Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
“Hayat sınırlarla değil, keşiflerle oluyor. Her gün yeni şeyler keşfederek gelişiyor.” Ebru Cündübeyoğlu ile yeni kitabı “Ferda” ve sanat hayatı hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
“Hayat sınırlarla değil, keşiflerle oluyor. Her gün yeni şeyler keşfederek gelişiyor.”
Ebru Cündübeyoğlu ile yeni kitabı “Ferda” ve sanat hayatı hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Cündübeyoğlu, “Bir değişimi anlattım aslında, her şeyin değiştiğini ve net çizgilerin olmadığını anlattım. Ferda’nın net bir duruşu, hayata karşı bir bakışı var. Karakterin ifadeleri çok akla yüreğe yatkın şeyler. Ama hayat beklemediğin anda karşına bambaşka şeyler çıkarabiliyor. Önemli olan hayatın karşına çıkardıklarıyla şekil alabilecek kadar yumuşak olmak.” diyor.
Oyunculuğa ve tiyatroya nasıl başladınız? Sizi buna yönlendiren ne oldu?
Oyunculuk kariyerim televizyonculukla başladı. Tiyatro benim küçüklükten beri hayalini kurduğum bir şey. Çocukluğumda ilk tiyatro deneyimimi hatırlıyorum, kokusu, sahne, o atmosfer o kadar heyecanlandırdı ki beni nutkum tutulmuştu. Çok etkilemiştim ama o zamanlar bu benim için sadece bir hayaldi. Hiç olabilirliği yokmuş gibi geliyordu.
Sonrasında okul yıllarında bu ilgim devam etti. Üniversite sınavını kazandığım sene bir güzellik yarışmasına katıldım. O zaman güzellik yarışmasında dereceye giren güzellerin televizyonda sunuculuk yapma imkânları vardı. Bu benim için bir basamaktı. Oradan kendime bir yol açmak istedim ve bu planımda da başarılı oldum. Güzellik yarışması beni televizyonla tanıştırdı. 18 yaşıma bastığım yıl televizyonda sunuculuk yapmaya başladım. İlk olarak TRT’de “Bir Başka Gece” adlı programın sunucusu oldum. Bu benim lise yıllarındaki hayalimdi. Akabinde birçok eğlence programı sunuculuğu yaptım. Ardından “Sabah Şekerleri” programına başladım ve bu, beni seyircimle tanıştıran ilk program oldu diyebilirim. İlk oyunculuk teklifimi de Samim Değer’in yaptığı bir diziden aldım. Daha sonra da devamı geldi.
Oyunculuğa esas başlayışım ise 1999 yılında Osman Sınav’ın “Deli Yürek” dizisi ile oldu. O dönem bir yandan da tiyatro sahnesinde “Fehim Paşa Konağı”nda oynuyordum. 1999 yılından itibaren tiyatroyla bağım hiç kesilmedi. Her türlü fedakârlık ve çabayla sahne üzerinde olmayı başardım. Osman Sınav’la çalışmak bir okul gibiydi, oyunculuğun benim içimde nasıl bir aşk olduğunu anladım. Hayatım 25 sene boyunca gerek kamera önünde gerek sahne üstünde oyunculukla geçti.
Dizi oyunculuğu, sinema oyunculuğu ve tiyatro oyunculuğunu… Sizin için hangisi daha ağır basıyor?
Anneannemin çocukları için söylediği bir laf vardı. “Beş parmağın beşi de birbirinden ayrılmaz.” Açıkçası benim içinde öyle, bu işi o kadar çok seviyorum ki hepsinin tadı, kattığı hava farklı. Eskiden tiyatroyu seyirciyle anında iletişim içinde olabilme imkânı sağladığı için ayrı tutardım. Ama bugün sosyal medya sayesinde bu düşüncem dizi filmler içinde geçerli. Ancak yine de tiyatro benim vazgeçilmezim. Sahnede olmanın oyunculuğumu besleyen ve beni daha da kuvvetlendiren bir şey olduğuna inanıyorum. Tabi tiyatro daha fazla emek vermenizi istiyor. Hayat şartlarının ağırlığı göz önünde bulundurulduğunda tiyatro yapmak bazen lüks olabiliyor. Kamera önünde olmaktan da vazgeçemem çünkü onun seyirciye ulaşmasının tadı da bambaşka. Anneannemin dediği gibi o beş parmak hiç birbirinden ayrılamıyor.
Bir oyun veya rol için hazırlık aşaması nasıl gelişiyor?
Oyuna hazırlık sürecim daha çok düşünerek geçiyor. Mesela, prova etmek, mimik çalışmak, ayna önünde bir takım çalışmalar yapmak gibi ritüellerim yok. Ben sadece yoğunlaşmayı seviyorum. Bir karakterle ilgili herhangi bir şeyi sahne üstüne çıkmadan denemeye çalışırsam bunun beni o karakterin doğallığından uzaklaştıracağını düşünüyorum. Benim yöntemim böyle. Kimileri iyice içine sindirir karakteri, onun gibi yaşar, onun gibi konuşur. Ama bu bende işe yaramıyor. Ben böyle yapınca soğuyorum karakterden. Ancak sahne üstüne çıktıktan sonra, provalarda ve ya da kamera önünde deneyimleyebiliyorum, öyle yoğunlaşabiliyorum.
BİZİM İŞİMİZ DUYGU İŞİ
Oynadığınız karakter ile seyirciyi etkilemenin en temel yolu nedir sizce?
Bunun bir matematiği olduğuna inanmıyorum. Duyguyu izleyiciye geçirmenin herhangi bir matematikle ya da metotla, kurgulanabilecek bir şey olduğuna inanmıyorum. Tamamen içten gelen, insanın doğası, yeteneği gereği olan bir şey olduğuna inanıyorum. Tabi ki eğitimler, bazı yollar, yöntemler ve bu yöntemleri kullanan oyuncular da vardır. Ama benim yolum o değil. Bazen yanlış bile olsa duygu bambaşka bir şeydir. Ve bizim işimiz duygu işidir. Bu yüzden akışına bırakmak gerektiğine inanıyorum ve rollerimde de öyle yapmaya çalışıyorum.
Ön hazırlığım tabi ki çok fazla, bir karakteri canlandırırken okurum, seyrederim olabilecek her şeyle içimi beslerim. Zaten iyi bir gözlemciyim ve sonra bütün bu gözlemlerden depolananlar o rolle yolunu bulur, benden çıkar ve seyirciye ulaşır. Aşkla yapılan bir şey benimkisi dolayısıyla da duyguyla geçiyor.
Tiyatroda, sinemada özellikle oynamak istediğiniz bir rol var mıdır? Oynadığınız karakterler içerisinde sizde yeri ayrı olan var mı?
Evet var. Özellikle edebiyat karakteri olarak da çocukluğumun baş tacı olan “Çalıkuşu”nun Feride’si. İlk okuduğum roman olduğu için belki de hiçbir edebiyat karakteri onun önüne geçemedi. “Çalıkuşu” bir aşk hikâyesi gibi görünse de aslında Feride, bir kadının nasıl büyüdüğünü, nasıl şekil aldığını gösteren çok güçlü ve çarpıcı bir karakter. Benim de bu karakteri sahne üstünde oynama şansım oldu. “Feride” iyi ki oynamışım dediğim karakterlerin başında geliyor.
Daha çok oynamak istediğim karakter var. Daha fazla, daha güzel hikâyelerle karşılaşmak istiyorum. O da bitmeyen bir açlık, hep bir ihtiyaç… Bu zamana kadar yaptığım işleri hep keyifle yaptım. Ama daha çok eksiğim olduğunu ve daha çok oynayacağım karakter olduğunu düşünüyorum.
Daha Çok Kadın Kahramanlara İhtiyaç Var
Oynadığınız veya izlediğiniz karakterler içinde günlük hayatta “İşte ben buyum!” dediğiniz bir karakter var mıdır?
“İşte ben buyum!” diyebildiğim bir karakter değil ama “Kill Bill” karakteri beni çok etkilemiştir. Dünya sinemasında da kadının hep ikinci planda olduğunu görüyorum. Kill Bill’in beni etkileme sebebi güçlü bir kadın olmasıydı. Tek başına büyük bir plan kurması ve ona ulaşması beni çok etkiledi. Ben kahraman kadınları seviyorum, keza “Feride” karakteri de öyle. Kahraman kadınlara dünya sinemasında da daha çok ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Ekran önünde veya sahnede olmak sizin için ne ifade ediyor?
Sahnede ya da ekran önün de işimi yaparken çok mutluyum. Mesleğimi severek yapıyorum, insanları çok seviyorum dolayısıyla işim sayesinde onlarla buluşuyor olmak, karşılığında sevgi görmek, bence bu hayattaki en güzel şeylerden biri. Sevildiğimi hissedebiliyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. İşim sayesinde daha fazla kişiden daha fazla sevgi alabiliyorum. Tabi herkes sevecek diye bir şey de söz konusu değil. Ama mesleğim hayatıma, normal koşullarda olabileceğinden daha fazla kalp kattığı için çok mutlu oluyorum. Güzel bir bakışı güzel bir cümleyi biriktirmeyi çok seviyorum. Yürekten gelen şeylerin kıymetini bilirim göz ardı etmem.
HAYAT SINIRLARLA DEĞİL, KEŞİFLERLE OLUYOR
Başarılı bir oyuncu olmanın sizce sırrı nedir?
Bence başarılı bir oyuncu olmak için kalıplaşmamak ve keskin çizgilerinin olmaması çok önemli. Hayat sınırlarla değil, keşiflerle oluyor. Her gün yeni şeyler keşfederek gelişiyor. Ama siz kendinize ket vurduğunuz anda, o şey sizin için keskin bir sınır oluşturuyor. Hayat içinde kendi belirlediklerimiz ya da başkalarının bize yükledikleriyle bir sınır oluşturuyoruz ve kendimizi o sınır içinde hapsediyoruz. Kendini tanımlamamak, fazla keskin çizgiler koymamak, çok fazla tarz belirlememek bu yüzden önemli. Ben kendimi bir oluğa sokmuyorum. Bence bu oyuncu olmanın da önemli bir kuralı. Keskin sınırlarınız yoksa daha farklı, daha fazla duygu deneyimleyebilir ve bunları daha iyi yansıtabilirsiniz.
Yeni kitabınız “Ferda” ile okurların karşısındasınız. Kitabınız ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Çok mutluyum! Hayatımın en mutlu, en keyifli dönemlerinden birini yaşıyorum. Yazmak benim için yeni bir keşif değildi. Kendimi bildim bileli yazmak bana hep yakın oldu. Yazacağımı hep biliyordum, bu küçüklüğümden beri böyleydi. 2005’de çıkmış bir şiir kitabım var. Hikâyelerim, düşündüklerim ise hep vardı. Bu durumu hep zeytin ağacına benzetirim. Zeytin ağacı ilk mahsulünü ekildikten 25 yıl sonra verirmiş. Benim içinde yazma süreci öyle gelişti. Yazacağımı hep biliyordum ve aklımda denemelerim vardı, ancak zamanı bu zamanmış. Güzel bir süreçti ve bu keyifli süreçten kendimi mahrum etmek istemiyorum, yazmaya devam edeceğim.
Kitabın oluşumu ile ilgili ilk tohumlar ne zaman atıldı, yazım aşaması ne zaman başladı ve bu süreç nasıl gelişme gösterdi?
“Ferda”, öncelikle bir sinema projesiydi. Eşimle beraber katıldığımız Zeynep Özbatur Atakan’ın yapımcılık kursunda bir film projesi hazırlamamız ve bunun için bir senaryo yazmamız gerekiyordu. Biz hiç düşünmeden benim yazacağım konusunda karara vardık. “Ferda” aklımda olan, daha öncesinde üzerine düşündüğüm ve sevdiğim güzel bir hikâyeydi. Bende üzerinde yoğunlaşmaya karar verdim. Filmi hayata geçirme imkânı bulamadık, ancak ben bu hikâyeye o kadar çok emek verdim ki boynu bükük kalmasına gönlüm razı olmadı.
Bu vesileyle kelimelerle oynamayı, dans etmeyi seven birisi olduğum için hikâyeyi yazmak benim için çok tatlı bir dönemi başlattı. Yani bütün o duyguların daha da derinini anlatabilme imkânı buldum. Belki şu aşamadan sonra senaryoya çevrilirse çok daha başarılı olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü tüm duyguları dolu dolu oluşturabildim, hikâyenin üzerinde.
BİR DEĞİŞİMİ ANLATTIM
“Ferda” karakterini oluştururken ana kaynağınız ne oldu? Bu karakterle okuru hangi duygusundan yakalamak istediniz?
Bir değişimi anlattım aslında, her şeyin değiştiğini ve net çizgilerin olmadığını anlattım. Ferda’nın net bir duruşu, hayata karşı bir bakışı var. Karakterin ifadeleri çok akla yüreğe yatkın şeyler. Ama hayat beklemediğin anda karşına bambaşka şeyler çıkarabiliyor. Önemli olan hayatın karşına çıkardıklarıyla şekil alabilecek kadar yumuşak olmak. Belki başaklar gibi… Başaklar, sert rüzgârlar karşısında bile dayanıklıdırlar. Sallanır sallanır ama yine de yerlerinde dururlar. Bu beni çok etkiliyor. Karakterin çıkışı da çok büyük laflar konuşmamak, çok keskin yerlerde durmamak, çok belirgin tavırlar içerisinde olmamakla ilgili denebilir.
BEN ŞİİR OKUMAYI DEĞİL, YAZMAYI SEVİYORUM
Peki, oyuncu ve yazar kimliğinizin yanında iyi bir okur musunuz? Okurken nelere dikkat edersiniz?
Çok iyi bir okur olduğumu söyleyemem. Belirgin bir tarz okumadığım için çok değişik bir repertuarım var. Belki bir tarzı benimser ve o konuda çok fazla okursanız o tarza hâkim olursunuz ve hâkim olduğunuz içinde konuşabilirsiniz. Benim çok belirgin bir tarzım olmadığı için kendimi çok iyi bir okur olarak addedemem. Şiir konusunda da enteresandır ama şiir okumayı sevmem. Buna genelde çok şaşırıyorlar. Ben şiir okumayı değil, yazmayı seviyorum. Hele şiir dinlemeyi hiç sevmem. Şiirle okuyucunun arasına hiç kimse girmemeli. Bir şiirin, onu okuyan herkeste aynı duyguları uyandırmaz. Bu nedenle araya kimse girmemeli, mümkünse şiirle başa kalınmalı ve öyle okunmalı.
Nasıl bir izleyicisiniz? İzlerken nelere dikkat edersiniz?
Çok amatör izleyebiliyorum ve bu konuda kendimi şanslı buluyorum. Bazen kendimi kaptırıp ışığa, oyunculuklara bir sürü şey söylediğim de oluyor kendi kendime. O yüzden eşim benimle film seyretmeyi pek sevmez. Ama bazen öyle etkilendiğim işler oluyor ki, o zaman da oyuncu olduğumu ve izlediğim kişinin oyuncu arkadaşım olduğunu düşünmeden kendimi kaptırırım. Bu da bana keyif veriyor açıkçası.
SEVGİ KİLİT NOKTAM
Üretmenizi sağlayan, kolaylaştıran en temel duygu nedir?
Üretmeyi ve hayal etmeyi seviyorum. Kesinlikle sevgi, kilit noktam. Dolayısıyla üretirken de bunlarla besleniyorum.
Ebru Cündübeyoğlu’nun bir günü nasıl geçiyor?
Hayatım boyunca hiç boş zamanım olmadı. Bazen en büyük hobim boş boş oturmak, diyebilirim. Benim için çok az rastlanan bir şey olduğu için; mesela, ailemin içinde herkes birbiriyle konuşurken ben bir köşede durayım onları seyredeyim, hiçbir şey söylemeden sevdiklerimin yanında öylece kalayım istiyorum. Bu benim için çok büyük bir lüks. Boş oturduğum veya üretmeden geçirdiğim vakit çok azdır. Hep sevdiğim şeylerin peşine düşmüşümdür. Bir bakarsınız evde mandala yapıyorum, bir bakarsınız tango kursuna gitmişim, bir bakarsınız şan dersleri alıyorum… Aklıma gönlüme düşen şeylerin peşine düşmesini seven biriyim. Sonrasında da onları birbirine bağlayarak bir şeyler üretebiliyorum. Bunun dışında ailemle, arkadaşlarımla vakit geçirmeyi onlara zaman ayırmayı severim.
BAŞKASININ HARİTASI İLE YOL BULAMAZSINIZ
Oyuncu olmak isteyen gençlere 7 tavsiyede bulunmak istese, neler söyleyebilir?
Oyuncu olmak istiyorlarsa bu bir şekilde olacaktır, muhakkak o yolu bulacaklardır. Tavsiye dinlemekle, adres almakla olmaz. Başkasının haritasıyla yol bulamazsınız, kendi yol haritanızı oluşturmalısınız. O yüzden tavsiye vermeyeceğim ama bu röportajın içinde geçen herhangi bir cümle bile tavsiye niteliğinde olabilir.
En sevdiğiniz tiyatro oyunun adı?
Lüküs Hayat
En sevdiğiniz film?
Hayat Güzeldir
En sevdiğiniz kitap?
Reşat Nuri Güntekin-Çalıkuşu
Dinlemekten en keyif aldığınız müzik?
Romeo & Juliet- A Time For Us
En sevdiğiniz şehir
Tüm bozulmuşluğuna rağmen, İstanbul… Başka bir havası var.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı Ertesi gün ilacı