Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
TRT’de üç sezon yayımlanan absürt komedi türündeki Leyla ile Mecnun, Türk dizi tarihinin en farklı yapımlarından biriydi. Dizide uzaya da çıkıldı, yerin altına da gidildi, tarihi devirlerde de gezildi, dünya da kurtarıldı ama hiçbir zaman “Olur mu öyle şey?” tepkisi almadı seyircisinden. Rüyalarınıza giren ak sakallı dedenin sizinle yaşamaya karar vermesi, Dostoyevski’nin evinize misafir olması, bu dizi için sıradan şeylerdi.
Kays’a Adını Unutturup Mecnun Eden Leyla!
Aslında bir Arap çöl efsanesi olan Leyla ile Mecnun hikâyesi, en güzel ve en görkemli meyvesini Osmanlı şairi Fuzuli’nin kaleminden vermiştir. Leyla ile Mecnun Doğu’nun aşka bakışıydı, sonunda mutlaka kavuşamamak olmalıydı. “Kimsin?” derler; “Leyla’yım.” der, “Nereye?” derler; “Leyla’ya…” der, “Nereden?” derler; “Leyla’dan…” der.
Günümüz Leyla ile Mecnun Hikâyelerine Farklı Bir Yorum…
Günümüz Leyla ile Mecnun hikâyelerine en farklı yorumu getiren yapım ise aynı gün, aynı hastanede dünyaya gelen iki bebeğin yıllar sonra karşılaşması sonucunda ortaya çıkacak olan bambaşka bir serüveni konu alacaktır. Ekran serüveninde adından başarılarla söz ettiren dizinin İstanbul Kireçburnu’ndaki mekânları yıllar sonra bile popülerliğini korumaya devam ediyor. Erdal Bakkal, Mecnun’un Leyla ile merdivenlerinde sohbet ettiği ev, dizinin Kamil’inin hiç forma giymediği stad, İsmail Abi ile Mecnun’un birbirine el salladığı sahil… Senarist Burak Aksak, bazen çok içimizden olan bazen de düşünsek aklımıza gelmeyecek karakterler ve olaylar ile güçlü bir kurgu oluşturmuştur. Dizinin kazasız belasız günü geçmeyen, ailenin anne karakteri evi terk ettikten sonra Mecnun’a hem anne hem baba olmayı kendine görev edinmiş taksi şoförü İskender Baba’sı, ruhu kadar gen haritası da renkli, baba tarafı Graham Bell’den tutun da Mimar Sinan’a kadar dayanan, anne tarafı ise doğuştan mürebbiye, magazin gazeteciliğinin temellerini atan halası ile herkesin İsmail Abisi… Sigortasını, yolunu, yemeğini karşılayacak bir işin ve içinde babası olan o geminin geleceği hayali ile yaşar İsmail Abi. Bir de dizide pintiliği, paraya olan düşkünlüğü ile her fırsatta dikkat çeken mahalle bakkalı Erdal Bakkal. “Çay Erdal Bakkal’da içilir.” mottosu dizinin unutulmaz bir parçası hâline gelmiştir. Yavuz Abi karakteri, edebi yönünü oldukça kuvvetli, kendi tabiri ile performans sanatçısı olarak çıkar karşımıza, denize nazır okuduğu şiirler ile kazındı akıllarımıza.
“Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir ‘Hişt!’ sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.”
Tüm Kendi Çölünde Kaybolanlara…
Hikayenin baş kahramanı Mecnun Çınar ve Leyla. Aynı gün aynı hastanede dünyaya gelen iki bebek, yatak sayısının azlığından dolayı yan yana yatırılırlar. Mecnun, ailelerinin “Doğar doğmaz birbirlerini buldular.” sözleri üzerine beşik kertmesi ilan edildiği Leyla’ya 25 yıl sonra görür görmez aşık olur. Onu etkilemek için ne yapacağını bilemeyen Mecnun, bir gece rüyasında ak sakallı dedeyi görür. Ak sakallı dedenin rüyalardan çıkıp Mecnun ile yaşamaya başlaması ile işler daha da karışır. Kays gibi Leyla’sını bulmak niyeti ile yollara düşen kahramanımızın kendi çölünde kayboluşuna, o kayboluşların hepsinde de ak sakallı dedenin kılavuzluğu ve öğütleri ile yaşanan trajikomik olaylara şahit oluruz. “Zaman hiçbir şeyi düzeltmez, sadece üzerini örter. Sakladığın acılar, bir gün mutlaka ortaya çıkar… Herkes zamanı geri alabilmek ister. Kimi eski güzel günleri tekrar yaşayabilmek için. Kimi yaptığı yanlışları düzeltebilmek için. Kimiyse sadece yaşadığını hissedebilmek için ister bunu.
Gelecekten korkanlarsa zamanı durdurmak ister. Her şey o kadar iyidir ki bunun bozulmaması için çaba gösterirler. Ama kimse şu anın değerini bilenler kadar mutlu değildir. Geçmiş de gelecek de onlarladır. Bazılarıysa zamanın ta kendisi gibidir. Ve her insan, zamanın dünya üzerinde bıraktığı birer yara izidir.” Yayımlandığı günden itibaren geniş bir kitlenin ilgisini toplamayı başaran yapım, özellikle içinde barındırdığı fazla klişe ya da fazla nevi şahsına münhasır karakterleri ve olayları ile izleyicinin dikkatini hep canlı tutmayı başardı. Senarist Burak Aksak üç sezon keyifle izlenen Leyla ile Mecnun’u bu kez de beyaz camın sihrinden uzak, akıcı kalemi ile can verdiği satırlarda okuyucusuyla buluşturdu.
Leyla ile Mecnun dizisinin finalinin de yer aldığı kitap, çok sevilen dizi kahramanlarının maceralarını konu alıyor. Dizinin sıkı bir takipçisiyseniz kitabı çok seveceksiniz. Yazarın başarılı bir dille kaleme aldığı hikâyenin yazım tarzı da ilgi çekici bir akışta devam etmekte, bu konuda kitabın edebi bir kaygı taşımamasının da etkisi oldukça yüksek. Okurları tarafından büyük ilgi göreceği su götürmez bir gerçek. Leyla ile Mecnun geçmişten beri süre geldiği gibi içinde sade bir aşk hikâyesinden daha fazlasını barındırıyor. Biz bu hikâyede Mecnun Çınar’dan sevmeyi, İskender Çınar’dan baba ile oğulun arkadaş olabileceğini yani babalığı, İsmail Abi’den abiliği, kardeşliği, hiç gelmeyecek birini hep aynı sabırla beklemeyi, Yavuz Hırsız’dan kapalı gönül kapılarının da açılabileceğini, Erdal Bakkal’dan açık sözlülüğü, Nurten Yenge’den insanların dış görünüşü ile içinin çok farklı olabileceğini, Kaan’dan yaşın hiç önemli olmadığını, Leyla’dan herkesin bir gün gidebileceğini öğrendik. “Zaman döngüseldir ve farklı seçimler yapsan da aynı hayatı yaşarsın. Sana verilmiş olan bir ömür vardır. Bu dünyadaki zamanın bellidir. Ve her şey bir denge içindedir.”
O Gemi Bir Gün Gelecek!
Ve kitap, bizlere kaybolduğumuz çölden çıkabileceğimizi, baktığımız yeri deniz, bastığımız her yeri yeşil kılabileceğimizi ve o geminin bir gün elbet geleceğini söylüyor. “Kendi çölünde kaybolan bir Mecnun değil, kendisi çöl olan bir Mecnun oldum. Şimdi Leyla bir rüzgâr esintisi. Bense çölde bir kum tanesiyim. Belki şu koca çölde bir meltem eser diye bekliyorum.”
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı