başlatıldığı travmatik bir dönemden geçiyorduk ve uygulanan bu insan haklarına aykırı utanç verici kurallara karşı bu dönemde tesettüre girerek direnmeyi seçtim.

 

Sanatın ontolojisinden söz edebileceğimiz gibi aslında iman etmenin, hakikati arama çabasının da ontolojik tarafının önemli olduğuna inanıyorum. Esasen sanata olan ilgimden sonra kendimde keşfettiğim en önemli yanım ilahi vahyin insanı olgunlaştırmaya ve insan olma yolundaki evrimini tamamlamaya ya da geliştirmeye yönelik etkisi. Yaradılış özelliklerim; sanatçılara özgü sezgisel derin görüş, bu yolda bana yol açıcı oldu diyebilirim.

 

 

Ne Camiye Ne De Kiliseye Yaranabildim

 

 

İçinde bulunduğunuz sanat camiası veya çevreniz tarafından ötekileştirildiniz mi?

 

Sanat zaten somut bir karşılığı olmayan, zorlu ve çileli bir yoldur. Sizde bu konuda iyi bir donanım olsa bile bunu ortaya çıkarabilmeniz veya hayatınızı sanatla idame ettirebilmeniz hem maddi ve hem de manevi açıdan çok zor… İnançlı, özverili bir kararlılık istiyor. Benimki çok daha zor oldu çünkü “ne camiye ne de kiliseye” yaranabildim. Bir tarafta alabildiğine bir sözde özgürlük alanı, diğer tarafta hiç sorgulanmamış yasaklar, kısıtlanmalar.

 

İlk zamanlar bu sorgulanmamış yasaklar alanıyla ilgili çekincelerim bende de vardı diyebilirim çünkü o dönemde henüz dini kuralları öğrenmeye yeni başlamıştım ve Kur’an-ı Kerim meali okuyordum.

 

 

Örtülü müydünüz?

 

Aslında tam da örtülü değildim ama denemeler yapıyordum. O yıllarda zaten güzel sanatlarda hiç başörtülü öğrenci yoktu. Hızlı bir öğrenme dönemine girmiştim; bu yeni bilgiler bende çelişkiler yaratıyordu. Diğer taraftan hakları gaspedilen genç kızların yanında olmam gerektiğine inanıyordum. Ülkemizde özellikle plastik sanat eğitimi veren okullarda tek-tipçilik ve hegemonik bir yapı hâkim. İnancın yansıması olan başörtüsü çok da hoş karşılanmıyor… Sanat eğitimi veren bir okulun tutucu bir yapıya sahip olması düşündürücüdür.

 

Ben ikinci sınıftayken iki tesettürlü öğrencinin mimarlık bölümüne girdiğini görmüştüm. Çok duygulanmış, hemen onların yanına gidip tanışmıştım. O arkadaşlar, yüksek mimarlık bölümünü çok iyi bir puanla kazandıkları halde ancak bir yıl kadar okulda kalabildiler. Çok başarılı olmalarına rağmen okuldan uzaklaştırıldılar. Bir taraftan sınırsız bir özgürlüğü savunacaksınız, diğer taraftan sizin gibi düşünmeyenleri bu alandan dışlayacaksınız. Bu son derece bağnaz bir tutumdur.

 

 

Az önce “Ne camiye ne de kiliseye yaranabildim” derken ne demek istediniz?

 

Şu an bir sanat vakfı ve sanat galerisini yönetiyorum ve burada çeşitli çevrelerden farklı düşüncelere, dünya görüşlerine sahip sanatçıların sergilerine ev sahipliği yapıyoruz. Vaktiyle karşılaştığım sıkıntıları sanatçılara yaşatmamaya çalışıyorum; sergilenen eserlerin nitelikli olmasına, bayağı olmamasına dikkat ediyorum. Her galeri mutlaka bir takım ilkeler ve sanat anlayışı çerçevesinde hareket eder; biz de dikkat etmeğe çalışıyoruz.

 

Aslında sorunuzun yanıtı şu, evet ülkemizde başörtülü ya da dindar bir insanın çağdaş sanatla ilgilenmesi, hâlâ, kendi dünya görüşleri etrafında tekelleşen insanlara normal gelmiyor. Diğer taraftan benim gibi birinin bu tür bir sanatla ilgileniyor olması muhafazakâr kesimin de hâlâ algısına sığabilmiş değil. Yaşadığım zorluklar bununla ilgili. Bunu aşabilmek için çabalıyorum.

 

 

Tasvir Yasağının Nedeni Tapınmayı Önlemek

 

 

Miraç tablonuz nedeniyle eleştirilmiştiniz…

 

30 yıl önce açtığım sergilerde “Miraç “eserim vardı. 90’larda aynı dönemde Erol Akyavaş da Miraç resimleri yapıyordu. Fakat ben ilk sergilememde Müslüman basın tarafından eleştiriler almıştım, Miraç ve Peygamber Efendimiz resmedilir mi düşüncesiyle. Kullandığım dil tamamen sembolik olmasına ve imgesel bir dil kullanmış olmama rağmen… Sünni gelenekte bu tutuculuk hâkim olsa da Şia dünyasında peygamber tasvirleri yapılmış. Benim maksadım tamamen bunların dışında, bakanın zihninde bu hadiseyi hatırlatacak tamamen soyut bir ifade ile bir iz bırakmaktı.

 

 

‘Miraç’ ve ‘Hicret’ başta olmak üzere çeşitli peygamber mucizelerini resmettiniz. İslam’da tasvir konusu yıllarca sanata olan bakışımızı da yönlendirdi. Stilize edilmiş bir sanat anlayışı ortaya çıktı. Tasvir konusuna yaklaşımınız nedir?

 

Bütün semavi dinlerde tasvirle ilgili bir yasak söz konusu olmuştur. Mantıklı bir açıklaması da var elbet. Tekrar çok tanrılı dinlere dönülmemesi, yani putperestliğin önlenmesi için alınmış bir önlem. Hristiyan dünyası bunu Rönesans ile aştı. Musevilik yasağa riayet etme konusunda çok dikkatli davranmakla birlikte onun yerine geçebilecek başka özgün bir şey ortaya koyamadı. İslam dünyası ise yazıyı bir sanat haline getirerek ve geometrik formlardan yola çıkarak ilahi yasalara, tevhid düşüncesine, felsefi ve sanatsal açılımlar kazandırmıştır.

 

İslam dünyasında suretin yasaklanmasının en temel sebebi, Hz. Peygamberin (sav) tasvirlerinin yapılarak zamanla tapınma aracı olmasını önlemeye yöneliktir, diye düşünüyorum. Yoksa bu suretler dünyasında nereye baksanız bir suret görürsünüz, aynaya baksanız kendi aksinizi, en basit örnekle. Bugünün artık fotoğraf çektiren, evlerinin içindeki TV ekranlarından ve akıllı telefonlardan her an muhatap olduğumuz suretleri temaşa eden çağın Müslümanlarının, hâlâ tasvir yasağını konuşmaktan imtina etmesi manidardır.

 

Yoğun olarak resim yaptığım ve bir üslup arayışı içinde olduğum 90’lı yıllarda, dini-mitolojik temalardan etkilenerek bir seri oluşturdum. Bu seride Miraç, Hira, Kâbe, Tur ve Musa, Kuyuda Yusuf, Kutsal su gibi, aslında çok da sergilemediğim resimler yaptım. Sanat çok zengin bir dil, kelimeleri imgeler olan. Sanatın bu bütün insanlığı muhatap alan evrensel dili insanlar arasında çok önemli etkileşimler kurabiliyor. Bu yüzden ben soyut sembolik ve mesajı güçlü bir aktarımı tercih ediyorum.

 

 

Yasaklar sanat üretimini engelliyor mu?

 

Esasen sanatçıyı yasaklarla frenlemek, üretimini durdurmak mümkün değildir. Bu nedenle yasaklar her zaman yeni bir çıkış yolu bulmanıza sebep olur, hayal gücünüzün sınırlarını zorlamanıza yol açar, nihayet İslâm’ın sanatı da buradan doğmuştur.

 

 

Sanatta Sonsuz Özgürlüğe İnanmıyorum

 

 

Sanat camiasında panoramik bakış yoksunluğu var. Resim camiasında lobicilik var mı?

 

Sanatsal iktidar soldadır algısı bütün dünyada mevcut. Ancak bizim ülkemizde biraz daha katı ve tutucu bir anlayış var. Sebebi de sanatın insanlara sonsuz bir özgürlük alanı sağlamasının gerekliliği konusundaki tutucu yaklaşım. Dini inancıyla ilgili kuralları olanların, bu kurallar yalnızca kendisini bağlasa da buradaki tekelleşmeyi kırabilmesi oldukça zor. Önyargılar dolayısıyla bu doğrultuda bir tekelleşme hâkim.

 

Biraz önce insanın mutlak sınırlarından söz etmiştik. Bana göre insan için gerçek özgürlük alanı tinsel, düşünsel bir alandır. İnsanı maddilikten kurtarır, zihinsel ilerleme ve keşifle ilgili olmakla birlikte deneyseldir. Nesnellik olmazsa olmazı değildir. Zaten sanat, niceliksel olanın niteliksel olana dönüşümüdür, diyoruz özetle. Dolayısıyla bu özgürlük alanlarını kısıtlayan şey, insanların inançlarıyla da ilgilidir. İnanan bir insanın cinsel içerikli bir eseri topluma sunması doğru karşılanmaz. Batılı düşünürlerden de aslında bu konuya eleştirel bakanlar var. Örneğin, Charles Demuth, sanat eserinin bütünlüğünü tehdit ettiği gerekçesiyle cinsellik meselesine fazla önem verilmesini doğru bulmuyor.

 

 

18. Yy’a Kadar Sanat İlahi Vahyi Anlatma Aracıdır

 

 

Sanatta özgürlük nerede başlar, nerede biter? Sanat hudutsuz özgürlük aracı mıdır?

 

18. yüzyıla kadar sanat, ilahi vahyi insanlara anlatmak, onları daha derinden etkilemek için en önemli araç olmuştur, müzik de buna dâhil. Ancak 18 yüzyıl Batı aydınlanması ile birlikte sanatta bireysellik öne çıkartılmış. Sanatta özgürlük de bu dönemde konuşulmaya başlanmış ilk kez.

 

İnsanın yeryüzünde en önemli arayışlarından biri özgürlük arayışıdır. Ben yeryüzünde sonsuz bir özgürlüğün var olmayacağına inanıyorum. Dikkatle baktığınızda her şeyde bir sınırlama ve ölçü var. Parmak izlerimiz bizi ele veriyor, atmosferin dışında yaşamamız mümkün değil çünkü orası başka bir varlık alanı, kısaca insan ne olduğunu, haddini bilmeli, ondan bekleneni yapmalı. Yaşadığı topluma, insanlığa güzel bir şekilde katkıda bulunmalı yaşamı süresince, iyilik yapmalı ve kötülüğe engel olmalı. Çünkü bizim özgürlük beklentimiz başka birinin özgürlüğünü kısıtlamak anlamına gelebilir.

 

İlk çağ filozoflarının sanat ve düşünme biçimlerini hâlâ çok önemsiyorum. Sanatın bireyden topluma yansıdığını ve sonuçta toplumsal etkilere yol açtığını düşünürsek sanatın başlangıcı olan estetiğin en önemli sorunu olan güzelin, iyi, faydalı gibi toplumsal değerlerle de desteklenmesi gerektiğini ortaya koymuşlar, bu çok önemli.

 

 

Kısıtlamalar Üretimi Arttırır

 

 

O yüzden mi kavramsal sanata geçiş yaptınız?

 

Elbette toplumsal sorunları irdelediği, çözüm odaklı bakmayı önerdiği için güncel sanat yapıyorum. Sanatçı özel bir anlatım gücüne erişmiş insandır. Zaten yapılmış olanı tekrar etmekse zanaatçılıkla ilgilidir. Sanatçı daima kendi coğrafyasından, geleneğinden veya toplumsal özelliklerinden beslenerek kurar bu evrensel dili ve ortaya çıkan şey bütün insanlığın ortak mirasıdır.

 

Nietzsche “Sanat yaşamın önemli uyarıcısıdır, onu amaçsız, ereksiz, sanat için sanat olarak nasıl anlayabiliriz” der. Ben de aynı şekilde düşünüyorum. Estetik kaygının da önüne geçebilen, ancak yine güzel görme, güzel davranma, doğru düşünmeye yönlendirme bilinci kazandırma gibi. Kavramın, oluşturulan temanın ön planda olduğu bir sanat tarzından bahsediyorum. Sanat hayatımızın içinde aktif olarak var olmadığı sürece insan olma çabamız hep yarım kalacak gibi. Güzel düşünmeyi de içine alan geniş bir kavram olarak güzelin, çevre bilincimizden giyinmemize, konuşmamıza ve davranış biçimimize yansıması lazım. Sanatla yaşamak sanatlı yaşamak denen şey bu. Bu, toplumun en çok uzak kaldığı ve çok ihtiyaç duyduğu şeydir.

 

 

Sanatla yaşıyoruz beki ama sanatlı yaşamıyoruz pek. Bu kopuşun sebebi ne?

 

Cumhuriyet sonrası geleneksel sanatın yok sayılması, muhafazakâr kesimin figüratif Batı sanat anlayışından çekinceleri olduğu için uzak kalmaları, onların bu alandan tamamen çekilmelerine yol açtı. Bu uzaklaşma toplumda telafisi çok zor bir eksiklik ve yoksunlaşmaya sebep oldu.

 

 

“Yaşadığımız çağın sanatı da her sanat dalı gibi İslâm’ı anlatabilmeli” diyorsunuz.

 

Resim sanatı ile uğraşanların İslâmiyet’ten ödün verdikleri düşünülüyor. Veya çekincelerden ötürü Müslümanların iyi resim ortaya koyamayacakları düşüncesi hâkim… Hiç katılmıyorum. Çünkü kısıtlamalar insanı her zaman daha iyi şeylere yönlendiriyor. Bir yerden bir çıkarım yapmaya çalışıyorsunuz, bu sizi çok daha iyi bir açılım yapmaya yönlendiriyor.

 

 

Resim sanatında Müslümanların geri kalması tasvir yasağının ötesinde bir durum değil mi?

 

Dini çekinceler fakat çok da anlamsız çekinceler. İnsanlar bu konuyu şimdiye dek adamakıllı konuşmamışlar. Tanzimat’tan sonra zaten biz kendi sanatımızı Batılılara tanıtma derdine düşmedik. Fatih, Bellini’ye portresini yaptırdı. Son dönem padişahlardan bir kısmı klasik Batı resmi tarzında resimler yaptılar. Oryantalizm etkisiyle yabancı sanatçılar kendi hayal güçlerini kullanarak Doğu’yu anlatmaya çalıştılar. Cumhuriyet döneminde ise tamamen yüzümüzü batıya dönerek adapte olmaya çalıştık.

 

 

Anadolu Selçuklu Mirası Projesi

 

 

Osmanlı’dan bugüne Türk resmi ne kadar “Yerli ve milli” olabildi?

 

Türk resminden hâlâ bahsedemiyoruz. Batı bize bu anlamda bir değer vermiyor. Kendi içimizde böyle şeyler oluşturabildik mi acaba bu konuda hemfikir değiliz. Çünkü bunun en önemli sebebi o sürecin kesintiye uğramış olması. Kültür ve medeniyet olgusu bir süreç ister. Bu, bugün oluşabilecek bir şey değil. Türk resmi dendiğinde Selçukluların öncesine gidilmesi gerekiyor.

 

Bir yıldır Bağımsız Sanat Vakfı’nda bir sanat ve eğitim faaliyeti sürdürüyoruz. Süreli sergiler yapıyoruz. 6 aydır Kültür Bakanlığı ile ortak bir proje gerçekleştirdik, bu projenin amacı tamamen bizim kendi köklerimize, kültürümüze görsel bir kazı yapabilmek. Buradan bir sanat anlayışı çıkarabilmek için uğraşıyoruz. Bu projede sanat tarihi ve güzel sanatlardan mezun 40 öğrencilere teorik bilgiler verdik. Ardından, Konya, Kayseri, Tokat, Amasya ve Sivas’ta Selçuklu sanatını görmelerini sağladık. Teorik bilgiden sonra öğrencinin görerek müşahede etmesi onlara çok fazla şey katıyor. “Anadolu Selçuklu Mirası Güncel İmgeler Projesi” kapsamında bir sergi, bir kitap, sempozyum ve bir film projesi gerçekleştirdik. Buradan yeni bir şey ortaya çıkarabilmek adına bir alt yapı oluşturmaya çalışıyoruz.

 

 

Yerlilik düşüncesiyle sanat yapan ressamlar yok mu?

 

O dönemde de Batı’ya gidip orada aslında kendi köklerini yaşatmaya çalışan, sanattan anlayan sanatçılarımız oldu. Mesela Bedri Rahmi Eyüpoğlu folklorik öğelere bu şekilde yöneldi. Bunların içinde benim çok değer verdiğim Abidin Elderoğlu, Erol Akyavaş gibi sanatçılar da var. Hâlâ dünyada bir Türk resminin etkisinden bahsetmemiz pek mümkün görünmüyor ne yazık ki.

 

 

İğneyle Kuyu Kazıyorum

 

 

Kendinize bu anlamda bir sansür uyguluyor musunuz?

 

Hayır, ben kendime sansür uyguladığımı düşünmüyorum. Çünkü zaten benim bütün muhayyilemi kaplayan şey aslında, hakikatin bilgisinden insanın ulaşmasına imkân olanın peşinden koşmaktır. Varlıktaki bilgiyi kavramaya çalışıyorum. İpek böceği bu konuda en önemli bulgumdur. Bende olanı göstermeyi, paylaşmayı değerli buluyorum.

 

 

Sanat duruşunuzu nasıl betimliyorsunuz?

 

Satış amaçlı çalışmayı hiç hedeflemedim diyebilirim. İdealistim bu anlamda. Sanat toplum içindir, bireyde gelişir ancak topluma yansır ve toplumu değiştirme, geliştirme gücüne sahiptir diye düşünüyorum. Sanat alanında bir varlık ve değişim gerçekleştirebilmek için hayatım iğneyle kuyu kazmakla geçti, kuyuyu suya ulaşacak kadar yeterince derin kazabildim mi bilemiyorum ama suya az da olsa yaklaştığımı düşünüyorum.

 

 

Trienal fikri de bu gayelerle mi doğdu?

 

10 önce kurduğum Bağımsız Sanat Derneği’nde birkaç arkadaşımla birlikte güncel sanat etkinliği olan İstanbul Trienali’ni yapmaya başladık. Uluslararası bir etkinliğe dönüşen bu çalışmamız önümüzdeki yıl dördüncü kez gerçekleşecek inşallah. Çok sınırlı imkânlarla böyle kapsamlı ve nitelikli bir etkinlik yapmak, bizim için imkânsızı gerçekleştirmek gibi bir şeydi. Çünkü uzman bir ekiple çalışmak yerine pek çok şeyi az sayıda arkadaşımla üstlendik ve bu şekilde devam ediyoruz.

 

 

Bienal ile trienal arasında fark nedir?

 

İkisi de düşüncenin, felsefenin ön planda olduğu sanat alanı. Bir küratör tarafından belirlenen tema etrafında farklı sanat disiplinlerinin bir araya gelerek ortaklaşa yaptıkları küresel büyük çaplı etkinlikler. Kavramın ve düşüncenin ön planda olduğu etkinlikler bütünü. Bienal iki yılda bir, trienal ise üç yılda bir tekrarlanıyor.

 

İlk trienala başladığımızda Türkiye’de başörtüsüyle, insan hakları ihlalleriyle ilgili pek çok sorun yaşanıyordu. Öncelikle sanatla bu konuya nasıl tepki verebilir ve dikkat çekebiliriz diye düşündük ve buradan yola çıktık.

 

 

Muhafazakârlar Sanatı Desteklemeli

 

 

İbn-i Sina “Bilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder” der. Destek görüyor musunuz?

 

Bağımlılık veya bağımsızlık tamamen sponsorlar ile ilgili. Sponsorlu sanat etkinliklerine genel anlamda baktığımızda büyük sermayenin desteklediği İstanbul Kültür Sanat Vakfı öncülüğünde İstanbul Bienali’ni görüyoruz. Muhafazakâr kesime baktığınızda ise böyle bir oluşumu şu ana kadar destekleyen kimse çıkmadı. Daha ziyade geleneksel sanatlara destek verildiğini görüyoruz. Belediyelerden bir miktar destek alabiliyoruz trienal için ancak bu ne yazık ki yeterli oranda değil.

 

 

Sanatla neden buluşamıyoruz? Mesela yeni çıkan cep telefonu yerine bir tablo alınmayışının önündeki engel nedir?

 

Şu an bunun için mücadele veriyorum. Hiçbir zaman para kazanma maksadıyla bu işi yapmadım. Ama birçok öğrenci güzel sanatlar fakültesinden mezun oluyor. Sanat üretiminin içindeler. Ürettiklerini ne yazık ki parasal bir desteğe dönüştüremiyoruz, bu genel bakış nedeniyle. Benim burada bulunma nedenim biraz da bu noktada açılım sağlayabilmek. Siteler ve binalar yapılıyor, milyon dolarlık bütçelerle. Bunları yapanlar galerilerle irtibat kurabilir, rezidanslara birkaç eser alabilir. İnsanların gerçek bir eserle karşılaşmasını sağlayabilirler, bu gerçekten çok önemli bir şey.

 

 

Bu devlet desteğiyle mi yoksa toplumsal bilinçle mi olur?

 

Devletin geleneksel sanatlara verdikleri desteği önemsemekle birlikte buradan yeni çıkarımlar yaparak bu sanatın içindeki dinamiği kavramak, onu güncele taşıyarak evrenselleştirmek, yeni bir hareket ve açılım kazandırabilmek, tanıtabilmek çok önemli. Biz böyle zorlu bir mücadele başlattık, hem maddi hem de manevi destek bekliyoruz.

 

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı