Satır aralarını okumak

admin Yazar: admin 26 Kasım 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

“Kitabın sonunu anlamak istiyorsan satır aralarını da okumalısın.”

Satır aralarını okumak

 

Hayattan çok fazla şey istiyordum ama şu an için hepsini öteledim. Çünkü bu geceyi sorunsuz atlatmak, tüm isteklerimin önüne geçmişti. Büyük bir aileyiz ve keşke bu kısa cümleye sevgi dolu olduğumuzu da ekleyebilseydim. Ne var ki bu çok büyük bir yalan olurdu.

 

Benim adım Sultan, altmış yaşında emekli öğretmenim. Mesleğime duyduğum tutku o denli yoğundu ki evlenmeye fırsat bulamadım. Hayatıma üç kedim ve polisiye romanlarımla devam ediyorum. Her defasında kitaptaki dedektifle katilin peşine düşmek ve onu yakalamak ise yaptığım en adrenalinli faaliyet. Kitaplar sayesinde gittiğim dünyalar, yaşadığım dünyadan daha renkli ve her şeye rağmen daha samimi. İki yıl önce annemin ölümünden bu yana zaten pek de birbirine bağlı olmayan ailemin arasındaki gerilim iyice arttı. Sevgi ve insan biriktirmek yerine para biriktirmeyi tercih eden annemin mirası kardeşlerim ve yeğenlerimin arasındaki uçurumu iyice açmıştı. Lidyalılar farkında değil ama parayı bularak en büyük kötülüğü bize yapmışlardı. Bu akşam da aile büyüğü olarak bende toplanıp bir orta yol bulmaya çalışacağız. Sanki mümkünmüş gibi… 

 

Başköşeye geçen avukatımız Saffet Bey annemin, tüm mallarını üzerine yaptığı abimin ölümünden sonra açılan davalar hakkında bize bilgi veriyordu. Zavallı abim, ailede para kavgası çıkmasın diye düzenli olarak her ay herkese eşit miktarda ödeme yapıyordu. Ancak plan yaparken ölümü hesaba katmamıştı. Altı ay önce trafik kazasında vefat edince eşi ve oğlu Yiğit her şeyin kendilerinin olduğunu iddia etmiş ve asıl kıyamet de o zaman kopmuştu. Paranın ona verdiği yetkiye dayanarak Yiğit arkasına yaslanıp bacak bacak üstüne attı ve “Boşuna konuşuyorsunuz,” dedi tüm ukalalığıyla. “Mahkemeleri de boşuna meşgul ediyorsunuz. Her şey babamındı, şimdi de benim.”

 

Onun bu çıkışına karşın yedi yeğenim ve üç erkek kardeşim hep bir ağızdan konuşup bağırmaya başlayınca Saffet Bey yerinden kalktı. “Bu şekilde hiçbir yere varamazsınız!” Adam, daha önce hiç görmediğim şekilde öfkelenmiş ve sesini yükseltmişti. O sanki hiç konuşmamış gibi davranan iki numaralı yeğenim Aydın parmağını Yiğit’e doğru uzatıp: “Seni gebertirim!” diye haykırdı. “O para hepimizin!” “Haklısın, paraya sahip olmak için beni öldürmekten başka çareniz yok!” Yüzü saniyeden daha kısa bir sürede kıpkırmızı olan Aydın, yerinden fırlayınca araya giren Mert bedenini kullanıp onu durdurdu. Fakat Aydın’ın gözleri ateş saçarken onu zapt etmek mümkün görünmüyordu.

 

Salonumda çıkan arbedeyle başımın ağrıdığını hissettim. Sol taraftan içeriye giren sancı tüm kafamı ele geçirmiş gibiydi. Yine de benden beklenmeyecek bir çeviklikle ortalarına geçip: “Yeter! Kesin artık şunu!” dediğimde düğmeye basmışım gibi hepsi aniden durdu. Küçük boyuma rağmen Yiğit’e dönüp önünde dikildim. “Bu kadar emin konuşuyorsun ama bilirkişi raporunda ne yazıyor bilmiyorsun” dedikten sonra yüzümü Aydın ve Mert’e çevirdim. “Peki ya siz, haklıyken haksız duruma düşmeyi ne de güzel başarıyorsunuz!”

 

“Ama hala görmüyor musun, kışkırtıyor…” Araya girmekte gecikmeyen Suzan’a bir şey söylememe gerek kalmadan onu bakışlarımla susturdum. Sonra da geçip yerime geri oturdum. Ama daha ne yapacağıma karar veremeden kardeşlerimden Nevzat, “Bu kavgalar bir işe yaramaz,” dedi bıkkınlıkla. “Bırakalım mahkeme süreci devam etsin.” “Evet, bence de ama bu arada mallara ve paraya tedbir koydurtalım da Yiğit dâhil kimse kullanmasın.” Murat’ın yorumuna karşılık Yiğit, “Bana ait olan hiçbir şeye karışamazsınız!” dese de söylediğinden pek de emin olmadığı anlaşılıyordu. Geldiğinden beri ilk defa öfkelenip bakışları kısılan genç adamla birlikte hepimiz avukata baktık. Saffet Bey bir açıklama yapması gerektiğini fark edince konuşmaya başlamadan önce boğazını temizledi.

 

“Elimdeki bilirkişi raporuna göre mallara tedbir koyulabilir.” “Zaten annemin böyle bir vasiyeti var, anlaşmazlık durumunda siz bizim adımıza mirası koruyacaksınız, öyle değil mi?”

 

Beni başıyla onaylayan Saffet Bey, “Malların ve paranın rahmetli ağabeyinizin üzerine kayıtlı olması, Yiğit’i asıl vasi tayin eder.” dedi. “Ancak yazılı vasiyet ve malların asıl sahibinin ebeveynlerinizin olduğunun ispatlanabilir olması, sizin lehinize.” “Ben de boş duracak değilim, açtığınız tüm mahkemelere karşı gerekeni yapacağım.” Duydukları Aydın’ın hoşuna gitmese de Yiğit’in çıkışlarına karşın kendine hâkim olamayacağını anlamış olacak ki hışımla hareketlenip kapıya doğru yöneldi.

 

 

“Ne hâliniz varsa görün!”

 

Aydın odadan çıkıp gözden kaybolurken ortamda yeniden bir kargaşa oluştu. Ben hayretle olup biteni seyrederken en çok da üç erkek kardeşimin, gençlerle bir olup giriştiği tartışmayı şaşkınlık ve üzüntüyle seyrediyordum. O esnada Yiğit de başına üşüşen kalabalıkla baş edemeyeceğini fark edip ayaklandı. Duyduklarından hiç hoşlanmamıştı. Onu yakasından tutup silkelemek ve kendine gelip herkesin hakkını vermesi için uyarmayı çok istesem de bunun boşuna bir çaba olacağını bildiğim için oturduğum yere iyice gömüldüm. Tam karşımda oturan avukatın görüntüsü de benden farklı değildi. Geri kalanlarsa kavgayla sorunlarını halletmek niyetindeydiler. Sonra sadece benim anlayacağım şekilde avukat lavaboya gitmek için dudaklarını kıpırdatıp izin istedi. Onu başımla onayladım. O anda adamın bizden kurtulduğuna sevindiğine yemin edebilirdim.

 

Yirmi yaşındaki yeğenim Murat da “Herkese huzur dolu geceler.” dedi imayla ve yanımızdan ayrıldı. Fakat benim dışımdakilerin onun gidişini fark ettiğini sanmıyordum. O esnada bana yönelip “Abla sen de bir şey söylesene” diyen küçük kardeşim Rıfat’ın gözlerindeki hiddete tanık olduğumda artık bu gecenin bitmesi gerektiğine karar verdim. “Tamam, hadi artık herkes evine!” deyip ellerimi dizime dayadım ve ayağa kalktım. Maddiyat söz konusu olduğunda insanoğlu tüm maneviyatını unutuyordu. Oysa sahip olduklarına anlam katan sevginin yerine parayı koyduklarında geriye kütleden başka bir şey kalmıyordu. “Zaten ne diye geldiysem!” diye kendini azarlayan Yiğit önünü kesen kalabalığın arasından sıyrıldı. “Bundan sonra sadece mahkemede görüşelim.” Ne benimle ne başka herhangi birisiyle göz teması kurmayan Yiğit, odadan çıkarken ardında bıraktığı sessizlikte sadece öfkenin titreşimleri hissedilebiliyordu.

Gidenlerin ardından anlamsızca bakan Mert, “Benim bir sigaraya ihtiyacım var.” deyip elini cebine attı. Ancak salonumda sigara içilmediğini bildiği için bir şey söylememe fırsat kalmadan dışarı çıktı. Bu gençlerin bir zamanlar bu salonda kahkahalar atıp oyunlar oynayan çocuklar olduğuna inanamıyordum. Zaman bize adil davranmamıştı. Nevzat ve Suzan da fazla kalmadı ama neyse ki onlar aceleyle de olsa beni öpüp peş peşe gittiler. Geri kalanımız sorundan başka bir şey doğurmayan gecenin kritiğini yaparken lavabodan dönen avukat da gitmek için izin istedi. Sıcacık elleriyle samimi şekilde elimi sıktı. Bu hareketiyle bana birçok şeyi anlatıyordu. Ben de ona teşekkür edip “Şimdi ne olacak?” diye sordum. Ancak adam bana cevap veremeden sohbetimizin uzayacağını anlayan yeğenlerimden Şefik de gitmesi gerektiğini söyledi. Belli ki artık duymaktan sıkılmıştı. Avukat Saffet’in söyleyeceklerine odaklanmış hâlde onu dinlerken dairemin dışından gelen sesle birlikte ne olduğunu anlamak istercesine önce birbirimize baktık ardından da kapıya koştuk. Çünkü gelen bağırtılı ses pek de iyi şeyler olmadığını anlatıyordu.

 

Yedi yeğenim ve üç kardeşimle birlikte yeniden salonumdaydık. Ancak bu defa etrafımızda tanımadığımız insanlar vardı ve tek eksiğimiz olan Yiğit, siyah bir poşetin içinde binadan ayrılmıştı. Şefik onu asansörde göğsünden tek kurşunla vurulmuş hâlde bulduğundan beri sanki her şey değişmişti. Sırasıyla polis ve ambulansı çağırdıktan sonra ise işler tamamen bizim kontrolümüzden çıkmıştı. Zaten komiserin yaptığı ilk iş de evden ayrılan herkesi tek tek geri getirtmek olmuştu. Ben öfke bekliyordum ama şu anda gördüğüm gözlerde üzüntü vardı.

 

Ölüm, var olan her şeyi anlamsızlaştırıyordu. Çünkü şimdi var olduğunu sandığımız şey, her an yok olabilirdi. Adının Suat olduğunu söyleyen komiser, öncelikle evden ilk çıkan Aydın’a neler olduğunu sordu. Çünkü söylediği gibi binadan hemen ayrılmamıştı. Sesi çatlayan ve kurumuş boğazını yumuşatmak için yutkunan Aydın üzüntülü olduğu kadar tedirgindi.

 

“Asansörle aşağıya inerken Yiğit’e duyduğum kızgınlık beni gitmekten alıkoydu. Tekrar yukarı çıktım. Şans işte o da asansör bekliyordu. Beni görünce konuşmak istemediğini ama yarın yanına gidersem ortak ittifak kurup mirası benimle bölüşebileceğini söyledi.” Aydın’ın anlattıklarına tepki olarak salonda homurtular yükseldi ama ben bambaşka bir şeye odaklanmıştım. “Murat, senden sonra ama Yiğit’ten önce çıkmıştı. Onu görmedin mi?” diye sorarken göz ucuyla da Murat’a baktım. Huzursuzca yerinde kıpırdanan Murat da başına gelecekleri anlamış gibi bakışlarını kaçırdı. Ama ondan önce davranan Aydın, “Hayır, onu görmedim,” dedi. “Hemen gitmedim, kapının önünde biraz oyalandım.”

 

“Neden?”

Komiserin sorusuna cevap verirken bile bakışlarını yerden kaldırmayan Murat, “Yiğit’in de fazla kalmayıp evden çıkacağını biliyordum,” dedi. “Onunla konuşmak için bekledim. Ama çok sinirli olduğunu ve yarın görüşebileceğimizi söyledi. Bana bir teklifi olacakmış. Asansörlerden sağdaki gelince bindim ama diğeri de gelmek üzereydi. Yiğit de yalnız kalmak istediğini ve bana gitmemi, kendisinin diğer asansöre bineceğini” söyledi. “Sanırım diğerindeki de bendim ve tekrar yukarı çıkıyordum.” Aydın’ın yorumuna kimse bir karşılık vermedi. Keza ben de tam karşımda dikilen Mert’e döndüm. “Peki, sen sigara içmeye çıkmıştın, onu görmedin mi?” Diğerlerine göre daha rahat görünen Mert fütursuzca omuzunu sallayıp “Ben kimseyi görmedim.” dedi. “İki asansör de meşguldü o yüzden sigara içmek için aşağıya inmek yerine yangın merdiveni boşluğuna çıktım.” “Bundan emin misiniz?” diye soran komiser sağ kaşını havaya kaldırdı. “Kimse bahsetmedi ama maktul Yiğit’in yüzünde bir darbe izi var. Onun da ölümünden hemen önce olduğunu düşünüyoruz. Evdeki toplantıda böyle bir şey yaşandı mı?” Cevap olarak başımı sağa sola salladım. Arbede olmuştu ama temas yoktu. Mert ısrarla “Hayır!” dediğinde ona ben de dâhil kimse inanmadı. “Onu görmedim ve dolayısıyla da ona vurmadım.”

 

“Peki, sizce kim yapmış olabilir?” Evden çıkış sıralamasına göre devamını Nevzat’ın anlatması gerekiyordu. Kardeşim böyle bir şeyi yapacak güce ve öfkeye sahipti. Yine de içimdeki ses onun masum olmasını diliyordu. Nevzat da sıranın ona gelmiş olduğunu anlamışçasına yerinde doğrulup koltuğun ucuna kadar geldi ve kendinden emin bir ses tonuyla anlatmaya başladı.

 

“Ona ben vurdum ama onu ben öldürmedim!”

“Hayır, baba; bu doğru değil. Onun suratını dağıtan bendim.”

“Suzan! Sen kapa çeneni ve beni korumaya çalışmak için yalan söyleme.”

“Yalan söyleyen sensin baba, ben değil.”

“Bir saniye lütfen” diyen komiser olaya hâkim olabilmek için bir adım öne çıktı.

“Önce siz anlatın Nevzat Bey.” “Asansörden indiğimde karşıma çıktı.” “Siz aşağıda mı karşılaştınız?”

“Kapı açılıp dışarı çıkmak için adım attığımda o da asansöre girmek için hamle yaptı. Ona, senin hâlâ burada ne işin var, diye sorduğumda da yukarıda bir şey unuttuğunu ve onu almak için geri döndüğünü söyledi.” Komiser bir kez daha bana yöneldiğinde, “Burada herhangi bir şeyini unuttuğunu sanmıyorum.” dedim. “Zaten fazla da kalmadı.” Konuya dâhil olmak için acele eden Suzan, “O sırada yanlarına ben indim.” derken çenesini havaya dikmişti. “Babama hakaret ediyordu. Dayanamadım ve çantamla suratına vurdum.” “Ama sonra ben Suzan’ı alıp hemen oradan uzaklaştım.” Babasının onu korumak için dahi olsa araya girmesine öfkelenen Suzan ayağa kalktı. “Babam beni çekiştirip oradan uzaklaşırken Yiğit, hayattaydı ve biz binanın kapısından çıkarken o da asansöre biniyordu.” Sıra hâlâ şokta olan Şefik’e gelmişti. Yaşananları kabul etmekte zorlanan genç adam, “Asansör geldi, kapısı açıldı ve onu gördüm.” diyebildi. Sonra da elleriyle yüzünü örtüp tüm bedenini geriye doğru bıraktı ve koltuğa gömüldü. Birisi yalan söylüyordu ama hangisinin yalancı olduğu sadece yüzlerine bakılınca anlaşılmıyordu. Benimle aynı şeyleri düşünen komiser de tek tek herkesi inceledikten sonra “Peki, evde kalanların söyleyeceği bir şey var mı?” diye sordu. Yoktu. Ben de herkes adına konuşup “Hayır,” dedim. “Biz, hep buradaydık.”

 

Sonra evden çıkış sırasına göre önce Aydın’ın yüzüne baktım. Hikâyesinde boşluk yoktu. Ama söylediklerinin doğru olduğuna dair bir kanıtı da yoktu. Gidip geri gelmesi… Söyleyecek gerçekten önemli bir şeyi yokken bu, bana çok da doğru gelmiyordu. Öfkesini yeterince kusmuştu, geriye ne kalmıştı ki?

 

Murat’ın da Yiğit’e bir şey söylemek için kapıda beklediği süre uzundu. Üstelik söyleyeceği o bir şeyin ne olduğundan ısrarla kaçınıyordu. Ayrıca Yiğit’in gideceğini anlamış, ondan erken davranıp yanımızdan ayrılmış… Bu bana bir planmış gibi geliyordu. Öte yandan Aydın ve Mert’le karşılaşmamasına da sadece tesadüf diyebilir miydim?

 

Mert’in ise bina dışına açılan acil kapısından çıkıp sigara içmesi düşündürücüydü. Evimdeki balkonda sigara içmek serbestti. Seçtiği yeri kabullenmekte sıkıntı yaşıyordum. Nevzat ve Suzan birbirlerini korumak için fazla hevesliydiler. İnsan neden masum olduğu bir konuda bu denli ateşli olur ki? Ayrıca tanıdığım Yiğit yüzüne aldığı darbeyi karşılıksız bırakmazdı. Ve tabii evde unuttuğu bir şey olmadığına emin olduğum Yiğit, ne diye tekrardan geri gelmek için asansör bekliyordu? Murat, Yiğit’i kapıda bekleyip onunla konuşuyor. Murat giderken öteki asansörle Aydın, geri geliyor. Sonra her ikisi de yine ayrı asansörle gidiyor ve Mert sigara içmeye çıkarken kimseyi görmüyor. Peşlerinden çıkan Nevzat, aşağıya inince geri dönen Yiğit’i görüyor. Suzan geliyor, tartışma oluyor ama sonra herkes yoluna giderken Şefik, Yiğit’in cansız bedenini asansörde buluyor. En masum görünen Şefik’ti. Ama hayat bana gerçeğin detaylarda gizli olduğunu öğretmişti. Aklımda onlarca soru vardı fakat hiçbirine ikna edici bir yanıt bulamıyordum. Zihnimi kurcalayan şey ise bambaşkaydı. Fakat ne kadar kendimi zorlasam da ona ulaşamıyordum.

 

Komiser Suat da anlatılan hikâyelerdeki boşlukları yakalamıştı. Üzerine asıl gittiği kişiler ise Nevzat ve Suzan’dı. Gerçekten unuttuğu bir şey olmayan Yiğit’in mi, onların mı yalan söylediğini bulmaya çalışıyordu. Tabii bir de Mert vardı. Sigara içmek için seçtiği yer ve zamandan dolayı komiserin de şüphelerini üzerine çekmeyi başarmıştı. Komiser Suat, “Maktulü öldürmek için bir sebebiniz var mı?” diye sorduğunda kardeşim Nevzat’ın yüzü kıpkırmızı oldu. Para iyi bir sebepti. Cinayetlerin de ya aşk ya da paradan dolayı olduğunu herkes bilirdi.

 

Neyse ki aile avukatı olma sıfatıyla öne atılan Saffet Bey, “Bu sorulara cevap vermek zorunda değilsiniz.” dedi ve komisere döndü. “Tanık olarak ifadelerini aldınız. Sanık olarak sorgulamak içinse elinizde yeterli delil yok.” Herkesin birden rahatladığını görmekle kalmamış, duymuştum. Zira komiser de sorusunu geri almıştı ve artık bir cevap beklemiyordu. Ama dikkatini tamamen avukata vermişti.

 

“Siz de olay esnasında burada mıydınız?” Komiserin sorusuna hiç düşünmeden, “Evet,” diyen avukat oldukça rahattı. “Son kalan grubun içindeydim, onlara mahkeme hakkında bilgi veriyordum.” Başımı aşağı yukarı sallayıp onu onayladım. Ama sonra başımı tekrar aşağıya eğdim. Bakışlarımı sabitlediğim noktada gördüğüm ayrıntı ve hatırladığım bir detay, zihnimin gerisindeki karanlıktan çıkıp kendini belli etti. Sanıyorum ki katili bulmuştum. Ancak emin olmadan harekete geçmek istemiyordum. Çünkü eğer yanılıyorsam sonra yaptığımdan çok utanırdım. Yerimden kalkıp Saffet Bey’in yanına gittim. “Rica etsem telefonunuzu alabilir miyim?” dedim. “Benimkisine polis el koydu.”

 

Saffet Bey komisere baktı. Komiserse bana. Sanki ne yapmaya çalıştığımı anlamış gibi Komiser Suat söylediğim yalanı başıyla onaylayınca avukat da telefonunu bana uzattı. Fakat bakışlarında kuşku vardı. Her an vazgeçebileceği korkusuyla telefonunu açıp tuş takımı ekranına girmek yerine son arananlara baktım. Ve yanılmamıştım. Son aradığı kişi Yiğit’ti. Ne olduğunu anlayan Saffet geri geri yürümeye başladığında ben boştaki elimle onu işaret edip “Katil sensin!” dedim. 

 

Benim çıkışımla birlikte komiser onu kolundan yakalayınca Saffet Bey de can havliyle: “Sultan Hanım ne saçmalıyorsunuz,” dediyse de ikna edici olmadı. “Lavaboya gidiyorum dediniz ama gitmediniz. Geri geldiğinizde elleriniz sıcacıktı. Ya lavaboda ellerinizi yıkamadınız ya da zaten lavaboya hiç girmediniz ki bence ikincisi. Paçalarınızda kedi tüyleri var çünkü benim kedilerim sırnaşmayı çok sever.” Ara vermeden kısa sürede parçalarını yerine oturttuğum senaryoyu anlatmaya devam ettim. “Yiğit gitmek için ayaklandı ama siz ondan önce davranıp odadan çıkmak için lavabo bahanesini kullandınız. Oysa kapıya yakın olan ve kedi odasına dönüştürdüğüm küçük alanda beklediniz. Sonra da Yiğit’i arayıp onu geri çağırdınız. Aldırmaya karar verdiğimiz tedbirden dolayı mirasın vasisi siz olacağınız için onu geri getirtmeniz zor olmamıştır. Kendisi geride bir şeyini unutmamıştı, sizinle yüz yüze görüşecekti. Ama asansör kapısı açılır açılmaz onu vurdunuz.” Adamın suratındaki ifade an be an değişmiş o yumuşaklık gitmiş, geriye saf bir öfke kalmıştı.

 

“O mirasta sizin kadar benim de hakkım var. Yıllarca o parayı ben yönettim. Bu kadar büyük bir meblağa dönüşmesinde benim payım, annenizinkinden daha büyük.” Adam artık bağırıyordu ve komiserin onu tutukladığını söylediğini duymuyordu bile.

 

 

“Kitabın sonunu anlamak istiyorsan satır aralarını da okumalısın.”

 

Ben hep öyle yaptım.

Bir dostu kaybetmiş olmam ve genç bir adamın hayattan koparılışını atlatmam zor olacaktı. Ama biliyordum ki zaman yine her şeyin üstesinden gelecekti. Ve bir kere daha para kirli yüzünü göstermişti.

 

Meral KIR

 

Etiketler:
admin

admin

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı