Tasasızlık kültürü ve anaerkil bir ülke: Gine

Merjam Yazar: Merjam 7 Ekim 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Askeri darbeler, aslanların ceylanları parçaladığı belgeseller ve bir de medeniyetle tanışmamış kabilelerin beyazlar kazanlarda pişirdiğine yönelik klişeler... Hafızalarınızı yoklayın, Afrika’ya dair size dayatılan, gösterilen, anlatılan ne varsa hepsini silin atın. Çünkü var olan Afrika, gösterilenden bambaşka.

Tasasızlık kültürü ve anaerkil bir ülke: Gine

 

Askeri darbeler, aslanların ceylanları parçaladığı belgeseller ve bir de medeniyetle tanışmamış kabilelerin beyazları kazanlarda pişirdiğine yönelik klişeler… Hafızalarınızı yoklayın, Afrika’ya dair size dayatılan, gösterilen, anlatılan ne varsa hepsini silin atın. Çünkü var olan Afrika, gösterilenden bambaşka.

 

Yıllarca Paris’te siyasi çekişmeler, terör saldırıları, İslam karşıtlığı, mülteci sorunu, grevler, eylemlerin peşinden koşmuş bir gazeteci olarak kendimi bir dizi güzel tesadüf sonucu Afrika’nın batı yakasında, hiçbir turistin ayak basmadığı, dünyanın en kötü ekonomilerinden birinde buldum. Ve hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimi sonradan anladığım bu kıtaya, insanına, kültürüne adeta âşık oldum.

 

Adını sık duymadığımız Gine, Batı Afrika’da Atlas okyanusunun kıyısında yer alıyor. Fransız sömürgeleri arasında bağımsızlığını ilk kazanan ülke olması hasebiyle bunun bedelini yıllarca ödemiş ve hâlâ ödemeye devam ediyor. Zengin altın, elmas ve bor madenlerine, verimli tarım arazilerine rağmen ülkenin mahkum edildiği fakirlik tam bir paradoks oluşturuyor. Başkent Konakri’de görülen sefaletin tarifi yok. Burası adeta bir zaman makinası. Sanki her şeyin yeni icat edilmeye başladığı bir döneme ışınlanmışsınız hissine kapılıyorsunuz. Su ve elektriğe yalnızca belli bir kesimin ulaşabildiği başkentte kırmızı topraklı yollarda trafik tam bir keşmekeş. 10 kilometrelik bir mesafe zaman zaman 3 saatte alınabiliyor. Kentteki tek trafik ışığı da çalışmıyor.

 

 

Gine’de hayatın merkezi kadın 

 

Buraya kadar korkunç bir ülke izlenimi çizen Gine, bir anda beklemediğiniz anda şaşırtıyor. Yol kenarında rengarenk kıyafetleriyle su, meyve ve çeşitli ürünler satan Gineli kadınların, güzel çocukların büyüsüne kapılmamak imkansız.

 

Sırtlarında bebek, başlarının üzerinde en az 3-4 kilo ağırlıkla, olabildiğince süslü ve alımlı Gineli kadınlar taşıdıkları yükün aksine dimdik duruyor. Anaerkil bir toplum yapısına sahip Gine’de hayatın merkezi kadın. Hatta öyle ki Gine yerel dilde kadın anlamına geliyor. Bu ülkede eve ekmeği kadın götürüyor, kuralları kadınlar koyuyor ve hayatın tadını da en iyi kadınlar çıkarıyor.

 

Türkiye’de en az 10 cinayetin işleneceği o trafik keşmekeşinde Gineliler öyle sakin ki. Kim kimin önüne geçmiş, sinyal vermemiş, kim dikkatsiz kullanmış hiçbir önemi yok. Birbirine bağıran, sinirlenen hatta kaşlarını çatmış birine rastlamak bile mümkün değil. İşte rengarenk kıyafetleriyle ince uzun Gineli kadınlar tam da bu çilenin ortasında sahne alıyor, ellerindeki ürünleri trafikte sıkışan araçlara satmaya çalışıyor. Hiçbir kimyasala ilaca maruz kalmamış muzlar, ananaslar, mangoların yanında kajular, fındıklar, fıstıklar. Satıcı kadınlarla biraz sohbet, ufak çaplı bir alışveriş ve radyoda çalan Afrika’nın neşeli şarkıları trafiği tamamen unutturmaya yetiyor.

 

Yaklaşık 40 derece sıcağın altında gün boyu dikilen kadınların suratında en ufak bir memnuniyetsizlik yok. Aksine o yüke rağmen takındıkları mağrur ve gururlu tavır etkileyici. “Buraların patronu biziz” diyorlar adeta.

 

 

Her şey öylesine renkli ki

 

Bu topraklara neredeyse hiç turist uğramadığından Gine halkı yabancılara alışık değil. O nedenle gittiğiniz her yerde halk sizinle konuşmak, kim olduğunuzu, neden burada olduğunuzu öğrenmek için can atıyor. Hele çocuklar… Kokularla renklerin birbirine geçtiği Konakri’de balık pazarındayım. Aman Allah’ım her şey öylesine renkli ki gözlerim adeta renkleri birbirine karıştırıyor, bu pembenin hangi tonuydu, böyle bir yeşile ne isim takmalı, ya bu enfes mavi nasıl tarif edilirdi diye düşünmeden edemiyorum. İyotla balık kokusu birbirine geçiyor.

 

Etrafımı derhal çocuklar sarıyor, elimdeki kameraya bıkmadan defalarca poz veriyor, tokalaşmak için sıraya giriyorlar. Müthiş bir enerji oluşuyor ve beni tam ortalarına alıyorlar. Kendilerine olan güvenleri ve kocaman gülümsemelerine kapılmamak imkansız. Bir kısmı pazarda peşimden ayrılmazken bir kısmı sarılıp vedalaşıyor. Burada da kadınlar ön planda. Her ne kadar balığa erkekler çıksa da işin karadaki kısmını kadınlar hallediyor. Balıkların tartılması, ayrılması, temizlenmesi yine kadınların işi.

 

 

İnou Walli

 

Pazarda elimde kamera ile avare avare dolaşırken bir anda karşımda 2 asker belirdi, “Komutanımız sizi çağırıyor” dedi. “Siz ismini söyleyin, ben çıkarken uğrarım” dediysem de kendimi bir anda pazarın güvenlik biriminin olduğu serin izbe bir odada, karanlıkta güneş gözlüğüyle oturan 2 metre boyundaki komutanın karşısında buldum. Komutanın sağında bir grup asker hazırolda beklerken ben de pembe sırt çantam, renkli bilekliklerimle komik bir tezat oluşturmuştum. Baskın basanındır mantığıyla hemen söze girdim: “Komutanım merhaba, Esma ben, Türkiye’den geldim, gazeteciyim, ülkenize bayıldım. Fotoğraf çekiyordum, beni çağırmışsınız. İnou Walli.”

 

Yerel dil Susucada teşekkür etmiştim. Muhtemelen yanlış telaffuz etmiş olacağım ki komutan suratıma önce garip garip baktı, sonra da askerlerle kahkahalarla güldü. Biraz çekinerek biraz da merakla girdiğim bu odada 45 dakika harcadım, komutanla epey komik bir sohbete giriştim. Hatta benden üstü kapalı rüşvet isteyen komutana binbir çabayla soğuk bir kola ısmarlatmayı bile başardım. Komutan Barry, pazarda rahat çalışayım diye 1 askerini bir de belediye görevlisini yanıma verdi, bir de söz verdirtti: Türkiye’ye geldiğinde ben de ona soğuk kola ısmarlayacaktım.

 

 

Gine’nin Tarkan’ı: Kandia Kora

 

Pazarda işim bitince daha önceden ayarladığım taksiye attım kendimi. Radyoda insanın içini ısıtan bir şarkıya rastladım. Hiç duymadığım bir enstrümanla genç bir ses şarkı söylüyordu. Gine’nin dünyaca ünlü pop yıldızı Kandia Kora, “Confirmer” diyordu. Gine’nin geleneksel enstrümanı Kora sanatçısı olan Kandia, kendisine öyle bir takma isim koymuş. Kandia ile daha sonra Konakri’deki büyükelçilikte tanışma şansım da oldu. Gine’nin Tarkan’ı benzetmesi yanlış olmaz. Afrika müziğini de bir nevi onunla keşfedip, sonra bu konudaki cehaletime şaşırdım.

 

Müthiş bir hazine bulmanın verdiği heyecanla araştırmaya başladım. Albino olduğu için babası tarafından reddedilen Malili yanık sesli Salif Keita, Nijeryalı Yemi Alade, R&B’yi farklı yorumlayan Gineli Degg J Force 3, Senegalli dünyaca ünlü pop star Youssou N’Dour ve daha nicesi. Afrika’nın sıcak ve neşeli havası adeta müziğine de sirayet etmiş. Afrika ezgileri insanda, güneşin batarken oluşturduğu kızıllığın huzurunu hatırlatıyor. Ya da güneşli havada esen ılık bir rüzgar gibi mutlu edici bir etkiye sahip.

 

 

Bir öğretmen maaşı 30 dolar ama insanlar mutlu ve dertsiz

 

Gine sokaklarında akşam güneş batmaya yakın tatlı bir hareketlenme başlıyor; evlerinde elektrik ve su olmayan Gineli kadınlar, mahallelere kurdukları kazanlarda topluca yemek pişiriyor. Kap kacak seslerine kadınların gülüşleri, söyledikleri şarkılar karışırken çocuklar da sokaklarda özgürlüklerinin tadını çıkarıyor. Tarifi zor bir hürriyet. Kazanlarda ise sebzeli pirinç pilavı, yerel fufu yemeği ve kurutulmuş balık dışında pek bir şey yok.

 

Böyle tasasız, bir yere yetişmeye çalışmadan dolaşıyorum sokaklarda. Orhan Veli’nin “Bedava” şiiri geliyor aklıma, “Bedava yaşıyoruz bedava, hava bedava, bulut bedava. Dere tepe bedava, yağmur çamur bedava”.

 

Hava kararınca otele doğru yol alırken birkaç sokağın bir grup tarafından kapatıldığına şahit oluyorum. Paris’te takip ettiğim sayısız eylem sonucu istemsizce acaba bir protesto mu var diye soruyorum, taksici kocaman gülümsüyor. Meğer bir düğüne denk gelmişiz, insanlar da sokakları rahat dans edebilmek için kapatıyorlarmış. Takıp takıştırmış Gineli kadınların, dans eden genç erkeklerin ve neşeli ritimlerin arasında yavaş yavaş ilerleyerek günü bitiriyorum.

 

Bir öğretmen maaşının 30 dolar olduğu bu ülkede insanların nasıl bu kadar mutlu ve dertsiz olabildiğine hayret ediyorum gecenin sonunda. Dünyanın geri kalanına verdikleri mesaj adeta yüzüme tokat gibi çarpıyor. Her şeyi olduğu halde daha fazlasını isteyen, doymak bilmeyen, bencil, hırstan gözü dönmüş modern çağın kölelerine mutlu olmak için aslında hiçbir şeye ihtiyaç olmadığını gösteriyor Gine…

 

 

Sıfır fiziksel temastan doya doya sarılmalara 

 

Cumhurbaşkanlığı sarayından bir balıkçı kulübesine kadar şehrin en ücra, birbirinden farklı köşelerini keşfettim bir haftada. Başkentin yanı sıra küçük köylerine, beyaz insan gördüğü için korkup avazı çıktığı kadar ağlayan çocukların yaşadığı fakir kentlere kadar gittim. Ülkede resmi dil Fransızca olsa da halkın büyük bir kısmı sadece yerel dili konuşabiliyor. Yani çoğu zaman beden diliyle anlaştım, çok da işe yaradı. Hatta Ginelilerin beni, ana dillerini konuştuğum Fransızlardan daha iyi anladığı hissine kapıldım.

 

Paris’te sıfır fiziksel temasla geçirdiğim yılların sonunda çocuklara doya doya sarılmak, yoldan geçen herhangi biriyle teklifsiz bir sohbete başlamak müthiş iyi geldi. İlk kez ayak bastığım bu kıtaya, hakkında uzun yıllar eğitim aldığım, dilini konuşabildiğim, tarihini ezbere bildiğim Fransa’dan çok daha fazla ısınıvermiştim. Hatta ayrıldıktan haftalar sonra bile aklımdan çıkmamış, gece yarısı çektiğim fotoğraflara bakarken Afrika’ya âşık olduğumu fark etmiştim. Söyleyenler haklıydı, Afrika virüs gibiydi, bir kez bünyeye girince iflah olmak imkansızdı.

 

 

O siyah adam tam olarak nerede yaşıyor?

 

Yolu bir şekilde Afrika’ya düşmüş ve sonradan ayrılmış insanların anlattıklarını anımsadım. Peki, beyazları kazanlara koyup kaynatan Afrikalılar neredeydi? Vahşi ve ürkütücü, sert mizaçlı siyah adam tam olarak nerede yaşıyordu? Yoksa bu insanları ve kıtayı yıllarca sömürenler miydi bize bu fikirleri dayatan, beyinlerimizi yıkayan? Paris’te devamlı cüzdanımı ve telefonumu kontrol etmek zorunda kalan bendeniz, Konakri sokaklarında elimi kolumu sallayarak gezmenin tadına varmış, hatta sırt çantamın fermuarını açık unuttuğumu saatler sonra fark etmiştim. Gerçekten eli silahlı siyah adam hangi köşe başında beni durdurup öldürecekti? Bir şekilde beynime yer etmiş korkunç hikayeleri düşündüm durdum. Zira ben beyaz adamın yüzyıllar önce yaptıkları dışında hiçbir korkunçluğa rastlamamıştım.

 

Avrupalının nobranlığını Amerikalının küstahlığını bırakın bir kenara. Sizi Afrika’da harika gülümseyen çocuklar, neşeli şarkılar ve pırıl pırıl insanlar bekliyor… Mama Afrika, size bir ana şefkatiyle kucağını açıyor…

 

PS: Bu yazıyı yazarken bana eşlik eden şarkıların bir listesi. Yalnız dikkat, bünyede “Sırt çantasını alıp çıkma” isteği uyandırabilir…

 

1- Youssou N’Dour – Beautiful, Bull Ko Door

2- Yemi Alade – Marry Me, Na Gode

3- Kandia Kora – Confirme, Fais Bisou

4- Salif Keita – Yamore

5- Degg J Force 3 – Akolon, Si vite partie

6- Sauti Sol – Coming Home, Kuliko Jana

 

Fatma Esma Arslan

Etiketler:
Merjam

Merjam

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio