Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Tarihi Bir Kaynak Niteliğinde: Destanlar
Tarihi Bir Kaynak Niteliğinde: Destanlar
Toplumun Ortak Değerlerini Yansıtan Kaynaklar
Tarihi kaynak niteliğinde de faydalanılabilen destanlar, mitlerden sonra en eski ikinci tür olarak kabul edilmektedir. Destanlar, ait oldukları toplumların ortak değerlerini, kurallarını ve yaşam biçimlerini içererek o milletlerin geçmişini temsil ettiğinden milli özellikler taşımaktadır. Ancak bununla birlikte bu türün her zaman gerçekleri aktarmadığını unutmamak gerekir çünkü bu anlatılarda toplumlar idealleştirdikleri bir gerçeği yansıtma gayretinde olurlar. Kahramanların sonsuz bir güce sahip olmaları ve neredeyse ölümsüz olmalarının sebepleri de bu gayretin içinde saklıdır.
Destanlar, toplumları derinden etkileyen ve iz bırakan bir olay sonrasında oluşmuşlardır. Milli özellikler taşıdığından ait olduğu toplumun tüm özelliklerini yansıtırlar. Halkın ortak malı olan destanlar anonimdir. Sözlü gelenek yoluyla gelecek kuşaklara aktarımı sağlanmıştır. Hem sözlü olması hem de halkın idealleştirme gayretinden dolayı olağanüstü özellikler taşımakta ve genellikle manzum yani şiir şeklinde anlatılmışlardır. Ait olduğu toplumda herkesin anlayabileceği sade bir dile sahiptir. Kahramanlar seçkin kişilerden oluşur ve bu kişiler olağanüstü özelliklerle kuşatılır. Genellikle savaş, yiğitlik, doğa ve aşk gibi temalar işlenmektedir. Destanlar doğal ve yapay olmak üzere iki başlıkta incelenmektedir ve destanların oluşumu için geçirilen üç ana evre söz konusudur.
Destanların Oluşum Evreleri
1. Doğuş Safhası
2. Yayılış Safhası
3. Tespit ve Yazıya Geçirilme Safhası
Doğuş Safhası: Destana konu olayın ortaya çıkmasıdır.
Yayılış Safhası: Varyantlaşmaların en yoğun olduğu evredir. Anlatı, kuşaktan kuşağa aktarılarak sözlü kültür ortamında olgunlaştırılır.
Tespit ve Yazıya Geçirilme Safhası: Varyantlaşmanın sona ermesinden itibaren araştırmacının bu varyantlarda en ortak tarafları bularak anlatıyı derleyip toparlayarak yazılı kültür ortamına aktardığı evredir.
Destan Türleri
Destanlar “Doğal Destanlar” ve “Yapma Destanlar” olmak üzere ikiye ayrılır. Doğal destanlar, toplumların tarihinde derin izler bırakan olaylar sonrasında sözlü gelenekte oluşan ve üç aşamadan geçen destanlardır. Bu aşamalar yukarıda da bahsetmiş olduğumuz gibi oluş sahası, yayılış safhası ve derlenme safhasından oluşmaktadır. Oluş safhasında destana konu olan olay gerçekleşirken, yayılış safhasında bu olay toplum arasında nesiller boyu sözlü olarak anlatılarak uzun yıllar yaşatılır. Bu aşamada destana olağanüstü özellikler de yüklenir. Derlenme aşamasında ise bir araştırmacı halk dilinde sözlü olarak yaşayan bu destanı toparlayarak yazıya aktarır. Doğal destanların sözlü olması nedeniyle anonim olduğunu söyleyebiliriz.
Yapay destanlar ise milletlerin tarihinde iz bırakan bir olayın sanatçılar tarafından destan özelliklerini barındıracak bir şekilde oluşturulmasına denir. Doğal destanlarda anlatılan olayın binlerce yıl önce olmasına rağmen yapay destanlarının konusu yakın bir tarihte yaşanmış olabilir. Yapay destanlar doğal destanlar gibi üç safhada oluşmaz. Sanatçı tarafından yazıldığı için anonim değildir, yazarı bellidir. Yapay destanlara örnek olarak; Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine”, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Üç Şehitler Destanı” ve Nazım Hikmet Ran’ın “Kuvayi Milliye Destanı” verilebilir.
“Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun! Dokuz dalın her birinin kökünden birden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz millet olsun!”
Bu tür, ulusların, özellikle tarih yazımının henüz yaşam bulmadığı dönemlerine ışık tutmaları bakımından önemlidirler. Ayrıca, ulusların tarih sahnesine çıkışlarını, komşularıyla olan ilişkilerini ve kendi kültür dokularını var eden değerleri anlamak bakımından da önemli kaynaklardır. Sözlü kültür ürünü oldukları ve yazıya geç geçirildikleri için destanların tamamı konusunda bilgimiz sınırlıdır.
İçeriğine göre destanları genel bir belirlemeyle; arkaik destan, kahramanlık destanı, tarihi destan, aşk destanı, mitik-masalsı destan, halk destanı ve milli destan olarak temel çerçeveye yerleştirebiliriz. Arkaik destanlar, anlatmalık türlerin ilk kaynağı olarak değerlendirebileceğimiz mitolojiden beslenen destanlardır. Kahramanlık destanları, bir kahraman ve onun maceralarını anlatan, temel destan anlatısıdır. Tarihi destanların çekirdeğinde mutlaka tarihi bir olay vardır ve destanlar, tarihten ayrı düşünülemez. Aşk destanları, konusunu aşktan alan ve toplumsal bir gaye de taşıyan destanlardır. Mitik-Masalsı destanlar, arkaik dünyanın unsurlarıyla, toplumların mitik fantezilerini barındıran ve kahramanlık maceraları ekseninde işleyen destanlardır. Milli destanlar ise Batı dillerinde epope olarak adlandırılan ve bir soyun veya soya ait boylardan birinin, hürriyet, istiklal ve bütünleşmesiyle ilgili büyük sevinç veya keder ifadesi olan, bir örnek kahramanın etrafında teşekkül eden anlatımlardır.
Türk Edebiyatında Destan
Türk edebiyatı dünyanın belki de en zengin destan kültürüne sahip edebiyatlarındadır. Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları arasında zengin bir destan geleneği vardır. İslâmiyet’ten önceki Türk destanlarının orijinal, tam metinleri elimize geçmemiştir. Eski Türk destanlarının bugün elimizde bulunan parçaları çeşitli kaynaklardan derlenmiştir. Bunlardan bir kısmı, Türk araştırıcılar tarafından, doğrudan doğruya halk dilinde hâlâ yaşayan destanların derlenip yazılmasıyla elde edilmiş, bir kısmı ise eski Çin, Arap, İran, Bizans ve Batı kaynaklarında bulunmuştur. Bugüne değin yapılan çalışmalarla adları ve kimi parçaları belirlenen Türk destanlarının toplamı iki yüz civarındadır.
Türk destanlarının belli başlı niteliklerine baktığımızda karşımıza; güzellik, yiğitlik, atın ve bozkurdun insana sadık bir yoldaş olması, kurdun ana, baba ve hatta tanrı olması, yurt kabul edilen coğrafyanın kutsallığı gibi unsurlar çıkar. Manzum olan Türk destanlarında nazım birimi olarak dörtlük tercih edilmiştir. Yine bu manzum parçaların hece ölçüsüyle şekillendiğini görebilmekteyiz. Destanlar aynı zamanda Türk toplumunun tarihini ve kültürel özelliklerini ortaya koyar. Bu bakımda bu eserlerin bizim için değeri paha biçilmez olmaktadır. Çünkü bu destanlar atalarımızın binlerce yıl öncesindeki yaşamlarını ve hayata bakış açılarını bize göstermektedir.
Bilinen Türk destanları arasında en eskisi “Yaratılış Destanı”dır. Bu destan, Altay Türkleri arasında söylenmiştir. Rus Türkolog Radlof tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir. İslâmiyet’ten önceki döneme ait en eski destanlarsa Saka Türkleri’ne aittir. Bu destan zinciri içinde “Alp Er Tunga” ve “Şu” parçaları bulunur. Bunlar Kaşgarlı Mahmut’un “Divanü Lugati’t Türk” adlı eserinde yer almaktadır. İlk Türk destanları arasında; “Oğuz Kağan Destanı”, “Bozkurt Destanı”, “Ergenekon Destanı”, “Türeyiş Destanı” ve “Göç Destanı” sayılabilir. MS 9. yüzyıldan itibaren Müslüman olmaya başlayan Türklerin bu dönemden sonra inançları ile birlikte edebiyatları da değişmeye başlamıştır. İslâmiyet’in kabulünden sonraki Türk destanlarına baktığımızda “Satuk Buğra Han Destanı”, “Manas Destanı”, “Cengiz-name”, “Timur ve Ediğe Destanları”, “Seyid Battal Gazi Destanı”, “Danişmend Gazi Destanı”, “Köroğlu Destanı” sayılabilir.
“Oğuz Kağan yürüdü, yakınına ışığın Oturduğunu gördü, ortasında bir kızın! Bir ben vardı başında, ateş gibi ışığı, Çok güzel bir kızdı bu, sanki Kutup Yıldızı! Öyle güzel bir kız ki, gülse gök güle durur! Kız ağlamak istese, gök de ağlaya durur!”
Dünya Edebiyatında Destan
Dünya edebiyatında destanın karşılığı olarak “Epope” kavramı kullanılır. Dünya edebiyatında doğal destan olarak özellikle “Gılgamış” destanı ile “İlyada ve Odysseia” destanı öne çıkmaktadır. Bilinen en eski destan olan “Gılgamış” destanı MÖ 3000 yıllarında Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. Eski Yunan Tarihçisi Homeros’un aktardığı destanlar olarak bilinen “İlyada ve Odysseia”nın ise MÖ 11-12. yüzyıllarda geçtiği sanılmaktadır. Özellikle “Odysseia”, Yunan tragedyası ve Batı edebiyatının önemli bir kaynağıdır. Dünya edebiyatında yapma destanlara da rastlanmaktadır. Virgilius’un “Aineis” adlı destanı MÖ 29-19. yüzyılları kapsamaktadır. Troyalı Aineis’in uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra Latin ülkesine gelerek Lavinium kentini kurması anlatılmaktadır. Lavinium sonradan Alba Langa ve Roma kentlerinin yerine kurulan ilk kenttir. Milton’un “Kaybolmuş Cennet” adlı destanı ise insanın cennetten kovuluşu ve tanrının şeytanla mücadelesini anlatmaktadır.
Dünya çapında bilinen en ünlü destanlar şunlardır:
İlyada (Yunan, Homeros),
Odysse (Yunan, Homeros),
Şehname (İran, Firdevsi),
Gılgamış (Sümerler),
Ramayana (Hint),
Kalevela (Fin, Lönrot),
Nibelungen (Alman),
Beowulf (İngiliz), İgor (Rus),
La Cid (İspanyol),
Chansende Röland (Fransız),
Şinto (Japon),
Oğuz Kağan (Türk).
İlyada-Odeysseia
Homeros
Eski Yunan’da, şair Homeros’un yazdığı varsayılan büyük bir destandır. Bir başka Homeros destanı olan “Odysseia” ile birlikte, Batı edebiyatının en eski örneği ve tüm zamanların en güzel şiirlerinden sayılır. “İlyada” bir olayın, “Odysseia” bir kişinin destanıdır. Homeros’un Yunanca “İlias” adını taşıyan destanı, İlyon ya da Troya olarak anılan kentin destanıdır. Konusu Troya Savaşı olmasına rağmen hem bu savaşın ancak kısa bir dönemini kaplar hem de Troya efsaneleri diye andığımız büyük bir efsane ve masal çemberinin küçük bir bölümünü içerir. Aslında “İlyada” Troya’nın destanı değil, Akhilleus’un destanı sayılmalıdır. Akhilleus’un Akha ordularının başkomutanı Agamemnon’a karşı öfkesi yüzünden savaşı bırakıp barakasına çekilmesiyle başlayan destan, arkadaşı Patroklos’un ölmesi yüzünden savaşa geri dönmesi, Troyalı kahraman Hektor ile çarpışması, onu öldürmesi, ölüsünü Troya surları çevresinde arabasına bağlı olarak sürüklemesi ve sonunda insafa gelerek Hektor’un ölüsünü babası Kral Priamos’a geri verilmesi ile biter. 24 bölümlü ve 16000’i aşkın dizeli bu destan Troya Savaşı’nın dokuzuncu yılında tam 51 günlük bir süreyi kaplar
“Odysseia” ise bir destandan çok bir romanı, filmi andırmaktadır. “İlyada”ya göre bambaşka bir yönteme göre kurulduğu kesindir. Eser, beş ayrı destan parçasından bir araya gelir. “Odysseia”, Troya Savaşı kahramanlarından Odysseus’un, ülkesi İthake’ye dönerken on yıl süren yolculuğunda yaşadığı maceraları anlatan büyük bir destandır. Gerek karakterlerinin gerek kurgusunun modern romana yakınlığıyla dikkat çeker. Beş ana bölümden birincisini, ikincisini, dördüncüsünü ve beşincisini “Odysseia”nın ozanı kimse o anlatır, asıl “Odysseia Destanı” olan Odysseus’un serüvenlerini ise Odysseus’un kendisi anı olarak anlatır. Destan, tanrıların gökyüzündeki toplantılarında Odysseus’un artık Kalypso’nun yanından ayrılarak evine dönmesine karar vermeleriyle başlar.
Bâbil Yaratılış Destanı-
Enuma Eliş
Dünyada ilk defa, evrenin ve insanın yaratılışının bütünsel olarak anlatıldığı destan olan “Enuma Eliş” Asur-Babil Uygarlıkları dönemine aittir. “Enuma Eliş”, “Bir zamanlar yukarıda…” anlamına gelir ve 7 adet kil tablet üzerine yazılmıştır. İlk tablet “Bir zamanlar yukarıda…” şeklinde başladığı için destana bu isim verilmiştir; yaklaşık 1000 dizeden oluşur. Destanın metni, çivi yazılı 159 tablet ve tablet parçaları üzerinde bulunmaktadır. Nüshalar, Asur ve Bâbil yazı şekilleriyle (duktus) yazılmıştır. Yine Asur duktusunda 83, Yeni ve Geç Bâbil duktusunda 76 nüsha bulunmuştur. Destanın en önemli özelliklerinden birisi, günümüzde kutsal kitaplarda okuduğumuz yaratılış bölümlerinin “Enuma Eliş”teki metinlere çok benzer olması, ancak “Enuma Eliş”in kutsal kitaplardan çok daha eski olmasıdır. Destanın yazıldığı yedi tabletten beşincisi büyük oranda kırık olduğu için okunamamaktadır. “Enuma Eliş”, Bâbillilerin, baş tanrıları olan Marduk’u yüceltmek için Amurî ve eski Sümer-Akkad kavram ve metinlerinden yararlanarak yazdıkları kapsayıcı bir dini metin ve bir mittir. Eser, kâtiplerin eğitiminde kullanılan temel eserlerden biri olduğu için günümüze çok sayıda nüsha ulaşmıştır.
Altıncı tabletin geriye kalan bölümlerinde ve yedinci tablette, tanrılar Marduk’un 50 adını zikreder ve ardından ona övgülerle “Ea” adı da verilir. Eski Çağ dinleyicisi açısından bu eseri taçlandıran bir öğedir. “Enuma Eliş”, insanlar arasında okunması ve bilinmesi talimatıyla sona erer.
Yedi adet kil tablet üzerine yazılmış eserin birinci tableti evrenin yaratılışını anlatmakla başlar. Bu özelliğinden dolayı uzmanlar tarafından esere “Bâbil Yaratılış Destanı” adı verilmiştir. İkinci tablet, tanrıların çaresizliğini anlatmakla başlar. İkinci, üçüncü ve dördüncü tabletler, Marduk’un düşmanlarını yenmesi ve ardından yüceltilmesi hakkındadır. Tanrıların onu kral etmesinin ardından Marduk bütün evreni yeniden yaratır ve günümüz dünyası oluşur. Beşinci tablet ise gökyüzünün yaratılışı ile başlar. İnsanın yaratılışı ile ilgili bölümse altıncı tablette başlar. İsyan eden Kingu’nun kanından insanlar yaratılır.
Yaratılış Destanı
“Yaratılış destanı”, Türklerin Altay-Yakut zamanında çıkan bir destanıdır. İlk Türk destanlarından olma özelliğine de sahip olan bu destan, Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları ve Altay Türkleri arasında söylenmektedir. Türk destanları arasında en eskisidir. Evrenin yaratılışını, iyilik ve kötülüğün kaynaklarını, evrendeki düzeni konu edinen “Yaradılış Destanı”, 19. yüzyılda Prof. W. Radloff tarafından Altay Türkleri arasında derlenmiştir. Destan, Türkler tarafından kabul edilmiş eski ve yeni dinlerin, özellikle de Şamanizm’in izlerini taşır. “Yaradılış Destanı”, Türk mitolojisi, düşüncesi ve inancı bakımından önemli izler taşır. Evrenin yaratılışını, iyilik ve kötülüğün kaynaklarını, evrendeki düzeni konu edinen destan, kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum bir yapıttır.
Gılgamış Destanı
Bilinen en eski yazılı edebi eserdir. Ölümsüzlüğü arayan bir kralın öyküsünü anlatan destana konu olan Kral Gılgamış İÖ 3000 yıllarının ilk yarısında Mezopotamya’daki Uruk kentinde hüküm sürmüştür. Ölümsüzlüğün ve bilginin peşindeki insanı yücelterek anlatan Gılgamış Destanı, Akat ve Sümer dillerinde yazılmış tabletlerden derlenmiştir. Bu tabletlerdeki metne göre destan, Gılgamış’ın özelliklerini övgüyle anlatarak başlar. Yarı insan, yarı tanrı olan Gılgamış karada ve denizde olan biten her şeyi bilen başarılı bir yapı ustası ve yenilmez bir savaşçıdır. Destanının, öbür bölümlerinde Gılgamış’ın başından geçen serüvenler anlatılır. Kil levhalar üzerine değişik dönemlerdeki yazımlar ve kopyalar günümüze tam olarak ulaşmadığı için destan pek çok eksiklik ve kopukluk içermektedir.
Ramayana
Bir Hint destanı olan “Ramayana”, 24000 kıtadan meydana gelir. Destanda anlatılan Rama’nın hikâyesidir. Rama, prensin kızı Sita ile evlenmek ister. Prens, kızın Tanrı Şiva’nın yayını çekebilecek savaşçıya vereceğine söz vermiştir. Bu savaşçı başka şehirde tutulmaktadır; dönüşünde Rama, onun mirasçısı olacaktır. Bu anlaşma, Kralın ikinci karısı tarafında kabul edilmez. Rama, nişanlısı ve kardeşi sürülür. Hepsi, Hindistan’ı kaplayan büyük ormana doğru yola çıkarlar; devlerle birçok çarpışmaları olur, birçok felaketlere uğrarlar. Seylan’ın dev kralının eline düşen Sita’yı kurtarmak için Seylan’la Hindistan arasında, deniz üzerinde bir köprü kurulur. Sita, türlü çetin tecrübelerden geçer ve sonunda Rama ile evlenir.
Kalevela
Fin milli destanı olan “Kalevela”, Elios Lönnrot tarafından toplanmış olan halk şarkılarından oluşur. “Kalevela”yı meydana getiren şarkılar beş kahramanın etrafında toplanır. Bunlar, saz şairi, demir, maceraperest, avcı, demirbaş köledir. Fin bilginleri bu destanın işlenmesini üç aşamaya ayırmışlardır:
Prota-Kalevela: 5052 beyit, 16 şarkı
Eski Kalevela: 12078 beyit, 12 şarkı
Yeni Kalevela: 22795 beyit, 50 şarkı
Türeyiş Destanı
Uygur destanı “Türeyiş” ve “Göç” olmak üzere iki parçadan ibarettir. Çin kaynakları tarafından tespit edilmiş bulunan “Türeyiş” parçası, Uygurların erkek bir kurttan türemelerini anlatır. Uygurların Ötüken bölgesinden tarım havzasına göç etmeleri etrafında oluşan ikinci parça ise hem Çin kaynaklarında hem de İran kaynaklarında yer almakta ve iki rivayet birbirini tamamlamaktadır. Uygur hakanının, üç kızını insanoğluyla evlendirmeyi uygun bulmayarak Tanrı’ya, kızlarıyla evlenmesi için yakarması ve Tanrı’nın bir kurt suretinde görünerek hakanın kızıyla evlenmesi ve Uygur Türklerinin bu evlilikten çoğalması anlatılır.
Ergenekon Destanı
Büyük Türk Destanı’nın bir parçası olan “Ergenekon Destanı”, Kök-Türkler çağını konu alır. “Ergenekon Destanı”nın, Türk destanlarının içinde ayrı ve seçkin bir yeri olup en büyük Türk destanlarından biridir. “Ergenekon Destanı”nın, Türk toplum yaşamın da yüzyıllarca etkisi olduğu gibi bugün bile Anadolu’nun dağlık köylerinde, birtakım gelenek ve göreneklerde etkisi görülmektedir. “Ergenekon Destanı”, “Bozkurt Destanı”nın ana çizgileri üzerine kurulmuştur. “Bozkurt Destanı” ile kaynağını belirleyen Türk soyu, “Ergenekon Destanı” ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini konu alır. Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon ovasında yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır.
Köroğlu Destanı
“Köroğlu Destanı”, Orta Asya’ya dayanan ancak oluşumunu Anadolu’da gerçekleştirmiş Ruşen Ali’nin yaşadığı kahramanlıkları anlatan bir destandır. Destanın içerisinde Köroğlu’nun gerçekleştirmiş olduğu toplamda 24 farklı macera yer almaktadır. Bu destanın tamamı manzum şekilde değildir, destanın bütünü manzum ve mensur karışık olarak anlatılmaktadır. Destanın zamanı çok tespit edilememiş olmakla birlikte destanda anlatılan olaylardan yola çıkarak 16. yüzyıl tespiti yapılabilmektedir. Destan, bazı özellikleri bakımından hem destan hem de halk hikâyesi özelliklerini taşımaktadır. Son dönemde oluşmuş Türk destanlarından biridir ve at seyisi olan Yusuf’un oğlu Ruşen Ali’nin nam-ı diğer Köroğlu’nun göstermiş olduğu yiğitlikleri anlatır. İslâmiyet’in etkisiyle birlikte bu destanda tanrı ve tanrıçalara rastlanmaz.
Genç Osman Destanı
“Genç Osman Destanı”, 17. yüzyılda Kayıkçı Kul Mustafa tarafından yazılan ve Türk halk edebiyatının en önemli epik eserlerinden biri sayılan duygusal koçaklamadır. Yapıtta Osman adındaki genç bir yeniçerinin savaş sırasındaki yiğitliği ve ölümü anlatılmaktadır. “Genç Osman Destanı”, Bağdat kuşatması sırasında bir müfreze komutanının yaptığı hücumla birlikte; Osman adlı bir gencin büyük kahramanlıklar gösterip; daha sonra kaleden atılan bir okla yaralanarak Dicle’ye düşmesi ve burada ölmesini anlatan bir olay örgüsüne sahiptir. Osman’ın ölümüne padişah IV. Murat dâhil tüm ordunun üzüldüğü rivayet edilmektedir. Hatta Sultan Murat’ın Genç Osman’ın ölümü üzerine: “Keşke Bağdat gibi kaleyi fethetmeseydim de Genç Osman’ım ölmeseydi.” dediği söylencesi hâkimdir.
“Genç Osman dediğin bir küçük aslan
Bağdat’ın içine girilmez yastan
Her ana doğurmaz böyle bir aslan
Allah Allah deyip geçer Genç Osman”
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı