Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Türklerde oda kavramı tarihteki atalarının yaşadığı çadır ile aynı misyonu üstlenir. Nasıl ki çadır tek başına oturma, dinlenme, yemek hazırlama, yemek yeme, ısınma gibi tüm eylemleri karşılayabilecek donatıya sahipse; odalar da olabildiğince düzgün geometrik formlarla bu işlevlerin hepsini birden yerine getirir. Hacer Yeğin yazdı.
İnleyen kâtiplerin yaslandığı cumbalar, her hanede atan yüreklerin yerin altında ve üstünde nihayetsiz titreşimleri, sokağa bakan duvarın üst katında sık kafesli ve yalnızca içerden bakanın görebildiği kim geldi pencereleri… Yağmur damlasının dahi zayi edilmediği ve her katın deposunu dolduran bezden su boruları, gelen misafirin erkek veya kadın olduğunu ses tonlamasıyla haber veren çift halkadan müteşekkil kapı tokmakları. Bütün odaların ve esasında bütün gönüllerin açıldığı, ağırlandığı geniş sofalar, eyvanlar, avlular…
Ne denli varsıl bezenirse bezensin zamanın ve mekânın hiç israf edilmediği; hem son derece görkemli hem de son derece mütevazı… Hem tepeden tırnağa eli açık, hem de kapladığı hacim için temkinli ve tutumlu… Hem gereksinimlerin hepsini karşılayacak, herkesi içinde barındıracak kadar engin, hem de kendini göstermekten hayâ eder gibi edepli ve utangaç… Evet, ecdadımız sadece inşa etmiyor, yaşadıkları mekânları ihya ediyor, taşa, toprağa, ahşaba, malzemeye terakki ettiriyor, mayasına sağlam bir ruh-i mücerred katıyorlardı.
Dünya siyasi tarihini yönlendiren büyük devlet ve imparatorluklar kurarak, günümüze kadar varlıklarını sürdüren ve ilk olarak Asya’nın Çungarya bölgesinde tarih sahnesine atılan Türkler, Anadolu’ya gelinceye kadar yerleşik bir şehirleşme olgusuna sahip değildiler.
Geçen yüzyıllar içinde fetih ve iskân faaliyetleriyle kabuk ve ihtiva değiştirerek Anadolu ve kısmen Mezopotamya’da kurulan Türk medeniyeti daha sonra yönünü batıya dönerek Doğu Avrupa ve Balkanlar’da gelişir ve yankılarıyla cihanşümul bir kisve kazanır. İşte burada sözü edilen Türk evi; Osmanlı İmparatorluğu’nun kapladığı sınırlar içinde Anadolu ve Rumeli’de yerleşmiş, gelişmiş ve 600 yıl tutunmuş, kendi özellikleri ile egemen olmuş bir ev tipidir.
Bu geçişin rotasını hem kültürel bir sentez ilişkisi hem de baskın bir Türk kültürünün egemenlik etkileri açısından sanat tarihçilerimizden Aydın Ayan şöyle ifade eder: “Hiç kuşkusuz, at sırtında Anadolu’ya gelen Türkler, fethettikleri topraklarda yepyeni bir Anadolu kültürü ile karşılaşmışlardır. Önceleri fethedilen yerlerde, başta Bizans konutları olmak üzere mevcut evlerden yararlanılmış olması doğaldır. Fakat bir süre sonra Osmanlılar, diğer sanat kollarında olduğu gibi mesken mimarisinde de, getirdikleriyle Anadolu’da hazır bulduklarını, kendi inanç, kültür ve estetik unsurlarıyla harmanlayarak Osmanlı Türk Evi dediğimiz konut tipini oluşturmuştur.”
Geleceğe uzanan zaman koridoru
İhtiyaca binaen değişkenlik gösterse de geleneksel Türk evinde esas kat daima tektir. Ve bu esas kat, birkaç katlı evlerde mutlaka en yukarıdaki kattır. Bir yandan güneş ışığı, rüzgârın geçiş yönü, hava sirkülasyonu, manzara gibi fiziki koşulları en iyi şekilde değerlendirmek öte yandan mahremiyet olgusu ile geniş aile olmanın gereklerini gözetmek için düzenlenen yaşama katı; zeminde daha çok giriş avlusu (hayat), iş evi (bağdami), kiler (mahzen), ambar, samanlık, ahır gibi işlevsel bölümlerle tamamlanır. Çoğu evlerde zemin kat ile esas kat arasında bir ara kat vardır ki, kat merdiveninin ara sahanlığından ulaşılan bu oda bir asma kat şeklinde olup ısı yalıtımı bakımından yeterli düzey sağlandığından kışlık oda olarak kullanılır.
Genetik mirasın kök saldığı geçmişten geleceğe uzanan zaman koridorunda hafızalara kazınan en belirleyici bölüm ise hiç şüphesiz evlerin sofalarıdır. Vücuttaki temiz kanın ana damardan kılcallara dağılıp; geçirdiği evrelerden ve uğradığı merkezlerden sonra tazelenmek üzere tekrar aynı kaynağa dökülmesi gibi; sofalar da diğer tüm odaların, katların ve birimlerin açıldığı ortak ve hayati toplanma alanlarıdır. Divanhane, çardak, sergâh, sayvan, sergi gibi değişik yörelerde farklı isimler alarak son dönem Osmanlı saray, kasır ve köşklerinde ise zengin ahşap oyma işçiliklerle; soyut süslemeler ve alçı tavanlarıyla sofalar bir mimari öge olmaktan çok; çarpıcı bir kültürel unsura dönüşür.
Dünyada başka bir örneği yok
Türklerde oda kavramı tarihteki atalarının yaşadığı çadır ile aynı misyonu üstlenir. Nasıl ki çadır tek başına oturma, dinlenme, yemek hazırlama, yemek yeme, ısınma gibi tüm eylemleri karşılayabilecek donatıya sahipse odalar da olabildiğince düzgün geometrik formlarla bu işlevlerin hepsini birden yerine getirir. İçerde kimi zaman yıkanma, abdest alma ve depolama alanlarının da yüklük formunda eklemlendiği çok amaçlı odaların sokak cephesinde ahşap çıkmalarla ve cumbalarla estetik bir boyut kazandığını görürüz.
Dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir yapı sanatı bu öğeyi (cumba) konut mimarisi ile bu kadar mükemmellikte bütünleştirememiştir. Üzerinde bulunduğu topoğrafyanın yapısından bağımsız olarak cumbalar evin üst katındaki cephenin olası eksiklerini tamamlarken odalara da klasik kare formu kazandırarak mekândan istifadeyi artırır. Sokak ya da bahçe cephesinde taş konsollarla ya da ahşap latalarla kimi zaman da evin tam bahçe köşesinde taşıyıcı köşe direkleri üzerine oturarak günün her saatinde gün ışığından yararlanma imkânı sağlar. Sokakla kurduğu ilişki ve taşıdığı incelikli unsurlar açısından hiç şüphesiz bulunduğu odaya diğer odalardan daha fazla değer kazandırır. Dış cephede payandalı ya da eli böğründe dediğimiz çıkmalarla desteklenirken içerde sedirler, halılar, minderler, yastıklar ve işlemeli örtülerle döşenerek Türklere has özel mekânsal işlevler kazanır.
Bağ evlerinde bu çıkmaların altı doldurulmadığı için hava akımına açıktır ve sedirlerde oturanlar, serin bir ortamın tadını çıkarırlar. Odalarda ısınma amaçlı ocaklar ve gündelik eşyaların tümünün saklandığı ahşap kapaklı dolaplar bulunur ve yapısı gereği bunlar mahremiyeti muhafaza ederek vitrin benzeri teşhir özelliği taşımazlar. Bazı durumlarda odadan odaya geçen hareketli döner dolap sistemi yemek servisi için evin hanımı ile beyi arasındaki irtibatı sağlar ki; bunun da dünyada bir emsali daha yoktur. Safranbolu’daki gibi örneklerine rastladığımız bazı evlerde ise sofaların ya da en büyük odaların ortasında havuz vardır. Suyun sesi yutma özelliğinden ötürü; odanın bir tarafında konuşulanlar diğer tarafında duyulmazdı.
Evlerin yapı malzemesi içinde bulunduğu iklim koşulları ve doğal bitki örtüsüyle ilişkili olarak kerpiç, taş yığma ya da ahşap karkas olarak değişkenlik gösterir. Hangi yapı malzemesiyle yapılmış olursa olsun zemin katlar; orta ve üst katların aksine genellikle dışarıya karşı iyi korunan ve içe dönük bir karaktere sahiptirler. Burada hayati unsur olarak; giriş kapıları taşlık ve avluları içindeki işlevsel unsurlarla (eyvan/hayat) iki kanatlı olarak dış dünyaya bağlar.
Giriş bölümü güvenlik açısından evin en zayıf noktası olduğu için kapı kasası ve kanatları iç tarafında yatay ve kalın ahşap kuşaklarla takviye edilerek, dış tarafta ise dövme demir perçin çivilerle bir kale kapısı görünümü kazanır. Avlu ve bahçe kapıları ile evin diğer bölümlerine bağlanan iç kapılar ev sahibinin maddi varlığına ve sosyal statüsüne bağlı olarak aynalı, oymalı ya da renkli camlar ve vitraylarla göz alıcı bir forma bürünebilir.
“İç kapılar odanın içini birdenbire görebilecek şekilde açılmaz. Önünüzde ya yaşmak duvarı vardır ya da önce bir dolabın içine ya da ikinci bir açıklıktan odaya girersiniz. Böylece kapının açılma sesi ile girenin odanın içini görebileceği ana kadar içerdekiler toparlanırdı.” (Cengiz Bektaş, Türk Evi)
Kapı tokmaklarının anlamları
Dış kapılardaki en dikkat çekici bölüm ise Anadolu’daki el sanatlarının dövme demir, tunç ya da çeşitli madeni alaşımlarla neşvünema bulduğu kapı tokmaklarıdır. Gelen misafirin kadın, erkek ya da çocuk oluşuna göre farklı nitelikler üstlenen tokmaklar yoluyla dış kapılar görkemli ve heybetli olmanın yanı sıra, ev sahibinin müşfik yüzünü de temsil ederler.
Klasik Türk evlerinde meyilli alaturka kiremit örtülü ve düz toprak damlı olmak üzere iki tip çatı olduğunu görürüz. Arka ve yan cephelerde beşik çatılar üçgen alınlıklarla kapatılmamış; üstlerinde meyve/sebze kurutmaya imkân sağlanmıştır. Orta Anadolu’daki formlarda çatılarda çıkış delikleri açık bırakılarak “Leyleklik” adını alır. Böylece ev; içinde yaşayan ahaliyle birlikte cemadat, nebatat ve hayvanata da bir anlamda ev sahipliği yapmış olur.
Öte yandan yapı avlusuyla ve cepheleriyle; döşeme kurgusu ve tavan bezemeleriyle, sağır duvarları ya da dış dünyaya açılan söveli, pervazlı pencereleriyle zeminden çatıya kendi içinde bir bütündür. Yatay ve düşey unsurları, boşlukları ve dolulukları ile genel kitle tasarımı her bir eve plastik bir değer, anıtsal bir özellik kazandırır. Soylu ama tepeden bakmayan; muhteşem ama insanı ezmeyen, büyük ama ürkütmeyen bir incelik ve imtidat ile…
Ez cümle; gelenek küllere tapmak değil, yanan harlı ateşi korumaktır. Üzerinde oturduğumuz medeniyeti korumak da onu tanıyıp tanımlamakla; rahmetli Turgut Cansever’in dediği gibi şehirleri imar ederken nesli ihya etmekle mümkün olacaktır. Çünkü ihmal ettiğimiz nesil imar ettiğimiz şehirleri tahrip ederken biz taşa kimlik kazandıran o ruhu da tamamen kaybetmiş oluruz. Umulur ki; inancın bir parçası olan ahlakı ve o ahlakın bir parçası olan estetiği yeniden yakalarız.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı