Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
El âlem; hayatlarında eleştirilmekten, başkalarının kendi haklarında kötü konuşmasından ve yanlış anlaşılmaktan korkan insanların kendi yargılayıcı iç seslerini toplumun geri kalanına atfetmesidir.
Belki bir yerde davranışı yüzünden eleştirildin ya da eleştirilen birine şahit oldun. Toplumsal normlardan biri ya da birkaçına uymakta güçlük çektiğin için yanlış anlaşıldın belki de. Elaleme uyarsan daha çok sevilir, saygı görürsün sandın. Ama olmadı. Bu hafta sizinle zihnimizin bize oyunlarından biri olan“El-âlem ne der?” sorusu ve düşündürttüklerini ele alacağım.
Hayat öyle kısa ve öyle güzel ki aslında, ne boş şeylerle günümüzü geçiriyoruz. Farkında olabilirsek ne ala. Bunun farkında olmadan yaşamadan ebediyete giden ne çok insan var.
“1 saatin kıymetini anlamak için buluşmak için bekleyen âşıklara sor.
1 dakikanın değerini anlamak için treni ya da uçağı kaçıran birine sor.
1 saniyenin değerini anlamak için bir kazadan sağ çıkan birine sor.”diyenler boşuna söylememişler.
Önce kendini sevip ne kadar eşsiz ve muhteşem bir varlık olduğunu ve aynı zamanda da evrende varlığının ne kadar olağan seyrinde olduğunu anlamalısın. Parçası olduğun kâinatta her şey insanın kullanımındadır ancak hiçbir şeyin sahibi insan değildir. Sen kendini sevmez, güvenemez ve değerli hissedemezsen bunu hep karşına çıkan insanların sana hissettirmesini beklersin.
Hayata gözlerimizi açtığımız andan itibaren çevremizin yönlendirmesiyle, deneyimleriyle hayatta varlığımızı sürdürüyoruz. Hep iyi çocuk ve söz dinleyen çocuk olmamız istendi. Okula başladığımız da başarılı, örnek öğrenci olmamız beklendi. Sınavlara yarış atı misali başarılı olma güdümlü olarak yetiştirildik belki de. Bazılarımız çocukluğunu bile tam olarak yaşayamadı. Kimin hayatını yaşıyorduk sahi? Anne babamız öğrenim hayatında başarılı olamadı da o yüzden mi bizim doktor ya da mühendis olmamızı istedi? Kendi tercihimiz ve yeteneklerimiz bu yöndeyse bu muazzam ama aksi halde mesleğimiz ve yaşamımız bize zulüm etmekten başka bir işe yaramaz.
Bu yaz sosyal medyada çok çarpıcı bir sanat eseri ile karşılaştım. Bir mezar taşı ve üzerinde “İnsanlar ne düşünür?” yazıyordu. Akrabalar ne düşünür? Komşular, okul arkadaşların ne düşünür? Peki, yan dairedekiler ne düşünür? Peki, sen ne düşünüyorsun? Bunu hiç söyleyen oldu mu size bilmem ama birçok insan yetişirken çok az duymuştur bu soruyu.
Peki, birileri bize “aman öyle davranma huyuna git” “Dikkatli ol bak ne derler sonra” gibi telkinler vermeseydi, kim olurdunuz? Nasıl bir kişiliğiniz, yaşamınız, mesleğiniz, yaşantınız olurdu? Bunun üzerine biraz düşünmek lazım. Ne istediğimizi biliyor muyuz hayattan mesela? Yoksa başkalarının yönlendirmeleriyle yolumuza serpiştirdikleri ok işaretlerini mi takip ediyoruz sadece.
Başkalarına “Hayır” demek bizim için zorsa eğer muhtemelen başkaları için yaşıyoruz. Çocukken ihtiyacını hissettiğimiz sevginin devam etmesi için ebeveynlerimizi memnun etmeye çalışırız. Bu ilgi alaka ve sevginin devam etmesi içinse onların koymuş olduğu kurallara uygun bir şekilde yaşamayı uygun görebiliriz. Diğer yandan bazı insanlar için bu bir ihtiyaç, yetişkin olunduğunda da sevgiyi kaybetmeye dönük olan bir kaygı şekline dönüşebilir ve bu bağlamda çocukken kurmuş olduğumuz neden sonuç ilişkisini yansıtarak, ne istediğimizi hiçe saymak pahasına karşı tarafı memnun etmeye çalışabiliriz.
Sevilmeme, dışlanma veya karşımızdakini incitme kaygısıyla kendi duygularımızı ve düşüncelerimizi yok sayabiliriz. Bu tarz kaygı durumlarını ait olma ihtiyacı hissettiğimiz arkadaşlıklar, topluluklar arası olan ilişkilerimizde de sürdürebiliriz. Aralarına karışmak istediğimiz insanlarla aynı kişiliği taşıma arzusu, o kişilerle yakın ilişki kurma isteği uyumu bozacağı düşünülen bir “hayır”ın önüne geçebilir.
İnsanlarla olan zorunlu ya da yakın ilişkilerde “evet” kelimesini kullanmak bize basit çözüm gibi görünebilir. Bu şekilde davrandığımızda olası tartışmalardan uzak durduğumuzu ve eleştirilen, sevilmeyen taraf olmaktan kurtulacağımızı sanırız. Ancak zannettiğimizin aksine bu davranışımız, ufacık şeylerin dahi birikerek yüzleşilmeyi bekleyen daha büyük bir probleme dönüşmesine neden olur.
Bunların yanı sıra “hayır” diyebilme yetisi, çevresel ve kültürel faktörlerle de zaman zaman ilişki içerisinde olduğunu gözlemleyebiliriz. Toplumsal cinsiyet rolleri de kendimizi ifade etmemizi engelleyebilecek olan sebeplerden biri olabilir.
Mesela küçüklüğümüzden itibaren diğer insanların kendi haklarında ne düşündüğüyle fazla ilgilenmesi ve diğer insanları memnun etmesi tavsiye edilen bazı kız çocukları, yetişkin bir birey oldukları zaman “hayır” demekten uzak olabilirler. Aynı toplumsal cinsiyet rolleri erkekler üzerinde de bu konuda baskı yaratabilir. Evin geçiminden sorumlu olduğu söylenen ve etrafındaki insanların da sorumluluğunu alması gerektiği öğretilen bazı erkek çocukları da yetişkin bir birey olduklarında çok fazla sorumluluğu üstlenmeye çalışıp “hayır” demekten geri durabilirler.
Öncelikle “hayır” demek her zaman olumsuz anlamlar ifade etmez. Bu söylemi kötü bir davranış olarak algılamaktansa, tıpkı evet dediğimiz gibi bazen gerekli olduğuna odaklanabiliriz. Evet demek bizi büsbütün iyi bir insan yapmadığı gibi “hayır” demekte aynı şekilde bizi kötü bir insan yapmaz. Kendimiz için ve karşımızdaki kişi için iletişimi kolaylaştırıcı bir anahtar yalnızca. Bu düşünce tarzını yaşamımıza aktarırken öncelikle günlük ve bizim için basit görünen olaylarla başlamak bizim için kolaylaştırıcı olabilir. Böylelikle zaman geçtikçe özgüvenimiz artmış bir şekilde bu davranışı kazanabiliriz.
Zihnimizde oluşturduğumuz ve gerçeklikten uzak olan bazı düşüncelerimiz hayır dediğimizde gerçek olandan daha kötü bir sonuç doğuracağını düşünmemize sebep olabilir. Mesela; çalışmaktan memnun olduğumuz bir işyerinde üssümüzün her dediğine olumlu yanıt vermezsek bir daha asla böyle bir iş yerinde çalışamayacağımızı ve başarılı olamayacağımızı düşünebiliriz. Bunun gibi durumlara “hayır” dediğimizde genellemeye kaçmadan o olaya has olarak en kötü ihtimalle ne olacağını düşünebilir ve gerçek istediğimizle kıyasladığımızda hangi seçeneğin bizim için daha faydalı olacağını düşünebiliriz. Böylelikle büyüttüğümüz kadar kötü sonuçları olmadığını görebiliriz.
Hayır’ın aksi olan evet kelimesini farklı sebeplerle bir alışkanlık haline getirdiğimizden dolayı, genellikle üzerinde çok da düşünmeden kullanabiliriz. Bu gibi durumlarda cevap vermeden öncelikle biraz durup nefes alıp, gerçekten ne istediğimizi anlamak için kendimize vakit tanıyabiliriz. Eğer yine cevap veremiyorsak, düşünmek için karşı taraftan açık yüreklilikle zaman isteyebiliriz. Bu sadece kendi iyiliğimiz için değil, karşımızdakilerinde taleplerini anlayabilmemiz için bir fırsattır aynı zamanda. Bize doğru gelmeyen bir “evet”ten ziyade yapmak istemediğimiz bir durumu nedenleriyle açıklamak karşımızdaki kişiye de saygı duymaktır aynı zamanda.
Üzerimizde “hayır” demenin ağırlığını hissediyorsak eğer onu tek bir kelimeye indirgemekten kaçınabiliriz. Onun yerine aynı anlamı içeren başka cümlelerle konuya açıklık getirebiliriz. Şöyle ki; “evet bu güzel fikir ama belki daha sonra yaparız, şu an şunu yapmak istiyorum vs.” gibi. Karşımızdaki kişiyi de incitmeden kendimize alan açabiliriz.
Deneme yaparak bu konuda kendimizi geliştirmeliyiz. “Hayır” demek için tek bir şansımız olmadığını unutmamalı ve eğer istemeden “evet” dersek bunun diğer “hayır” deme ihtimallerini yok etmediğini hatırlamalıyız. Bu zaman diliminde kendimize yüklenmek ve üzerimizde baskı kurmak yerine; bir alışkanlık kazanmak üzere olduğumuzu hatırlamalı ve hayatın doğal akışı içinde karşımıza çıkan diğer fırsatları kendi arzuladığımız şekilde yanıtlar vermeye odaklanabiliriz.
Merve Atıcı
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı