Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Ressam Zeynep Çilek Çimen ile çok sıcak ve samimi bir söyleşi gerçekleştirdik. Çimen, sanata merakı olan gençlere; “Şu hayatta torpil ile olmayacak tek şey varsa o da sanatçı olmaktır. Sanatçı olmak mesaisi bitmeyen, çok uzun bir maraton. Yaşam biçimi diyorlar ya hani bunu iyi anlamak lazım; senin bütün hayatını etkileyecek demek oluyor. İyi düşünüp iyi karar vermek lazım.” diyerek tavsiyelerde bulundu.
Zeynep Hanım, bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Babam tarihçi, annem anaokulu öğretmeni ve amatör ressam. Annemi resim yaparken hatırlıyorum, hatta hâlâ evde yaptığı resimleri var. Kültürümüze merakım böyle bir ortamda büyüdüğüm için başladı ve işlerimde Anadolu motiflerini yorumlamam, babamın tarihçi olmasından kaynaklanmış olabilir.
Geleneksel Süsleme Sanatları eğitimi aldınız ardından psikoloji ve Sanat Yönetimi eğitiminizi tamamladınız. Farklı alanlarda eğitim almanızın sebebini merak ediyoruz ve bu çok yönlü eğitimin size faydaları neler oldu?
Davranış Bilimleri, Psikoloji daha çok kendimi tanımak için aldığım bir eğitimdi. İnsan davranışlarının altında yatan dürtüleri anlamak adına. Daha kaliteli bir yaşam için.
Sanat Yönetimi de zaten profesyonel işimin bir parçası. Hem özel hem devlet kurumlarına Sanat Danışmanlığı yapıyorum. Ben bir sanatçının yaptığı işi sadece uygulama olarak değil de bütünlüğüyle, yönetimi, içeriği, felsefesiyle öğrenmesi gerektiğini düşünüyorum. O yüzden işin derinine inmek istedim.
İlk resminizi ne zaman yaptığınızı ve ne çizdiğinizi hatırlıyor musunuz?
Ortaokul sanırım. Resim değil de bir tezhip yapmıştım ilk olarak ve ondan üç tane sipariş almıştım. 15 yaşında falandım.
Bu yıl 4. Kez düzenlenen Artweeks@Akaretler’de sizde varsınız. 28 Ekim’de başladı. Sizinle biraz artweeks üzerinden sohbet etmek isteriz. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Artweeks, Serdar Bilgili’nin mekân sponsorluğunda benim de galericim olan Sabiha Kurtulmuş hanımın oluşturduğu organizasyonu Akaretler Sıra Evleri’nde düzenleniyor. Pandemi arasında böyle bir ferahlama yaşadık ve insanlar pandemiye rağmen çok fazla ilgilendi. Günde 400 kişi geldi. Hem Beşiktaş hem İstanbul; Türkiye adına güzel bir sanat etkinliği olduğunu düşünüyorum. Profesyonel sanatçılar ve iyi galeriler var. Onunla birlikte; Pi, X-Ist, Pilevneli ve İyilik İçin Sanat Derneği var. Sanat sektörünü hareketlendiren sergiler bunlar. Sergi de değil aslında küçük bir fuar gibi.
Siz artweeks Akaretleri nasıl değerlendiriyorsunuz…
Benim için güzel ve verimli geçti. Pandemiden ötürü yurtdışı sergilerimin çoğu ertelendi maalesef. Yakın zamanda böyle bir şey olması bizi biraz motive etti diyebilirim.
Eserlerine baktıktan sonra “İçsel yolculuğumu, gönlümdeki manaları resmetmişsin.” diyenler oluyor mu?
Kolektif Bellek deniyor buna psikolojide. Benim yaptığım formlar zaten Anadolu kilimlerinde, hepimizin geçmişinde bir yerlerde var ve hâlâ karşılaştığımız formlar. O yüzden herkes “Bunu bir yerden tanıyorum.” diyor. Tanıyor çünkü; anneannesine, babaannesine, halasına gittiğinde gördüğü bir motif. Mutlaka bir şekilde bu motiflerle karşılaşıyor. Bu motifler belleğimize görsel olarak kaydedildiği için de herkese özellikle bu kültürde yaşayan insanlara tanıdık geliyor.
En son Amerika’da sergi açtım, 2019 Kasım ayında. Bu ortak formlar hepimizin kültüründe var olan formlar. Yani bir kiliseye, müzeye gittiğinizde de bu motiflerden görüyorsunuz. Sadece ismi farklı. Bizim bereket dediğimiz bir forma İngilizler başka bir şey demişler. Denir ya; “Kalu beladan tanışır insanlar” bu formlar da biraz öyle bence. Arkeik tarihinden beri varlar.
Bu süreçte ruhunuzu beslemek için neler yapıyorsunuz?
Sergilerime hazırlanma ve beslenme sürecimi şöyle özetleyebiliriz: Şu anda gezemiyorum… Kitap okuyorum, okuma derken; bir konu, bir tema belirlerim ve onun üzerine ciddi okuma ve planlama yaparım. 6-8 aylık bir okuma sürecim olur, okuduğum ile ilgili gezeceğim yerler varsa giderim. Bu zaman içinde zaten fikir ve görseller bir şey oluşturur kafamda. Sonra görseller gelir, oluşur yavaş yavaş. Bu motifleri incelediğim için tarihi bir dönem seçiyorum. Mesela, bir önceki sergimde “Selçuklu Kadınları” konusunu inceledim. Bundan öncekinde “Saklı Çeyiz” diye bir çalışmam olmuştu, Türklerin çeyiz sergileme sürecini anlatmıştım. Bu sergiden sonra evlendim ayrıca. Bir nevi çeyiz sergileme dilini solo sergimle ifade etmeye çalıştım.
Bir eseri yaparken fazlasıyla kişisel bir dönem geçiriyorsunuz. Sonrasında o eseri başkasına vermek size ne hissettiriyor?
“Çocuğumdan ayrılır gibi oluyorum” diyordum ama şu an bir çocuğum olduğu için hiç alakası yokmuş. Çocuk bambaşka bir şey. Tabii ki çok büyük emek.
Farklı disiplinlerde ürettiğiniz eserler var. Bu size bir avantaj sunuyor mu?
Günümüzde sanatçılar artık multi disiplinler çalışıyor. Dolayısıyla ben de kendimi tekrarlamayı tercih etmiyorum. Sürekli yeni bir şeyler katmak, biriciktir uniqe- lik SANATIN var oluşumda olan kavramlar. Tek yeni ilk olmak zorundasın yani sanatçıysan. Bu da sürekli kendini geliştirmen ve değiştirmen, çağı yakalamaya çalışmak demek ve ciddi mesai isteyen bir durum. Eski formları yeniden yorumluyorsun.
Sizce sanatın yeni normalleri var mı?
Sanat fuarlarının hepsi dünyada online oldu. Müzeler artık online olarak hizmet vermeye başladı. Ben sanatın bir aurası olduğuna inanıyorum. Zaten Walter Benjamin’inde sıkça bahsettiği gibi “Sanat’ın Aurası” vardır. Yani kısaca sanatı Beş duyu organımızla hissederiz, duyarız. Sanatın gücünü ihtişamın fiziksel olarak karşısına geçmeden anlayamayız. Dolayısıyla benim yaptığım işçiliği, verdiğim ruhu izleyicinin dijitalde anlaması mümkün değil. Tabii ki dijitalin bir sürü faydası var, her şeyi ayağına getiriyor ama sanat mutlaka gerçekte de görülmeli. “Tamamen dijital bir dünya” taraftarı değilim açıkçası.
Atölyenizi Nişantaşı’ndan taşımanızın özel bir sebebi var mı?
10 yıl Nişantaşı’nda kaldım, şu an Sapphiere Rezidanstayım. “Mutenalaşma” diye bir şey vardır. Sanat bir yere gelir orayı mutenalaştırır sonra oradan göç eder. Nişantaşı’nda da o yaşandı. Geldiğim dönemde sanat burası ciddi anlamda ilgi görüyordu hâlâ görüyor. Şöyle ki; atölyemize haftada iki üç koleksiyoner gelirdi, çay kahve içmeye. Şimdi burası popülerleşti, gelen kitle değişti. Herkes farklı yerlere dağıldı; Koç ailesi Dolapdere’ye müze açtı ancak oranın mutenalaşması zaman alacak ve ben oraya cesaret edemedim. Nişantaşı’ndan da sıkılmıştım açıkçası. Daha yeni bir yer istedim; yeni bir bina… Biraz New York etkisi var sanırım, o yüzden de bu yüksek binaya geçtim. New York’ta bir buçuk ay kaldım; orada sürekli yüksek binalara maruz kalıyorsun. Bir zaman sonra o senin tercihin olmaya başlıyor. Hatta pandemi olmasaydı New York’ta düşünüyordum atölyeyi.
Galerim hâlâ Nişantaşı’nda tabii.
“Gelenekten besleniyorum, köklerime bağlıyım.” diyorsunuz. Geleneksel ve çağdaş sanatı birleştirdiğinizi eserlerinizde gözlemliyoruz. Tarzınızdan bahsedebilir misiniz?
Geleneklerimizi hem merak ediyorum hem de bunları nasıl yaşatabiliriz, yeni nesillere nasıl aktarabilirim diye düşünüyorum. Formlarımızı, kültürümüzü, sanatımızı dünyaya nasıl açabiliriz sorusunun cevabını ararken Batı’nın neler yaptığını da araştırıyorum. Yaşadığımız coğrafyaya bakarsak Doğu ile Batı’nın tam ortasındayız Hem Asya’da hem Avrupa’da yaşadığımız için ilgimi çekiyor. Hepsini yorumlamaya çalışıyorum. Aidiyet olarak Asya’da Avrupa’da benimki gibi hissediyorum.
Şu anda üzerinde çalıştığınız yeni projeler var mı?
Evet, bir solo sergim olacak inşallah. Mart ayında düşünüyorduk fakat pandemi biraz kötü geçecek gibi… Muhtemelen eylül veya ekime alacağım. Yani bu sene 4 yıl aradan sonra bir solo açacağım. Heyecanlıyım. Temasını belirledim kafamda, okumalarımı yapıyorum ama konuyu vermesem şu anda daha iyi olur. Onu ayrıca sergi döneminde konuşuruz.
Yaşamınız ile yaşam alanınız nasıl bir etkileşimde? Evinize baktığınızda hayatınızla ilgili ipuçları elde etmemiz mümkün olur mu mesela?
Kesinlikle olur. Çünkü evimde her zaman bir atölyem vardır. Bir odamı ayırırım, mesela 3+1’e sığabileceksem 4+1 tutarım, çünkü mutlaka o atölye olacak yoksa rahat edemem. Geceleri çalışıyorum. Önceden atölyede yaşadığım için rahat oluyordu gece çalışmak ama şu anda bebeğim ve bir ailem var. Bu nedenle evde atölyem var ve gece kızım uyuduktan sonra çalışıyorum. Duvarlarım boştur. Hatta annem “Niye hiç resim asmıyorsun?” diye sorar. Kafam sürekli işimde oluyor, odaklanamıyorum güncel hayata. O yüzden evime hiç resim asamıyorum. Mesleki deformasyon herhâlde. Yani desenli bir şey bile almıyorum, çok sade düz renk bir evim var. Tek renkler, kitaplar.
Anne olmanızın sanat görüşünüze bir etkisi oldu mu? Çok ciddi bir disiplin altında çalıştığınızı eserlerinizde gözlemliyoruz. Bu yoğun temponuzda ev, aile ve iş üçlüsünü nasıl götürüyorsunuz?
Bu soruyla kızımı özlediğimi fark ettim. Şu an sergideyiz, onu yaklaşık iki saattir görmüyorum. Ben anne olmayı çok sevdim. Hayatımı, işimi, gücümü engelleyen bir varlık olarak görmüyorum çocuk sahibi olmayı. Bu konuda kadınlara çok fazla sosyal baskı yapıldı bence. Tamamen sosyal bir dayatma. Bana da yapıldı çünkü sanat dünyasından, çevremden. Sanatçı arkadaşlarım da yaptı ama bunun çok yanlış olduğunu gördüm. Keşke daha erken anne olsaymışım dedim hatta. Kızım çok tatlı ve bana asla engel değil. Etrafımdakiler “Sen çok değiştin” diyorlar.
Bu hoşuma gidiyor. Sabit kalan ne var ki…
Anne olmak eserlerinize nasıl etki edecek?
Doğumdan sonra henüz bir sergi açmadım. Herhâlde bu süreçte yansır. Hamileliğim sürecinde zaten “Fetus”, “Cenin” gibi işlediğim konular oldu. Muhtemelen yansımıştır o zaman. Benim ruhumda bambaşka bir yer açtı kızım; İnci.
Bir ilham kaynağınız var mıdır?
Çok değişiyor. Mutlaka motiflerden yararlanıyorum ama mesela şu an yeni bir sergi hazırlıyorum ve çok farklı bir konu işleyeceğim. O yüzden her zaman ilhamım değişiyor.
Peki, en büyük destekçiniz…
Eşim, bence. Manevi olarak da kızım. Kızım olduğundan beri hiç depresyona girmiyorum, beni mutlu ediyor. Ona bakıyorum bana gülümsüyor, ben de gülümsüyorum ve her şeyi unutuyorum.
Tabi ki beni bu günüme getirip zihinsel sürecime olan ailemin katkısına da teşekkür ediyorum
Sizin gibi resim sanatına merakı olan gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Gençleri çok heyecanlı buluyorum. Bana da çok mesaj atıyorlar; “Kısa yoldan nasıl çözeriz hallederiz bunu?” diye düşünüyorlar, bu durum kendileri adına çok üzücü bir yaklaşım.
Şu hayatta torpil ile olmayacak tek şey varsa o da sanatçı olmaktır. Sanatçı olmak mesaisi bitmeyen, çok uzun bir maraton. Yaşam biçimi diyorlar ya hani bunu iyi anlamak lazım; senin bütün hayatını etkileyecek demek oluyor. İyi düşünüp iyi karar vermek lazım. Sürekli okuyacaksın, araştıracaksın, uygulama yapacaksın, olmadı bir daha yapacaksın. Galericilerin peşinden koşacaksın, sonra onlar senin peşinden koşacak. Bu zor ve uzun bir yolculuk.
Yetenek ile çalışmanın arasında nasıl bir oran var?
Yetenek seni biraz hızlandırır ama çalışmazsan hiçbir şey olamaz. Yeteneğin boşa gider, çünkü günde en az 4 saat çalışıyoruz biz yani tuval başında; onun dışında içerik okuma vs. daha bunları saymıyorum bile. Kolay bir iş değil. Öncelikle bu bilinmeli.
Bir eserinizin bitmesi ne kadar sürüyor?
Benim işim biraz ince işçilik olduğu için ortalama bir ay sürüyor.
Peki, giyim tarzınız için özel bir seçiminiz var mı? Görüyoruz ki eserlerinizle uygun ve özgün bir tarzınız var?
Modacı arkadaşlarım var. Özellikle Tuğba Atasoy’u çok beğeniyorum. O, benim yaptığım resmin tonuna uygun takım elbiseler, değişik ceketler vs. yapıp sağ olsun beni giydiriyor. Onun tarzını beğeniyorum ve resimle buluşan o uyumu da seviyorum. Bu da ilgi çekiyor. Amerika’da da çekti hatta beni durdurup “Bunu nereden aldın” diye soranlar da oldu. Sanatçı dediğin bütünüyle örnek olmalı ve buna kıyafette giriyor bence. Estetik kaygım kıyafetime de, oturuşumuza-kalkışımıza da yansıyor olabilir.
Size göre moda nedir?
Moda bence insanın kendi anatomisini tanıyıp yakışanı giymesidir.
Son olarak eklemek istedikleriniz?
Teşekkür ederim, buraya kadar geldiniz ziyaret ettiniz. Çok naziksiniz.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı