Modanın doldurmayı vaat ettiği boşluk

Merjam Yazar: Merjam 7 Eylül 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Satın alınan metalar, imgesel olduğu için hiçbir zaman yeterli tatmin sağlayamaz. Kişinin nesneyi satın alma niyeti, nesneye sahip olduğunda kalmaz; sürekli bir eksiklik ve doyumsuzluk girdabında tüketim açlığıyla ortada kalır. Maddenin sağladığı yapay hazlarla doldurulmaya çalışılan boşluk, modanın coşturduğu tüketim eliyle daha da büyür.

Modanın doldurmayı vaat ettiği boşluk

 

İnsan, son hâlini almış ve tamamlanmış bir ürün değil oluş hâlinde bir varlıktır. Doğumla yaşadığı kopuştan dolayı travmatik bir varoluş içindedir. Tam olduğu ana rahminden çıkmak zorunda kalmış ve tekrar tam olacağı mezara girene kadar, eksik varoluşuyla yaşamaya mahkûmdur. Herkesin eksiği kendine tabii. Kimi daha az eksik kimi daha çok eksik ama ille de eksik. Kimi bu eksiği kabul eder, eksiğin huzursuzluğuna tahammül eder yaşar, kimi bilinç düzeyinde ya da bilinçdışında eksiği inkâr eder, ikame nesnelerle yaşar.

 

İnsan, kendisini ancak ötekinin varlığında kurar. Ötekilerden yansıyan imgelerle ne olduğuna, kim olduğuna kani olur. Kendini kurma süreci, ötekilerden yansıyan imgelere özdeşleşmekle olacağından yine bir eksik vardır. Kendi kendisiyle mutlak bir özdeşlik kuramayan “Ben’i”, kendi kendine yetemeyen, bir bütün olamayan, parçalanmış, kopmuş bir varoluş biçimi olarak devinir.

 

 

Ben Ötekidir

 

Ben, kendi dışında yer alan, kendisi olmayan ama onunyansımaları olan bir dizi imgeyle karşılaşarak, kendinin aslında bir öteki olduğunu, kendinin ancak kendi dışından ayırtına varabildiğini deneyimler. Lacan’ın kuramının özünü oluşturan “Ben ötekidir” dizesi, ben’in onu oluşturan yabancı öğelere bağlı olduğunu, bu yabancı öğeler olmaksızın düşünülemeyeceğini, hatta var olamayacağını dile getirir. Dolayısıyla imgelerin ve imajların, özne üzerinde yapıcı ve bozucu, kurucu ve ayrıştırıcı etkisi vardır.

 

Tamlanma arzusu ile devinip duran bu trajik özne, kimi zaman içsel nesnelere, değerlere tutunur; kimi zaman kendisine dışarıdan dayatılmış ikame imgelere tutunur. İçi ne kadar boşsa, ilişkileri ne kadar sığsa, değerleri ne kadar tutarsızsa dışarıdan edineceği imgeler ile içini doldurmaya çalışır. Günümüzde bu imgeler, ihtiyaç için tüketilmeyen eşyalar olmuştur.

 

Kimlik, kişinin ben kimim sorusuna verdiği yanıtların bütünü, kişiyi gruba kendini tanıma ve tanıtma imkânı veren bir yapı olarak tanımlanabilir. İnsanın bireysel olan kişilik özelliklerini kapsayan, kendisini nasıl gördüğü ve toplumun onu nasıl konumlandırdığı ile ilgilidir, yani toplumsal bir yanı vardır. Sosyal psikolojide sosyal kimlik olarak, gruplararası davranışlar neticesinde oluşan bir kavramı ifade etmektedir. Kimliğin gelişimi ergenlikte başlasa da, son dönemlerdeki gelişim psikolojisi çalışmaları kimlik gelişiminin yirmili yaşların başı ile ortasında daha fazla olduğuna işaret etmektedir. İnşa edilen bir olgu olan kimlik üzerinde siyasi erkin müdahalesi de kaçınılmazdır.

 

 

Kendilik Tasarımı

 

Kimlik bütünlüğü; kendilik ve nesne tasarımlarının bütünlüklü, kararlı ve tutarlı olması anlamına gelir. Kendilik tasarımı, kişinin kendisi hakkında; nesne tasarımları da, başta önemli ilişkileri olmak üzere, başkaları hakkındaki kanaatlerinin bileşkesidir. Bir bölümü bilinçli, bir bölümü bilinçdışıdır. Olağan ruhsallıkta diyebileceğimiz nevrotiklerde, kişinin kendi hakkındaki kanaati bütünlüklü ve kararlıdır. Nasıl bir insan olduğuna, nelerden hoşlandığına ya da hoşlanmadığına, neleri önemsediğine dair duygu ve düşünceleri zaman ve durumla kısmen değişse de ani değişiklikler göstermez. Sınırda kişilik örgütlenmesi gösteren kimselerde ise bütünlüklü ve kararlı bir kendilik tasarımı yoktur. Bazen kendisine çok güvenir ve değerli bulurken, bazen hiç güvenmez ve çok değersiz, işe yaramaz biri olduğunu düşünür ve hisseder. Nelerden hoşlandığına, neleri önemsediğine ilişkin duygu ve düşünceleri de çok çabuk değişir. Kişinin kendini algılayışı ve davranışları, dengesiz ve tutarsızdır. Nasıl bir insan olduğuna ilişkin sorulara ya anlamlı yanıtlar veremezler ya da farklı zamanlarda farklı kendilik parçalarının etkinleşmesine bağlı olarak birbiriyle tutarsız tanımlamalar yaparlar. Kendilik tasarımları gibi nesne tasarımları da bütünleşmemiştir. Hayatındaki önemli kişilere ve imgelere ilişkin algılayışları ve değerlendirmeleri de anlamlı bir bütünlük oluşturmayacak denli yüzeysel ve dağınıktır.

 

Kimlik bütünlüğünün olmaması, kronik boşluk duygusunu, can sıkıntısını, yalnızlığa ve terk edilmeye tahammülsüzlüğü beraberinde getirir. Kendilik tutarlılıkları ve değerleri başkalarının varlığına bağlı olduğu için, yalnızlığa tahammül edemezler ve zorlayıcı bir tarzda sosyal olma ihtiyacı hissederler. Boşluk ve can sıkıntısına gark ettikleri vakit tüketerek doldurmak isterler. Tükettikleri bazen bir kişi, bazen bir ilişki, bazen metalardır. Bu durum nesne sürekliliğinin olmamasına bağlıdır. Dolayısıyla ancak tutarlı değerleri olan yapılaşmış bir grup içinde, bu grubun bir parçası olarak tutarlı bir kişilik sergileyebilirler. Eksik kendilik duygularını, içinde bulundukları sabit gruba göre düzenleyebilirler, bu eksikliklerini grupta giderebilirler.

 

Nesne sürekliliği kimliğin bütünlüklü inşasında önemlidir, nesnelerin hızla değiştiği kaybolduğu bir düzlemde kendilik de parçalanma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Modern dünyada kişiler birçok kimlikle yaşar ve kimliği tekrar tekrar inşa etmek zorunda kalır. Çağımızda sınır kişilik örgütlenmesinin artmış olması, bu kaygan düzlemin varlığın ile koşuttur. Kapitalizmin vahşi doğası altında gelecek günlerde daha artacak gibi görünmektedir. Yaşadığımız iletişim çağında iletişimsiz insanlar, parçalanmış ve bütünlüksüz kimliklerle kaygı içersinde dolaşır olmuşlardır.

 

Kimlik, insanın kendisinde olana veya kendisine bir anlam yüklemesi ve o yüklediği anlamı da içselleştirmesidir. Tüketim toplumunda ise çoğulcu hâle gelen kimliğin özündeki kısmi tutarlılık kaybolmakta, kimliğin inşasına değişkenlik ve geçicilik nüfuz etmektedir. Kimlikler daha çok cilalanmış imajlar şeklinde, pazarda askıda bekleyen, denenip atılacak sonra yenisi denenecek giysiler hâline gelmiştir. Satın alınan metalarla örülen kimlik, her an sökülmeye teşnedir. Satın alınanlar, ihtiyacı karşılamak için gerekli basit nesneler değil, bir anlam taşıyan, tüketicinin kim olduğunu ifade etmesine olanak sunan nesnelerdir. Tüketim toplumunda nesnelerin kullanım değeri ve değişim değerinin ötesinde, gösterge değerinin ya da sembolik değerin öne çıktığı görülür. Nesnelerin tüketiminden elde edilen gösterge, değerler ve anlamlar ise kimliğin inşasında büyük rol oynar.

 

Tüketim kültürü, genellikle hedonizmi, burada ve şimdi zevk peşinde koşulmasını, dışavurumsal hayat tarzlarının yeşertilmesini, narsistik ve bencil kişilik tiplerinin geliştirilmesini vurgular. Artan tüketimin amacı, insanların insani özünü geliştirmeye yönelik olmaktan çok, onları düşünmekten, yaratmaktan alıkoyan ve yabancılaştıran bir kısır döngü hâline gelir.

 

Belirli bir imajı ve kimliği oluşturup sürdürmeye çalışan insanlar, o imaja özgü tüketim nesnelerine ulaşmayı hedefler. Kimliği besleyecek olan anlamların peşinden giderler. Tutarlı bütünlüklü bir yapısı olmayan bu kimlikler, sağından solundan tutturulmuş olduğundan ha bire yeni bir yapıştırıcı gerektirir. Böylece anlamlar, ürünlerin hayattaki işlevlerinden öteye gider. Anlamlarla birlikte oluşan imajların, arzuların, stillerin, sembollerin tüketimi, bireye haz verdiği gibi sosyal ilişkilerinde de göreceli bir güven sağlar.

 

 

Doyumsuzluk Girdabında Tüketim Açlığı

 

“Görünen her şey iyidir, iyi olan şey görünür” düşüncesinin biçimlendirdiği tüketim toplumunda amaç, arzuyla kavrulmuş insanların “Görme biçimleri”nin değiştirilmesi ve iktidarın tesis edilmesidir. Görme merkezli bir kültür, göz önündeki her şeyi adeta bir gösteriye dönüştürmektedir. Görme, gösterme, gözetleme öne çıkınca ve gözün basireti sadece göz önündekiler ile sınırlı kalınca, görmenin anlamı da yarım kalmakta ve görünür olan kutsiyete bürünmektedir. Kimlik bu görünebilenlerden, insanın ancak gördüklerinden inşa edilmeye başlar. Kişi gördüğü diğer nesneden ayrı olmayan bir özne konumuna gelir. Ancak gördüğü ve görünebildiği nesne üzerinden kimliğini tarif eder. Zaten eksik doğan, kendisini ötekinin aynasında var eden kişi, şimdi sonradan türetilmiş, anlamla donatılmış, tüketilmeye dayatılmış metaların pazarında bulur kendini.

 

Ancak anlam şurubuna batırılmış bu nesnelerin imajı, gerçek olmadığı gibi göründüğü gibi de değildir. Kişi imajda gerçekliği görmeye çalıştığı ölçüde, o yanlışlığa ve illüzyona dönüşür. İmaj bir gerçekliği dile getirir; ancak gerçekliği bir hile ve vaat ile sunar. Bu bakımdan imaj, aldatıcıdır: O doğru olmayan bir şeyin yansıması durumunda olduğu hâlde, gerçek olduğunu iddia eder. Öyle ki ona inanan insan seli karşısında, “Hoca uçmaz cemaat uçurur”u kanıtlarcasına, gerçekliğin kendisinden çok daha gerçek hâle gelir.

 

Satın alınan metalar, imgesel olduğu için hiçbir zaman yeterli tatmin sağlayamaz. Kişinin nesneyi satın alma niyeti, nesneye sahip olduğunda kalmaz; kişi, sürekli bir eksiklik ve doyumsuzluk girdabında tüketim açlığıyla ortada kalır. Maddenin sağladığı yapay hazlarla doldurulmaya çalışılan boşluk, modanın coşturduğu tüketim eliyle daha da büyür.

 

Toplumsallaşmanın artması, modern yaşamın ona yüklediği kimlikler altında ezilen birey, hem kendi hem de toplum nazarında önemini yitirmiş, gittikçe silikleşmiş, görünmez olmuştur. Biricikliğini yitirmeye başlayan özne, bir diğerine benzemiş, özneden bahsedilemez hâle gelmiştir. Birey nereye ait olduğundan, çevresindekiler tarafından durduğu yerin görünüp kabul edileceğinden şüphe duyar olmuştur. Gündelik hayatın hızı ve karmaşası içinde kimlikler, daha kırılgan, değişken istikrarsız durmakta, özne amaçsızca savrulmaktadır.

 

İşte moda bir yanıyla bireye biricikliğine kavuşması için, kendine dair belirsizlikten kurtarmak için yeni kimlik vaatlerinde bulunmaktadır. Amaçsızca savrulan özneye bir varoluş amacı sunmaktadır.

 

Moda genel yapısıyla değişirlik ve nesnenin geçiciliği üzerine kuruludur. Belli bir kesimin onayladığı eşya ve yaşam stilini dayatır. Bu hâliyle kendine hem benzerleriyle birlik içinde hem de diğerlerinden farklı olduğu illüzyonunu yaratır. Küreselleşen dünyada, güya farklılıklarını barındıran bir tektipleşmeye gidiş vardır. Modanın sunduğu nesneleri tüketmek vasıtasıyla kişi arzu ettiği kimliğe ve statüye kavuşma ihtimali yaşar. Dolayısıyla doğuştan verilen statünün dışına çıkabilme olanağı yakalar. Kişiler de işte bu ihtimali arzular. Moda olanı tüketmek kişiye bir yere ait olduğunu, kabul gördüğünü, onaylandığını hissettirir.

 

 

Gölgeyi Arzulamak

 

Herkes görülmek, onaylanmak ister. Başkalarının onayından geçmeyen bir varoluş yoktur. Zira insan toplumsal bir varlıktır. Topluma uymak bir yere ait olmak ihtiyacı vardır. Kişisel farklılıklar bu ihtiyacın niteliği ve niceliğindedir. Bütünlüklü bir kendiliği olmayan, varlığını sadece onaylayan diğer ötekiler sayesinde kuran biri için ise aidiyet ve onaylanma başat konuma geçer. Kendiyle arası olabildiğine açılmış sahte kendilikler, sadece ve sadece onaylanmak için ödünç kimlikler edinebilir. Elbette toplum dinamiklerine asgari bir uyum gerekir, ancak zamanın ve kültürün köhnemiş yanlarını yahut tüketim toplumunun dayattığı ikonları kabul etmeme tercihi de vardır. Her ne kadar dayatılanı kabul etmiyorum, ben farklıyım derse de tüketim patronları, bir biçimde bu farklılığı da aynileştirmenin yolunu bulacaktır.

 

Kapitalizm artık gölgesini satamadığı ağacı kesmez, kitleyi asıl ihtiyacının gölge olduğuna inandırıp gölgeyi ağacın iki misline satar. Dahası önce gölgenin imgesini satar. Kişilere bu imge ile en güzel, en güçlü, en başarılı, en mutlu olacağı vaadini verir; gölgeyi arzulatır, bir gölge modası çıkarır. Kişi asıl ihtiyacı olan ağacı unutur, gölgeye sahip olmanın peşinde koşar. Arzuladığı imge ile tamlanacağını, kimlik, güç ve statü kazanacağını sanan kişiler, henüz gölgede dinlenme fırsatı bulamadan başka bir gölge imgesinin bombardımanına uğrar. Zaten dertleri de o gölgede dinlenmek değildir. Arzu, arzunun peşinden koşmakla mümkündür, elde etmekle değil. Taylor ve Saarinen de dediği gibi “Arzu, tatmini arzulamaz, arzu sadece arzuyu arzular.”

 

 

Sembolik Kimlikler

 

İnsan çelişkili bir varlıktır. Bir yandan genel olana, devamlılığa, birliğe, eşitliğe, benzerliğe ulaşmaya ihtiyaç duyarken diğer taraftan bireyselliğini, özgül olanı kavramaya, göstermeye çalışır. Genel olan insana huzur verirken bireysellik, farklılık harekete işaret eder ve huzursuzluğun nedenidir. Moda bir taraftan genelin verdiği rahatlığı sağlarken diğer tarafta kendi içinde stiller yaratarak biricikliğe duyulan ilgiyi de doyurur. Hem yalnızlaşma hem de kitleselleşmeyi sağlayan şey de modadır. Moda, toplumsalı ve kültürü inşa eden bir dil gibi, bir arzu, haz, statü ve kimlik nesnesi olarak bireyin gereksinimlerini karşılayan, aynı zamanda kamçılayan bir şenliktir.

 

Özerklikten yoksun, başka bir yere dayanmak zorunda olan bireylerin asli faaliyeti olan moda, toplumda en önemsiz görünen bireyin bile görece de olsa bir statü kazanmasına, bir bütünün temsilcisi olarak öne çıkabilmesine olanak sağlar. Modanın bizatihi iletişimin kendisi olan dili sayesinde birey, toplum içinde yalnız olmadığı duygusunu yaşar. Benzer metaları tüketen insanlar birbirlerine gözlemleyerek toplumdaki yerlerini, konumlarını belirlemeye çalışırlar. Bu, kimliğin özdeşleşme ile kurulması yani kişinin benzer diğerleriyle özdeşleşmesi, kendini onlardan biri olarak yeniden ifade etmesidir.

 

Sürekli değişen hâliyle moda, yeni imajları, değerleri dolaşıma sokabilmek için daha önceden üretilen kimlikleri yok saymaya, gözden düşürmeye çalışır. Böylece kimliği istikrarsızlaştır, kararsız değişken kimliklerin üretimine neden olur. Beri yandan bölünmüş, parçalanmış kimliklerden de faydalanarak kendi döngünü ayakta tutar. Kimlik olanaklarının çok çeşitli olması, yeni ve zengin imajlarla kimliğin yeniden yapılanması için seçenekler sunmasına rağmen, moda aracılığıyla birey kendini kurabilecek özerk bireyden parçalanmış, dağılmış bireye dönüşmüştür.

 

Elbette kimliğin görünene, nesnelere ve sembollere dönük bir tarafı vardır, ancak kimliğin aynı zamanda içeriğe, anlama, davranışlara ve hayatı bilinçli kavramaya dönük tarafı da bulunmaktadır. Marka veya moda olan sembolik kimlikler, hayatın anlamını geniş bir şekilde idrak etmede insanı yarı yolda bırakır. İnsanı kendi potansiyel varlığı ve değerleri üzerine kuracağı bir kimlik yerine, tüketilmek üzere hazırlanan paket kimliklere mahkûm eder.

 

Ötekinin aynasında yabancılaşarak inşa edilen kimlik, kendini bilme ve kendine bakma sayesinde en az eksikle de kurulabilir. Kimliğin mayasını oluşturan değerlerin meşruiyeti, derinliği ve içeriği önemlidir. Kendine daha az yabancılaşan, kendi boşluğuna bakabilme cesareti gösterip kendinden değerlerle içini doldurma eyleminde bulunan, kendi otantikliğinde varolmaya çalışan kişiler için aidiyet, güven duyguları daha az sallantılıdır. Başka kimlikleri arzulama ihtiyaçları da daha azdır.

 

Hira Selma KALKAN – Psikiyatrist / Yazar

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio