Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Sinirbilim uzmanı ve yazar Prof. Dr. Sinan Canan ile beynin gizemli yapısını ve insanlardaki takıntı durumunu konuştuk. Canan, “Mutluluğun TDK sözlüğünde çok feci bir tanımı var; ‘İnsanın bütün arzu ve isteklerine kesintisiz olarak ulaşabilme hâli’ diye nitelemiş ama böyle bir mutluluk yok. Mutluluğa geniş baktığınızda insan beyni ve organizması mutlu olma üzerine kurgulanmamıştır. Çünkü zihinsel yapımız mutluluk arayışı üzerine kurgulanmıştır.” diyor
Beyinin mutlulukla nasıl bir ilişkisi var?
Mutluluk tarifi zor yapılan bir hâldir. Çünkü mutluluğu genellikle hazla karıştırıyoruz. Bu yüzden hâlinden memnun olma ve onu sürdürülebilme hâlinde tanımladığımız mutluluğa erişilmesi pek mümkün gözükmüyor. Mutluluğun TDK sözlüğünde çok feci bir tanımı var, “İnsanın bütün arzu ve isteklerine kesintisiz olarak ulaşabilme hâli” diye nitelemiş ama böyle bir mutluluk yok. Mutluluğa geniş baktığınızda insan beyni ve organizması mutlu olma üzerine kurgulanmamıştır. Çünkü zihinsel yapımız mutluluk arayışı üzerine kurgulanmıştır. Şu anda mutluyum dediğimiz her hâl bizi kısa bir süre sonra sıkıyor.
Hayatımızda her şey yolunda giderken bile bir eksiklik ve yokluk hissiyatı yaşarız. Bizler sorunsuzluk hâlinde bile sorunları büyüten bir yapıya sahibiz. Mesela şu anda çocuk yetiştirme konusunda bu sorun karşımıza çok çıkıyor. Sınav gibi basit bir şeyi, dünyanın en önemli mevzusuymuş gibi büyütüp çocukların önüne koyuyoruz. Bu yüzden çocuklar intiharın eşiğine gelebiliyor. Hayat devamlı bir anksiyete ve stres içerisinde gerçekleşiyor. Başarılı olunca mutlu olacağız diye, adına başarı dediğimiz bir şeyin peşinde koşuyoruz. Başarının da ne olduğunu kimse bilmiyor.
Peki, sizce başarı nedir?
Bence başarı kendin olabilmektir. Kendi yaratılışına ve fıtratına göre hayat sürdürebilmene, ortam şartlarıyla kendi terkibini barıştırabilme hâline başarı diyorum. Bir insan ne kadar dahi olursa olsun, içinde bulunduğu ortam vasatsa ve onun fikirlerini kimsenin kabul edemeyecek bir pozisyon varsa bu insan büyük bir zulüm içerisinde olabilir; kendini ve yaşam enerjini kaybedebilir. Kendini tanımayı ihmal etmeden, içinde bulunduğu zamanın ve şartların farkında olan sık sık dışarı çıkarak denemelerde bulunan insanların yaşadığı duruma başarı diyorum.
Başarılı diye nitelendirdiğimiz ve biyografisi yazılmış insanlara baktığımızda hayatta çok büyük sıkıntı ve problemlere rağmen başarıya ulaşmış insanlar olduklarını görüyoruz. Bizler müşkülü çözmek için buraya gelmiş canlılarız; “Sıkıntı yoksa sıkıntı vardır” sözü artık diziler de bile kullanılıyor. Sıkıntı yoksa gerçekten bir sıkıntı vardır. Çünkü bizler bir sıkıntı var onu çözebilmek için özelleştirilmiş bir canlıyız. İnsanı diğerlerinden ayıran şey zaten çözdüğü problemlerdir.
Bir beyin uzmanı olarak sizce insanlar takıntılarından kurtulabilir mi?
Günlük yaşamda sıradan patolojik olarak kabul etmediğimiz rutin bağlılıklar var. Bunlar aslında insanın konforlu yaşayabilmesi için beynin otomatik fonksiyonunu kullanmasından kaynaklanıyor. Beynin en uzman olduğu şeylerden biri kendini otomatik pilota almaktadır. Örnek: Otomobil kullanırken başlarda gaz, fren ve debriyajı ayarlama konusunda zorlanırız. Bunu bir problem olarak görürüz. Daha sonra kilometrelerce araba kullanabiliriz ve hiç sorun yaşamayız. Çünkü beynimiz o karmaşık duyguyu otomatiğe bağlar. Hayatımızdaki rutinlerimizde aynı mantıktan kaynaklanıyor. Eğer kapıyı açtığımızda düşünmeye kalksaydık, hayat bizim için zihnen çok pahalı olurdu. Dolayısıyla hiç düşünmeden kapıyı açıp çıkabiliyoruz. Mesela, birisi iki dakika önce anahtarı koyduğu yeri hatırlamaz. Çünkü anahtarı otomatik olarak bir yere atıyordur.
Takıntılı olma hâli beyinde hatalı çalışan bir devreden kaynaklanır. Beynin ödüllendirme merkezleriyle idare merkezleri diyebileceğimiz merkezler arasında patolojik döngüsel bir bağlantı olmamasından bu durum yaşanır, bunu çok ilginç bir şekilde beyin görüntülemesiyle izleyebiliyoruz. Mesela; el yıkama takıntısı, insanlar sürekli ellerini yıkama ihtiyacı hissedeler. Obsesif düşünce takıntısı, bir hareketi yapma zorunluluğu olmak demektir. Bu insanlar her akıllarına düştüğünde kirli olmadığını bildikleri hâlde ellerini yıkarlar. Çünkü obsesif devresini rahatlatmak için bir harekette bulunurlar. Bu tedavisi zor bir süreçtir. Doğru yöntemlerle yaptığınızda beynin devrelerini kalıcı olarak değiştirebilirsiniz. Özetle: Bir derdi olan, bir kişisel ajandası olan insan böyle bir sorun yaşamaz.
Günümüzde insanlar yaşadığı anlık unutkanlıklardan şikâyetçi ve unutkanlık sorunu yaşadıklarında hemen ilaç takviyesi alıyorlar… Sinirbilim uzmanı olarak bu konu hakkında görüşünüz nedir?
Çoğu zaman normal beslendiğimizde hiçbir gıda takviyesine ihtiyacımız yoktur. İnsanın dikkati neyi hatırlayacağını belirler. Beynimiz duygusal sistem üzerine çalışır ve duygularımızı etkileyen şeylere dikkatimizi yönlendiririz. Bazen duygusal dünyamız başka bir yerdeyken biz önümüzde başka bir işe konsantre olmaya çalışırız. Bilinçli zihnimiz ise yaptığımız işte durmaya çalışır. Duygusal sistem, beyin çalışması için çok kuvvetli bir etkendir. Hatırlamanın önündeki en büyük engel, duygusal ve rasyonel sistemin aynı anda bir işe kitlenememesidir.
Peki, “Beyin duygusal sistem üzerinde çalışır” dediniz, beyin duyguları yani mantık duyguyu eğitebilir mi?
Evet, ama çok zor. Çünkü canlılık tarihinden gelen duygusal bir baraj var. Bu duygusal baraj; korkularımız, dürtülerimiz, isteklerimiz ve arzularımız gibi birleşenleri içeriyor. Bunlar insan olmanın icazeti zaten. Bir de zihinsel dolanımızın yani anne karnından yaşamımızın sonuna kadar deneyimlendirdiğimiz durumlar sonrasında duygusal etiketler var. Hayattaki değişimler, deneyimlere bağlıdır. Duygusal körlüklerimizi duygusal deneyim darlığıyla aştıkça aşabiliriz. Değiştirmek imkânsız olmasa da zor üzerinde çalışmak lazım.
“Beyin yorgunluğu” diye bir bozukluk var mı? Varsa nasıl korunabiliriz?
İçinde yaşadığımız çağda sağlıklı zihinsel yapıya sahip olabilmek imkânsız. Çünkü kurduğumuz medeniyet, ürettiğimiz veri akışı sistemi, internet haber alma biçimlerimiz günlük yaşama biçimlerimiz hiçbir şekilde bize uygun değil.
Benim fabrika ayarları dediğim bir ayarımız var. Ona, hiç uyumlu olmayan bir medeniyette yaşıyoruz. Fabrika ayarlarımız gereği hareketli olmamız gerekirken teknoloji ve medeniyet biz daha az hareketle daha çok mesafe aldırmaya yönlendiriyor. Az çeşitli ve aralıklı beslenmemiz gerekirken bizler çok fazla kalori alarak kendimizi öldürüyoruz. Diğer insanlarla gerçek iletişim kurma ihtiyacımız şimdilerde sadece kandillerde birbirimize mesaj atarak sürdürmeye çalışıyoruz. Bir illüzyon içerisinde yaşıyoruz ve yalnızlaşıyoruz. Stres, medeniyetin çok temel bir sorunu…
Beynin üzerindeki yüke gelecek olursak, bu kadar çok veri ve stres “Dağınık beyin” diye bir sendroma sebep oluyor. İnsan beyninin en ihtiyacı olan şey aylaklık dediğimiz boş zamanı daraltan bir hâldeyiz. Aylaklık kötü bir laf olarak gözüküyor ama beynin en verimli çalıştığı alan, hiçbir şey yapmadığı zamandır. Çalışma ve okumak tarlayı ekmek gibidir. Aylaklık anı ise hasat anıdır. Zihninizi toparladığınız ve bir ürün çıkardığınız an parlak fikirler ürettiğiniz zamandır. Bizler iş yetiştirmekten zihnimizde fikir üretemez hale geliyoruz. Bu da bizi yoruyor. Beynimiz gün içerisinde çok fazla işe konsantre olmak zorunda kalıyor ve buna hazır bir beynimiz yok. Yakın zamanda da buna hazır olacak gibi gözükmüyor.
“Unutulacak Şeyler” kitabınızın kapağı çok iddialıydı. Neden böyle bir kapak çalışması yaptınız?
Evet, Türkiye’de ilk defa denenmiş bir kapaktı. “Unutulacak Şeyler” kitabının kapak tasarımları geldiğinde bazı harfler yoktu. Sonra kendisi bizzat “Kitabının adının kendisini basmayı unutsak ne olur… İlginç deneyim olabilir.” dedi. Cesur bir yayıncılık olarak bunu denediler, kitabın yanını çevirmeden adını göremiyorsunuz… Ben çok beğendim, cesaret iyidir, işinize heyecan katar.
İnsan sizce unutmak istediği anları unutabilir ve beyniyle oyun oynayabilir mi?
Mavi fili düşünme diyorsun ama aklında mavi fil kalıyor gibi… Duygusal sistemin bir özelliği var; beynimiz duyguları ilgilendirmeyen şeyleri öğrenmiyor. Duyguları önemli ve önemsiz etiketlemesini yapıyor. Bir şeye duygusal olarak önemli etiketi takarsanız, onu unutamıyorsunuz. Mesela; tıp fakültesinde okuyorsunuz, binlerce anatomik terim öğreniyorsunuz ancak duygularınız hiç harekete geçmiyor ve terimleri çabuk unutuyorsunuz ama hoşunuza giden bir insanın ismini hemen ilk görüşte kayıt edersiniz. Duygusal olarak onunla ilgili her türlü detayı öğrenmeye başlarsınız. Ben bunun en iyi örneği olarak İngilizceyi bir türlü öğrenemeyen ama İngilizce konuşan birisine âşık olan bir Türk gencinin 3-5 günde nasıl İngilizce konuştuğunu örnek veriyorum.
Beyin bir arada tamamen açılır hemen öğrenmeye başlarsınız. Travmalar dediğimiz kötü anılar, duygusal olarak çok ağır etiketler yapmıştır. Duygular üzerinde çalışmak aynı zamanda bellek üzerinde çalışmaktır. Hafıza silme, bilgisayar sistemi gibi çalışmadığı için mümkün değildir. Duyguları okumayı öğrenir ve bu tepkilerin anlamını başlarsak, daha bilgece hareket etmeye başlıyoruz. Biyolojik zihnin özelliği olumsuzu bulmaktır. Bunun üzerine çalışmazsınız hep telaş üzerine yaşarsınız. Hele ki insan olmanın bir sırrını daha vereyim: Öleceğini bilen tek canlıyız. Bizden başka öleceğinin bilincinde olan bir canlı daha yok. Bu da en büyük stres kaynağımızdır. Bunun üzerinde çalışılmazsa, çocuklardan sürekli ödülü gizlersek, tabiattan koparsak anlamsız bir anksiyetenin içine düşmemiz kaçınılmaz olur.
Bir başucu kitabınız var mı?
Birkaç tane var ama aklıma ilk Aklı Karışıklar için Kılavuz kitabı gelir.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı