Mümin Sekman: Başarının sırrı yok, uzun ince bir yolu var

Merjam Yazar: Merjam 28 Temmuz 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

“Artık isteğin nedeninden çok istikrarı önemli. İrrasyonel ve istikrarsız istekler çağındayız. İstekler birbiriyle çelişkili ve çelimsiz olunca, istikrarlı bir ilerleme sağlanamıyor. ‘Maymun iştahlılık’ denilen bu duruma karşı, organik istekleri keşfetmek önemli. Medya veya toplum aracılığıyla ‘Ekilmiş istekler’ yerine, fabrika ayarlarından gelen ‘Organik istekleri’ izlemek lazım.”

Mümin Sekman: Başarının sırrı yok, uzun ince bir yolu var

 

Mümin Sekman ile başarıya ulaşmasının yollarını, insanın kendini geliştirme bilincini ve genlerin başarımız üzerindeki etkileri gibi birçok konuyu konuştuk. Sekman, “Başarılı olmak öğrenilebilir. Bina yapmanın, uçak kullanmanın, beyin ameliyatı yapmanın nasıl bir bilgisi varsa başarı kazanmanın ve kullanmanın da bilgisi var. İnsanlar bu bilgileri profesyonel kaynaklardan öğrenmek yerine, kafalarına göre ve kulaktan dolma bilgilerle hareket ediyorlar.” diyor.

 

 

Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Türkiye’de “Kişisel Gelişim Uzmanı” titrini kullanan ilk isimsiniz. Sizi bu alana yönelten ne oldu?

 

Hikâyem üniversite kantininde başladı. Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesinde öğrenciydim. O günlerde fırsat eşitliği kavramı üzerine düşünüyordum. Üniversite sınavını kazananlarla kazanamayanların farkı üzerine konuşuyorduk. Arkadaşlarla “Sen sınava nasıl hazırlandın?” diye analizler yaptık. Sonra, sıfırdan zirveye gelenleri düşündüm. Onları başarılı yapan bilgi neydi? Bu başarı bilgisi ölümle toprağa karışıyordu! Bir insan çıkıp başarılı insanları incelese nasıl başardıklarının yöntemlerini öğrense bunu yoksul ama zeki gençlere öğretse çok iyi fırsat eşitliği olur diye düşündüm. O zaman internet yoktu ve bilgiye ulaşma yolları daha dardı.

 

Zekâ ve merhamete dayalı bu fikir, uzun süre beynimde dolaştı durdu. Sonunda beni ele geçirdi! Bunu yapan bir insan olmadığını görünce, kendim yapmaya karar verdim. Bir çıkış noktası bir fırsat yakalama duygusu değil, sosyal sorumluluk algısıydı. En yüksek puanlı hukuk fakültesini bitirip, hâkim, savcı, noter olmak yerine, Kadıköy halk eğitim merkezinde kişisel gelişim kursu verdiğimi görünce, tüm tanıyanlar delirdiğimi düşünüyorlardı. Yıllar içinde başarılı olunca, işler değişti. Bugün geriye bakınca ne görüyorum? Eğer sonuçta başarılı olamasaydım, o kararım “Hata” olarak etiketlenecekti. Sonuç başarılı olunca geriye dönük olarak, o karar “Doğru tercih” gibi göründü.  

 

 

Yıllardır çok satanlar listesinde yer alan kitaplarınızın bu kadar büyük bir başarıya ulaşmasının sırrı nedir? “Her 100 kişiden biri benim okurum” diyorsunuz, bu kadar okunuyor olmanızın sebebi nedir?

 

Ben kılavuz kitaplar yazıyorum. Hatta neredeyse sadece araştırma kitabı okuyorum. Bilgiyle ilişkim; öğrenmek, uygulamak, üretmek üzerine. Fikirleri de çatal kaşık kullanımı gibi yararlı araçlar olarak görüyorum. Söylediğimde edebiyatçılar çok kızıyor ama gerçekten de roman okuyamıyorum. Benim gibi çok insan olduğunu ama korkudan söyleyemediklerini de biliyorum. Bir araya geldiğimizde dertleşiyoruz! Bazı insanlar kurgu sever bazıları kurgu dışı. Ben de ikinci gruptanım. Yararlı bilgi edinme amacı belirleyici olunca, romanlar önceliklerinizde son sıraya düşüyor. Benim okurum da benzer düşünme yapısına sahip. Gerçeğin bilgisine sahip olup onunla hayatlarını biçimlendirmek istiyorlar. Kullanışlı bilgiyi seçmek, süzmek, sistematize etmek çok önemli bizim alanımızda. Bu tarz okurlarla bütünleştiğimiz için birbirimizi büyütebildik. Hiçbir kesime yanaşmadan, bağımsız ve sürdürülebilir şekilde büyüdü okur sayısı. Toplamda üç milyon baskıyı geçti kitaplarım. Bir cümleye tüm sırrı sığdırmak zor ama çok sıkıştırırsanız, “Akademisyen gibi gerçeği araştır, filozof gibi panaromik düşün, şair gibi akıcı yazın.” derim.

 

 

ORGANİK İSTEKLERİ KEŞFETMEK ÖNEMLİ

 

 

Başarıya ulaşmakta fırsat eşitliğinin çoğaldığı günümüzde; toplumun, insanların hayattan başarı elde etmek için nasıl bir motivasyona ihtiyacı var?

 

Artık isteğin nedeninden çok istikrarı önemli. İrrasyonel ve istikrarsız istekler çağındayız. İstekler birbiriyle çelişkili ve çelimsiz olunca, istikrarlı bir ilerleme sağlanamıyor. “Maymun iştahlılık” denilen bu duruma karşı, organik istekleri keşfetmek önemli. Medya veya toplum aracılığıyla “Ekilmiş istekler” yerine, fabrika ayarlarından gelen “Organik istekleri” izlemek lazım. İçimizde o kadar gürültü var ki özden gelen bu isteklerin sesini duyamıyoruz. Seçilmiş izolasyon ve inziva bu sesleri duymakta çok önemli. Ayrıca, günümüz insanının motivasyondan çok odak ve irade yönetimine ihtiyacı var. Dikkat dağıtıcı, hedeften şaşırtan, akıl çeliciler tarihte olmadığı kadar çoğaldı. Cep telefonu gibi çok zeki baştan çıkarıcılarımız var. Kendi kişisel gündemini seçmek ve yönetmek olağanüstü zorlaştı. Odağın; özgürlüğündür. Odağını yöneten hayatına hükmeder. İçten güdümlü odak yönetimini öğrenmeli insanlar. İkincisi de dünya daha konformist ve hedonist bir moda geçtiği için irade gücünün temeli çöktü. Anında tatmin çağında, irade gücü söylemi eski moda sanılıyor. İrade gücünü geliştirmek için sistematik olarak çalışmak gerekiyor. 

 

 

Başarılı olmak öğrenilebilir mi? Hayatta başarılı olmaya dair önemli tüyolar nelerdir?

 

Başarılı olmak öğrenilebilir. Bina yapmanın, uçak kullanmanın, beyin ameliyatı yapmanın nasıl bir bilgisi varsa, başarı kazanmanın ve kullanmanın da bilgisi var. İnsanlar bu bilgileri profesyonel kaynaklardan öğrenmek yerine, kafalarına göre ve kulaktan dolma bilgilerle hareket ediyorlar. Sonra da başarısız olunca, arabesk söylemlere, suçlayıcı dile teslim oluyorlar. Ahmet Haşim haklı, Türk insanı söylemekten çok söyleniyor. İçsel koşullanmalarını görmek yerine, dışsal koşullardan söylenmek ve suçlama dili çok baskın.

 

Başkalarının o şartlarda başarılı olduğunu görünce de bu defa onu itibarsızlaştırıp başarısına şaibe bulaştırmaya çalışıyorlar. Bu insanların tek çabaları bu şartlarda başarılı olunamazı kanıtlamak! Bu insanlara diyorum ki başarısız olan sen değilsin metodun. Olayı kişiselleştirme. “Başarının sırrı” konusuna gelirsek: Başarının sırrı yok, sistematik bilgisi var. Bunun için ciddi bir zaman, enerji ve çaba harcamak gerekiyor. Kitaplarımı bu konuda sağlıklı ve güvenilir bilgileri vermek için yazıyorum. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir başarı yaklaşımı geliştirmek için 2500’den fazla kitap okudum. Yüzlerce başarılı insanla yüz yüze görüştüm. Binlerce sosyal bilim araştırmasını inceledim. Kişisel izlenimlerle yetinmeyip sistematik bir başarı yaklaşımı peşindeyim.

 

 

Başarının temel adımları nelerdir?

 

İki yaklaşım var, dıştan içe bakmak ve içten dışa bakmak. Dıştan içe bakışta, “Dünyanın neye ihtiyacı var?” diye düşünmek gerek. “Dünyanın ihtiyacı olan şeyler içinden, benim en iyi karşılayabileceklerim neler?” diye düşünerek devam etmeli. Sonra, dünyaya katkı sunmayı seçtiği o alanda, en iyi olmak için kendini geliştirmeli. Günümüzde ikinci yaklaşım daha popüler. Bu da içten dışa doğru bakış. Bu yaklaşım “Ben kimim, ne istiyorum?” sorusuyla başlar. Kişi kendi istekleri, değerleri, eğilimlerinden yola çıkarak, dünyada en iyi yapabileceği şeye ulaşmaya çalışır.

 

Bu ikinci yol gittikçe baskın başarı yaklaşımı oluyor. Ben eski modelle başarı alanımı seçtim ama yeni modelle başarıyı anlatıyorum. Bu ikinci modelde yapılacaklar belli: Fabrika ayarlarını keşfet. Yapmak için doğduğun işi bul. O işte en iyi olmak için on bin saat kendini eğit. İşinde, algılanan kıyaslama havuzunda, en iyilerden ol. Başka insanların ne kadar iyi olduğunu bilmelerini sağla. İşlerin büyürken, sen de kendini büyüt. Böylece başarının içini doldurursun. Sürdürülebilir başarı yönetimini öğren ve uygula. Tabi bu iki modelin altında başka tarzlar da var.

 

 

GÜNDE İKİ BİN CİVARI KÜÇÜK ÖLÇEKLİ KARAR ALIYORUZ

 

 

“Kendini geliştirme bilincini Türkiye’de yaymak!” amacıyla yola çıktınız. Bu amacınıza ne kadar yaklaştınız?

 

Ben bu yola çıktığımda, yirmi kadar kendini geliştirme kitabı vardı. Şimdi üç binden fazla kitap var. Kaynakların Türkçeye kazandırılması konusunda iyi bir ilerleme oldu. Mesela, günde iki bin civarı küçük altmış civarı orta ölçekli karar alıyoruz. Sistematik olarak hatalı karar veren biri, kitapçıya gidip dünyanın en iyi karar alma tekniklerini anlatan kitapları bulabilir artık. Karar alma ile ilgili akademik olsun, popüler bilim olsun veya tecrübe bazlı yazılmış kitaplardan istediğini seçebilir. Dünyanın çok iyi kitapları çevrilmiş durumda. Milli Eğitim Bakanlığı karar alma dersleri vermiyor. 

Kitaplar sayesinde insanlara seçenek sunuluyor. Eğer o insan, karar alma tekniklerini öğrenmiyor ve sürekli kötü kararlar alarak hayatını mahvediyorsa onun için üzülmem. Bu hata değil tercih! Oysa o konuda dünyanın en iyi kitapları raflarda olmasaydı, kendimi kötü hissederdim. İnsanlara kaliteli ve çözüm odaklı bilgiye erişim imkânı sunmuyoruz diye. Türkiye’de kişisel gelişim gayet başarılı şekilde yayıldı. Tabi her alandaki niteliksizliklerimiz bizim alanda da var. İnsanlar özenle seçim yapmalı. Bu da çok seçenekliliğin doğasında var.

 

 

Türkler kişisel gelişim konusunda sizce yeterli bilgiye sahip mi? Bu konu toplum tarafından anlaşılmış durumda mı yoksa hâlâ bilgi kirliliği söz konusu mu?

 

Kişisel gelişim alanında üç türlü insan var: Gerçek kişisel gelişimciler, kişisel gelişimciyim diye geçinenler ve kişisel gelişim üzerinden geçinenler! İlk grup bu işin hakkını etik, teknik ve estetik olarak verebilen insanlar. Kişisel gelişimciyim diye geçinenler, iyi niyetli ama yeteneksiz insanlar. Donanımları bu işe uygun değil ama hevesliler. Üçüncü grup ise tamamen ticari gözlerle bakanlar. Onlar İçin bu bir kazanç kapısından ibaret. Bu işi iyi yaptıkları için gelir elde etmeleri sorun değil ama işi kötü yapıp yüksek gelir elde etmeye çalışmaları alanın itibarına da zarar veriyor. Okurlar da, mantık kalitelerine ve bakış açılarına göre, birilerini seçip onun etrafında kümeleniyor. “Kurtlu baklanın kör alıcısı” çıkıyor ama kaliteli insanlar da kaliteli kumaştan anlıyor. Herkes toplumdaki karşılığını bir şekilde buluyor.

 

 

Peki, kişisel gelişim ne değildir?

 

Kişisel gelişim sadece kendini iyi hissettirecek şeyleri duymak isteyip beynini zorlayacak her şeye kafasını çevirmek değildir. Ciddi bir kitlenin kişisel gelişimden anladığı, “Kendilerini iyi hissettirecek” sloganlar duymak. Sistematik fikirler anlattığınızda, gözlerini deviriyorlar. Türkiye’de kişisel gelişimci olmanın dramı da budur. Gelişmek isteyen kitle, kendilerini zorlayan ama büyütecek şeylerden kaçınıyor. Sınırlarınızı zorlamadan nasıl büyüyebilirsiniz ki? Asketik biri değilim ama gönül eğlendirmeyle profesyonel gelişim çabasını da ayırıyorum. Asıl o derin ve sistemli bilgi onları büyütecek ama belli bir kesim hiçbir şekilde zora gelmek istemiyor. Bu kitle başarılı da olamıyor zaten. Sonra da söyleniyor, kitap okuduk işe yaramadı diye. Herkes her şeyin içten içe farkında. Gelişmekte olan bir ülke için bunlar doğal ve normal.

 

 

BEYİNLERİ BAŞARI BİLGİSİYLE BESLEMELİ

 

 

Hayatta bulunduğu noktadan başka bir noktada olmak isteyen kişilere neler önerirsiniz?

 

Birincisi şunu fark etmeleri lazım: Beyinlerinde şu anda çalışan başarı yazılımı onları bulundukları yere getirdi. Daha iyi yerde olmak istiyorlarsa yeni bir başarı zihniyetine ihtiyaçları var. Daha iyi ve daha büyük başarı, yeni bir başarı zihniyetiyle gelir. Önce beyinlerini birinci sınıf başarı bilgisiyle beslemeleri lazım.

 

İkincisi, kendilerine bir iş seçmeleri lazım. İşimiz işlevimizdir. Başarı bir işi herkesten iyi yapmakla gelir. Çekirdek başarı becerisi çok önemli. Bir alan seçip o işi en iyi bilen, en iyi yapabilen ve en iyi yapan olarak bilinen olmaları lazım. Mahallenin en iyi marangozu, ilçenin en iyi marangozu, ilin en iyi marangozu diye halka halka büyümesi lazım. Bu büyümenin organik olması, hormonlu olmaması da sürdürülebilirlik için önemli.

 

 

İnsanın huzursuzluğunun kaynağında başarısız olma korkusu mu hâkimdir? Ve bu huzursuzluğunu giderebilmesinin yolları nelerdir?

 

Başarısızlık huzursuzluk yapar. Çünkü başarısızsanız, güven alanında değilsiniz demektir. Başarısızsanız, ait olduğunuz yerde değilsiniz demektir. Hayalinizdeki hayat ile yaşadığınız hayat arasındaki boşluğa, “Başarı boşluğu” diyoruz. Bu boşluk sosyo-psikolojik fay hattıdır, gerilim birikimi yaratır. Kendine teselli sözleri de uzun vadede işe yaramaz. Asgari bir başarı kazanmak, en azından kendi kendine yetebilen ve kendi ayakları üzerinden durabilen biri olmak gerekiyor.

 

Kendi kendine yetmeyi bile başaramayan insan, önce kendi içinde kendini yargılar, özsaygısı ve özgüveni dağılır. Toplum tarafından yadırganır, ekonomik olarak yoksullukla cezalandırılır, statü olarak aşağılara itilir. Başarının nasıl ki bedeli varsa başarısızlığın da bir bedeli var. Başarısızlığın bedelleri olmasa, uygarlık asla bu kadar ilerlemezdi. Başarısızlık mutsuz eder ki, başarı için itici güç olsun. Başarısızlar halinden memnun edilseydi, başarı odaklı insanlar da olmasaydı, muhtemelen yontma taş devrinde kalırdık. Uygarlık başarılı insanların eseridir. Uçaktan telefona hayat kolaylaştıran her teknolojik cihaz, başarılı bir insanın biyografisidir. 

 

 

GENLER POTANSİYELİMİZİ BELİRLİYOR

 

 

Öğrenilebilen, geliştirilebilen öğretilerin yanı sıra genler başarımızı hangi oranında etkiliyor?

 

Bu konuda bilim dünyasında tartışmalar çok. Benim kişisel inancım, başarının tavan ve taban limitini önemli oranda genlerin belirlediği. Genetik koridorumuz içinde, seçimlerimiz, eğitimimiz, irademiz, azmimizle bir yükseliyoruz. Ben onun yaptığı her eğitimi alsam da Fazıl Say gibi piyano çalamam. Genler potansiyelimizi ve doğal eğilimlerimizi belirliyor. Onların içinde saklı kapasiteyi iyi değerlendirememek ise, kullanıcı hatası. Demek istiyorum ki bir kapasitemiz var, bir de kapasitemizi kullanma kapasitemiz var. İkinci de birinci kadar önemli. Genlerden sonra ikinci büyük belirleyici, insanın başarı felsefesi ve dünya görüşü. Diğerleri sonra geliyor. Bu yüzden genetik uyumlu kariyer tasarımı daha sürdürülebilir oluyor.

 

 

Yeni bir akıl sahibi olmak için kişinin atması gereken temel adımlar neler?

 

Güvenli, kapsamlı ve sistemli bilgi kaynağı olduğu için birinci araç kitaplar. Benim kitaplarım demiyorum, genel olarak kitaplar. Ben hep öncelikle kitaplara baktım. Bir şeyler ilgili Google’da arama yapınca çıkan ilk 20 sonucu biliyorsanız, hiçbir şey bilmiyorsunuz demektir. Türkiye’de çoğu insan bu yüzeysel şeyleri okuyunca, bildiğini sanıyor. Neyi bilmediğini bile bilmiyor. Bilginin kalitesi, miktarından önemlidir. Bilgilenme hızı da kalite kadar önemli. Doğru bilgiye hızlı erişmek önemli bir başarı becerisi haline geldi.

 

İkinci kritik kaynak yakın çevremiz. En sık görüştüğümüz insanlara dönüşüyoruz, çünkü beynimizde “Ayna nöronlar” var. Bu nöron türü, başkasının aklını okurken aktive oluyor. Sürekli düşük zekâlılarla görüşmek, gerçekten de zekâ düşmesine neden olabiliyor. Sosyal ilişkinizden bağımsız değil zekânız. Kendinize zekâ testi yapmak yerine, en sık görüştüğünüz on kişiye yaptırıp ortalama almak da iyi bir öngörücüdür.

 

Üçüncü kritik şey, haftalık inzivalar. İnsanlar çok fazla konuşuyor, az düşünüyorlar. Çok kalabalık ve iç içe yaşayan bir toplumuz. Düşünmek ve kendiyle bağ kurmak gerekiyor. Bunun için kendiyle baş başa kalma zamanları oluşturmak önemli. Bu anlarda iç dünyamızda duygusal ve entelektüel düzenleme yapmalıyız. İnsan her hafta belli bir saat kendiyle baş başa kalmalı. Yılda bir iki hafta mutlaka inziva yapmalı insan. Mümkünse insansız ve telefonsuz bir hava sahasında…

 

 

İş hayatı ile özel hayat nasıl dengelenmeli?

 

Bunun statik bir yöntemi yok maalesef. Hakkında on binlerce araştırma yapıldı, “Amazon.com”da “Work and balance” yazınca binden fazla eser çıkıyor. Sabit ve statik bir formülü kimse bulamadı. Dinamik değişkenler üzerine kurulu. Doğrudan çok tercihler söz konusu. Bazı ortak noktalar göze çarpıyor, 25-35 yaş arası iş hayatı sonrasında özel hayat öne geçiyor. Zaten insanların en başarılı oldukları yaş aralığı 20-40 arası dönemdir. Bazen iş hayatı bazen özel hayat ağırlık kazanacağı, dinamik bir denge üzerine kurulu hayatımız. Sınır koymayı bilmek iyi bir başlangıç olabilir. Verimli çalışma yöntemlerini iyi öğrenmek, rutinlerimizi verimli hale getirmek, angarya işleri yüksek teknoloji kullanarak çözmek de diğer öneriler.

 

 

HAK GÖRME İLE HAK ETME ARASINDAKİ BÜYÜK BOŞLUK

 

 

Günümüz insanının en yaygın ve ortak sorunu nedir? Ve buna nasıl bir çözüm getirilebilir?

 

Başarı bağlamında gördüğüm en büyük sorun, hak görme ile hak etme arasındaki büyük boşluk. İnsanlar her şeyin en iyisini hak ettiklerini düşünüyor ama istediklerini hakkını vermek gerektiğinde ortadan kayboluyor. İsteklerimiz İsviçre standardında, yeteneklerimiz ise Pakistan. Tüketirken Amerikanlı gibi “Her şeyin en iyisini” istiyoruz ama iş üretime gelince Meksikalılar kadar kaytarıcıyız. Bu boşluğu bazen devletten, bazen eşimizden, bazen çocuğumuzdan doldurmasını istiyoruz. Oysa kendi içimizde halletmemiz gereken bir mesele bu. İstekler ile yetenekler arasındaki boşluktan doğan gerilimler ve hayal kırıklıkları fazla. Ya isteklerini azaltmaları lazım ya da yeteneklerini yükseltmeleri lazım. Her şeyin göze sokulduğu çağda, isteklerini yönetmeleri çok zorsa, o zaman yeteneklerini yükseltsinler. Böylece insanlığa bir faydaları da olur.

 

 

Çocukların başarısını en çok etkileyen faktörler nelerdir? Okul mu aile mi çocuğun başarısını daha çok etkiler?

 

Çocuğun başarısını etkileyen birinci faktör zekâdır, yani kavrayış ve kapasite. İkincisi, irade gücüdür. Yani kendini yönetme becerisi. Üçüncüsü, başarı zihniyetidir. Başarılı olmak için ne yapmak ne yapmamak gerektiğine dair fikirleri. Dördüncüsü, ilişki ekosistemidir. Özellikle ergenlik döneminde akran etkisi baskınlaşıyor. Çocukların başarı kahramanları da önemlidir. Çocukların ilk kahramanları anne babalarıdır. Okula başlayınca, öğretmen baskın rol modeli olur. Ergenlikte akran grubu baskın hale gelir. Çocuklar nasıl başarır kitabımızda, çocukların başarısını etkileyen toplam 250 faktörü saydık. Yukarıdakiler akla ilk gelenler. Hakkında iki kitap yazdık. Bir röportaj kapsamında düşünürsek, bu konuda ne söylersek eksik kalır. 

 

 

Günümüz çocuklarının ve gençlerinin büyük çoğunluğu karşılaştıkları bilgiyi sorgulamadan kabul ediyor. Gençlerde araştırma isteği, ilgi ve merak duygusunun azaldığını gözlemliyoruz. Sizce bunun nedeni dedir?

 

Eskiden de okul birçok çocuğa sıkıcı gelirdi ama hayat daha sıkıcıydı! Şimdi internetin kişiselleştirilmiş, bedava ve her yerden erişilebilir eğlencesi var. Bu eğlenceli hayatı okula da getiriyorlar. Öğretmenlerinin de “Youtuber” gibi eğlenceli olmasını bekliyorlar. Düşünce olarak akıllarından geçmese de nöral olarak, hızlı, renkli ve hareketli görsellere alıştıkları için karşılarında sabit duran birinin anlattıklarını takip etmeleri çok zor. Bu yeni normal, söylenmek yerine ayak uydurmak gerekebilir. Tüm dünya bu yönde gidiyor. İki tarafa da görev düşüyor. Öğretmenler multimedya kullanarak eğitimi renklendirebilir, öğrenciler de biraz irade gücü kullanarak dikkatlerini yönetebilir. Bu bir sosyal pazarlık. Bilginin kaynağını kontrol etmek konusunda, “Güvenli bilgi bulma, kaynakları sorgulama, önermeleri yanlışlama eğitimi” vermek gerekebilir. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı bir çalışmalar yapmıştı ama kabul edelim ki insan doğasında işine gelen yalana inanma eğilimi hep var. İnternet sadece yalanın yayılma hızını artırdı. İnternetten önce de insanların ciddi bir grup, kendilerine sorumluluk yükleyen gerçekler yerine, işlerine gelen yalanları tercih ediyordu. 

 

 

PETEĞE POLEN YERLEŞTİRİR GİBİ

 

 

Kitaplarınızın oluşum süreci nasıl gelişiyor? Bir kitap ortaya çıkmadan önce hangi aşamalardan geçiyor, nasıl bir ön hazırlık süreci oluyor?

 

Eskiden, her yıl için bir konu seçer, altı ay araştırır, kalan altı ayda da yazardım. İlk on kitapta böyle gittim. Sonra, gün içinde aklıma gelen fikirlerin, yıllar sonra yazacağım bir kitapta nereye konacağına karar vermek zorlaşmaya başladı. Sistematik not alma yaklaşımı geliştirdim. Aklıma gelen tespitleri, sistematik bir şekilde yapılandırıyorum. Beynimi şehrin ortasındaki koca bir çınar ağacı gibi düşünüyorum. Dallarına konan tespit kuşlarını yakalıyorum. O fikirler yakalayana ait bence. Çünkü aklıma gelen bir fikrin, bir iki sene sonra başka birinin de aklına geldiğini görüyorum. İki yılda 2600 sayfa böyle not almışım. Bunları yazacağım kitapların içinde, peteğe polen yerleştirir gibi koyuyorum. Baş+arı yazarı da arı gibi çalışıyor. 

 

 

Bir başucu kitabınız var mı?

 

İki bin beş yüzden fazla fikir kitabı okumuş biri için en zor soru. Yılda bir okuduğum on civarında kitabım var. Onları her yıl Ocak ayında bir daha okuyorum. Başucu denir mi bilmem ama yılbaşı kitaplarım bunlar.

 

 

Okurlarınıza kişisel gelişim alanında okumaları için tavsiye edebileceğiniz kaynak kitaplar var mı?

 

Mantık kalitelerini artırmak için, Bacon okuyabilirler. Einstein’in “Benim Gözümden Dünya” kitabı da geliştirici buluyorum. Hırslarını törpülemeleri gereken bir dönem yaşıyorlarsa Seneca ve Epiktetos okuyabilirler. Hırstan kudurmak istiyorlarsa Robert Greene’nin “İktidar” kitabını okuyabilirler. Modern makyavelist politikacıların başucu kitabı bu. Entelektüel damak zevkini geliştirmek isteyenler için Şakir Eczacıbaşı’nın hazırladığı Bernard Shaw’ın “Gülen Düşünceler” kitabı güzeldir.

 

Aristoteles’in oğlu için yazdığı “Nikomakhas’a Etik” kitabı da iyi bir başarı etiği sunuyor. İspanyol yazar Baltasar Gracian’da kadim başarı taktiklerini anlamak için okunabilir. Karl Popper’in yanlışlama kuramını ve açık toplum fikirlerini anlattığı kitaplarını da beğeniyorum. Yanlışlama teorisini anlamayan, siyah kuğu teorisini bilmeyen büyük işler başarmaya kalkışmasa daha iyi olur.

 

 

Yakın zamanda okuduğunuz ve tavsiye edebileceğiniz kitaplar var mı?

 

Tara Westover’in “Talebe” kitabını okuyorum. Bir Mormonun otodidakt bir hayata yönelip kendi kalıplarını kırmasını anlatıyor. Kendi kendini eğitmenin mucizesini izliyor insan. Max Scheler’in “Hınç” kitabını da tekrar okuyorum. İnsanoğlunun şiddet eğilimlerinin kaynağında başarısızlığın olduğunu düşündürüyor. Mihaly Csikszentmihalyi’nin “Good Business: Liderlik, Akış ve Anlam Yaratma” kitabını da beğenerek okuyorum.

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio