Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
“Psikolojik dayanıklılık anlamında sağlıklı bir hayat tarzı için mutlaka ve mutlaka bir rutinimiz olmalı.”
Psikolog ve yazar Mehmet Dinç ile bağımlılıklar, günümüz psikolojik rahatsızlıkları ve çözümleri ile ilgili keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Mehmet Dinç, “Toplumsal ve bireysel olarak psikolojik dayanıklılık nasıl sağlanır konulu bir hayat tarzını gündeme getirmek lazım.” diyor.
Bize biraz hayat hikâyenizden bahsedebilir misiniz?
Hikâye dendiği zaman iş biraz uzayabilir. Ben genellikle birini tanımak istediğim zaman “Hikâyen nedir?” diye soruyorum. Benim hikâyem Üsküdar’da başladı. Aslen Trabzonluyum dolayısıyla Trabzon’la da bir gönül bağımız var. Ama doğduğum, büyüdüğüm, gönlümde taşıdığım yer İstanbul, Üsküdar’dır. Hâlâ Üsküdar’da ikamet ediyorum, üniversite yıllarımda bile buradan ayrılmadım. Anlayacağınız Üsküdar’da başlayıp devam eden bir hikâyem var. Üniversitede Psikolojik Danışmanlık bölümünü bitirdim. Ardından Avustralya’ya gittim ve orada yoğunlaşmak istediğim konu olan eğitim üzerine yüksek lisans yaptım. Aynı zamanda orada Türk toplumunu hem birleştirmek hem de Avustralya toplumunda temsil etmek amaçlı çalışmalarımız oldu. Orada yayımlanan bir Türk gazetesinde köşe yazarlığı yatım. Altı yıl sonra tekrar Türkiye’ye döndüm. Türkiye’ye döndükten sonra da klinik psikoloji üzerine yüksek lisans yaptım ve bitirdikten sonra psikolojik destek hizmeti vermek amacıyla bir ofis açtım. Bir yandan da TRT ekranlarında yayınlanan “İnsanlık Hâli” isimli programın danışmanlığını yaptım. Aynı dönemde doktora eğitimime başladım. Sonrasında Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nde çalışmaya başladım. Halen üniversite hizmeti devam ediyor ve haftanın belli günlerinde Gaziantep’e gidiyorum bu yüzden. Antep’i, Antep’teki öğrencilerimi, şehri, insanları çok seviyorum, ülkemin bir ucundaki insanlara hizmet vermek manevi bir keyif veriyor bana. Oradaki öğrenci profili İstanbul’daki öğrenci profilinden biraz daha farklı geliyor bana. Daha motive daha almaya açık, daha aldığı bilginin kıymetini bilen, daha öğrenme arzusu yüksek olan bir grup var.
İNSANIN KENDİ HİKÂYESİNİ ANLATMASI
Sonrasında Melbourne Üniversitesi’nin davetiyle bir yıl Avustralya’ya gittim orada misafir öğretim üyesi olarak araştırmalarda bulundum. Bir iki ay öncesinde de tekrar Türkiye’ye döndüm. Şimdilerde de Avusturalya kökenli “Narrative terapi” diye bir terapi ekolü var. O ekolün Türkiye temsilciliğini yapıyorum. “Narrative terapi”, öyküsel terapi olarak da geçer, hikâye odaklı bir terapidir. Hikâye derken burada anlatılan başkasının hikâyesi değildir. İnsanın kendi hikâyesini kendisinin anlattığı gerekirse revize ettiği bir terapi yöntemidir. Ben bu terapi yönteminin kültürümüze çok uygun olduğunu düşündüğüm için Türkiye’de de “Narrative terapi” tanınsın, bilinsin istiyorum, bunun için gayret ediyorum. Bir de Yeşilay sevdamız var. 2010 yılından beri bir şekilde vazifeliyiz. İlk başta bilim kurulu üyesiydim sonrasında Türkiye Yeşilay Cemiyetinde yönetim kurulu üyesi oldum, şimdiyse Yeşilay Cemiyetinin başkan vekiliyim. Orada da bağımlılıklarla ilgili yoğun bir çalışma programımız var. Benim çalıştığım alan özellikle davranışsal bağımlılıklar yani insanın bir davranışa bağımlı olması durumu. Madde, sigara, alkol bağımlılıkları konusunda herkesin az çok fikri var ama son otuz yılın gündemi aslında davranışsal bağımlılıklar. Bu bağlamda diğer bağımlılıklarla kıyaslandığında çok zor bir alan. Ben bu alanda çalışıyorum; internet bağımlılığı, sosyal medya bağımlılığı, cep telefonu bağımlılığı, online oyun bağımlılığı, online kumar bağımlılığı gündemimizde.
2012 yılında dünyada ilk kez dünya Uluslararası Teknoloji Kongresini yaptık. Ardından dört kez daha yapıldı. 2010 yılında Türkiye’de yine bir ilk olan “İnternet Bağımlılığı” kitabını yayımladık. Dört seneden beri Dünya Sağlık Örgütünün davranışsal bağımlılıklarla alakalı çalışmalar yapan uzmanlar ekibindeyim. Her yıl toplanıyoruz, çalışmalarımızı değerlendiriyoruz. Çalışmalarımızın bir kısmı meyve verdi bile. Mesela, “Online Kumar Bağımlılığı” ve “Online Oyun Bağımlılığı” Dünya Sağlık Örgütü’nün hazırladığı psikiyatrik rahatsızlıkların tanı kitabında hastalık olarak kabul edildi. Bu tarz çalışmalarımız da devam ediyor. Bir yandan da çokta kabiliyetli olmadığıma inansam da yazıyorum. Kabiliyetli olmadığım hâlde neden yazıyorum? Birincisi, kendime not bırakmak için yazıyorum, gelecekte dönüp baktığımda neredeymişim şimdi neredeyim görmek için. İkincisi tarihime not bırakıyorum. Yani çocuklarım babamız okuduklarından ve yaşadıklarından bunları tecrübe etmiş bilsinler diye yazıyorum. Mesleğimiz gereği çok fazla hikâye dinleyip bunlardan istifade edebiliyoruz. Bunları hem kendime unutturmamak hem de okuyan da istifade etsin diye yazıyorum. Yazmamın en temel meselelerinden bir tanesi de kendime ayar vermeye çalışmamdır. Bak böyle bir şey öğrendin bunu unutma demek gibi. Bak böyle yazıyorsun, yazdığına göre yaşa gibi. Bu Narrative terapinin en önemli kavramlarından da biridir. Der ki: “Sözü söylenmiş olmaktan kurtarmak lazım!” bunun anlamı şudur: Söz söylenip geçilirse bir şey ifade etmeyebilir ancak söz söyleyip geçilmekten öte kurtarılırsa o söz insanın hem kendine hem de başkalarına faydası dokunabilir. Bende bu düşünce ışığında bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Bir de hikâyemin olmazsa olmazları eşim ve iki çocuğum var.
Bu alana yönelmenizin bu alanda uzmanlaşmanızın temel amacı neydi?
Doğrusu bilinci olarak şunu yaşadım ve hayatım değişti diyemem. Ancak belki sebepler ve tevafuklar bir şekilde beni bu yola sokmuş olabilir. Ancak benim çocukluğumu bilen herkes senin psikolog olacağın belliydi diye söyler. Demek ki hiçbir şey sebepsiz olmuyor benim psikolog olmamın da sebepleri varmış. Zaten ergenlik ve gençlik dönemimde de insan ilişkilerine, duygulara, düşüncelere karşı hassasiyetlerim vardı. İnsanlara bu konularda yardımcı olma gayretim vardı. Dolayısıyla bu yola girmem çevrem için de şaşırtıcı bir durum olmadı.
İNSANIN BAĞLANMA İHTİYACI VARDIR
Bağımlılık nedir? Neden bir maddenin, eşyanın vb. bağımlısı oluruz?
İnsanın bağlanma ihtiyacı vardır. Bağımlılıklar söz konusu olduğunda tıbbi gerekçeleri vareste tutarsak bağlanma ihtiyacı karşılanmadığında ya da sağlıksız bir şekilde karşılandığında bunlar bağımlılığa dönüşebiliyor. Yani fıtrî bir ihtiyaç fıtrat dışı karşılandığında hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Bu sadece bağımlılıklar için geçerli değildir yaşadığımız birçok problemin temelinde bu sorun vardır. İnsan fıtratının, tabiatının, doğasının sözünü dinlemez, kulak vermezse, fıtratının söylediği şeyleri fıtratının uygun gördüğü şekilde karşılamazsa o zaman türlü türlü hastalıklara düçâr olabiliyor. Bağımlılıklara da bu anlamda baktığımızda bağlanma ihtiyacının sağlıklı bir şekilde ve doğru yollarla karşılanması durumu söz konusudur. Ancak şunu da belirtmek gerekir; bunlar bağımlılıkları 2×2=4 eder gibi şeklinde açıklayacak sebepler değildir. Bağımlılık riskini arttırır ama yüzde yüz sebebi olmayabilir.
1970’li yıllarda bağımlılıklarla ilgili Dünya Sağlık Örgütü teyakkuza geçti. Özellikle 60’lardaki Hippi hareketlerinden sonra uyuşturucu bağımlılığı yaygınlaşınca bu konuyu birinci gündem olarak çalışmaya karar verdiler. Bağımlılıkları birinci gündeme almak demek: Programları geliştirmek, bu alandaki uzman sayısını artırmak, hastane sayısını artırmaktır. Peki, bunlar problemlerin azalmasına sebep oldu mu? Hayır, büyük oranda bir değişiklik oluşturmadı. Çünkü bağımlılıklar zaman içerisinde şekil değiştiriyor. Aynı zamanda da hayatımızda daha görünür olmaya daha fazla bedel ödetmeye, daha fazla insanın canını yakmaya başladı. Bunun tek bir sebebi yok ancak önemli bir sebebinin son yirmi, otuz yıldır dünyanın çok hızlı bir şekilde değiştiği, bu değişimle birlikte küreselleşmenin beraberinde getirdiği kapitalizm ve tek tipleşme olduğunu söyleyebiliriz. Küreselleşme ile birlikte her şey tek tipleşti ve bizler tüketim çarkının bir parçası hâline geldik. Belli başlı markalar var hepimiz onlardan giyinir onlardan yer içer olduk. Bir de buna her geçen gün artan şehirleşme eklenince insanlar temel ihtiyaçlarını doğal yollarla karşılaşmakta zorlanmaya başladılar. Bunun neticesinde de küreselleşmeyle gelen hayat tarzı insanın psikolojik dayanaklığını azalttığını görüyoruz. Mesela, modern şehir hayatında çok fazla ışık var. Bu pratikte insanların işine yaran bir şey olsa da insanın fıtratına uygun bir durum değildir. Çünkü insan fıtratı ne diyor: Karanlık çöktüğünde yavaş yavaş uykuya hazırlan ve güneş doğduğunda uyan, harekete geç! Ama modern şehir hayatında bu mümkün olmuyor dolayısıyla pek çok insan bedeninin melatonin hormonunu salgıladığı saatlerde uyumuyor, melatonin salgılaması bittiği zaman uyanması gerektiğini bilmiyor. Dolayısıyla insanlar ihtiyaçları olan dinlenmeyi gerçekleştiremiyorlar, uyku problemi yaşamaya başlıyorlar. Buna bağlı psikolojik problemler, bağımlılıklar gelişiyor. Uykuyla bağımlılığın ne alakası var diyeceksiniz ama araştırmalar ruh sağlığı anlamında uyku düzeninin yeterli ve dengeli olmasının çok belirleyici bir faktör olduğunu gösteriyor.
Bağımlılıkların temelini oluşturan durumlar, duygular nelerdir? Hangi insanların bağımlılığa yatkınlığı daha fazladır?
Bağımlılık anlamında sosyal anlamda, zihinsel anlamda riskli gruplar söz konusu. Ama ben böyle bir sınıflandırma yapmanın insanları etiketlemek olacağını düşünüyorum ve bunu doğru bulmuyorum. Bundan ziyade benim üzerinde durmak istediğim konu; ne yaparsak daha güçlü oluruz, ne yaparsak psikolojik dayanıklılığımız artar. Psikolojik rahatsızlıkların genetik boyutu muhakkak ki var ama aynı zamanda bu gibi rahatsızlıklar insanın boşluk anlarından, zayıflıklarından da istifade eder. O yüzden bizler psikolojik anlamda kendimizi ne kadar güçlendirebilirsek bağımlılıklara ve psikolojik rahatsızlıklara karşı direncimiz de o kadar artar. Hayat tarzımızı mutlaka yaşamamız gerektiği gibi yaşamakla alakalı üst seviyede hassasiyet göstereceğiz, itina ile yaşamak nedir nasıl yaşanır bunu bileceğiz. Bu konularda dikkatli olmazsak kitaplar ne derse desin risk grubundayız demektir.
DÜNYANIN PROBLEMİ: TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI
İnternet bağımlılığı konusunda Türkiye’nin en büyük problemi nedir?
İnternet bağımlılığı bütün dünyanın ortak meselesi, herkes bu konuda mustarip. Ama şunu biliyoruz ki özellikle sosyal medya alanında Türkiye’de diğer ülkelere oranlar biraz daha fazla. Asya ülkeleri bizden daha kötü durumda ama önlemini almazsak bizde onlar kadar kötü bir duruma gelebiliriz. Online kumar, online oyun, online cinsellik gibi pek çok konuda problemler var bunlar göz ardı edilmemeli, edilirse daha büyük sorunlar hâline gelecektir. Konuşsak da konuşmasak da kabul etsek de etmesek de sosyal medya meselesi herkesin bildiği, kabul ettiği ama maalesef çok da ciddiye almadığı bir konu. Bu gibi konularda hepimizin problemi var ancak toplumca bu konuyu hafife alıyoruz. Eğer bu konuda bir şeyler yapmazsam gümbür gümbür gelen bir problemle karşı karşıya kalacağımız kesin. O yüzden bu konudaki farkındalığımızı muhakkak artırmamız gerekiyor. Bireysel ve toplumsal anlamda projeler üretmemiz gerekiyor. Bu konudaki hassasiyetimizi bireysel çabanın üstüne taşıyıp toplumsal çaba haline getirmek için de bir şeyler yapmamız lazım.
İnternet bağımlılığı kimyasal bağımlılıktan daha mı az zararlıdır?
İnternet bağımlılığının kimyasal bağımlılıklardan daha zararlı olduğunu düşünüyorum. İnternet bağımlılığının daha zararlı olmasının sebebi kanaatimce şu: Kimyasal bağımlılıklar, alkol bağımlılığı, sigara bağımlılığı gibi konularda pek çok araştırma yapılmış. Dolayısıyla süreç nereden başlıyor, nereye gidiyor biliyoruz. Tedavi süreci nedir, tedavi sürecinde bizi neler bekliyor, riskler nelerdir biliyoruz. Bu konuda kim çalışıyor, nasıl çalışıyor, hangi uygulamayı yapıyor biliyoruz. Ama teknoloji ve internet bağımlılıklarıyla alakalı böyle bir şey yok. Ne çalışalım bilmiyoruz, nasıl çalışalım bilmiyoruz, kimle daha çok çalışalım bilmiyoruz, kim çalışsın bilmiyoruz, hangi kurum çalışıyor bilmiyoruz. O yüzden bir insan internet bağımlılığından mustarip olmaya başladığında problemi çözecek bir sistemimiz oluşmuş değil. Dünyada da bu böyle, orada da henüz bir çözüm bulamadı. Bu çok büyük bir problemdir. Diğeri de ebeveynlerin uyuşturucuyla ilgili hassasiyeti üst noktada ancak internet bağımlılığıyla ilgili böyle bir hassasiyetleri yok. Aileler uyuşturucu bağımlılığı konusunda üzerlerine ne düşüyorsa onu yapıyorlar ancak internet bağımlılığıyla ilgili öyle bir sorumluluk bilinçleri yok. O yüzden toplumsal farkındalık noktasında eksik kalıyoruz ve bu bağımlılık fark edilmiyor. Fark edilmediği için de çözüm üretilmeye çalışılmıyor. Bu da internet bağımlılığı konusunu diğer bağımlılıklara oranla daha zorlaştıran bir faktör. Bir diğer faktörde örneğin, uyuşturucu bağımlısı bir insan bu bağımlılığından kurtulmak istedi ve kurtuldu. Bu insana bir daha kullanma diyebiliriz. Ama internet bağımlısı olan bir insana diyebilir misiniz, diyemezsiniz, mümkün değil. Normal sınırı nerede başlıyor, nerede bitiyor tedavi ve rehabilite sürecinde nerede ne kadar neyi ele alacak bunlar hâlâ belirli olmayan noktalar. Bir de alan devamlı değişiyor. Mesela, 2010 yılında internet bağımlılığı var dedik ama internet bağımlılığı da dallarına ayrılan bir sistem haline geldi bugün. Online kumar, online oyun, sosyal medya hepsi ayrı kollara ayrılıp gelişiyor, yenileniyor, değişiyor. Bu yüzden her yeni problem yeni çalışma sahası demek. Dolayısıyla internet bağımlılığı bu handikaplar sebebiyle daha tehlikeli ve zor bir alan.
DÜNYA RUTİNLE DÖNÜYOR
Bağımlılıkların genelini önlemek ve bunlardan korunmak için birey ve toplum olarak ne gibi önlemler almalıyız?
Toplumsal ve bireysel olarak psikolojik dayanıklılık nasıl sağlanır konulu bir hayat tarzını gündeme getirmek lazım. Yani biz nasıl bir hayat tarzını benimsersek psikolojik olarak güçlü oluruz ve psikolojik güçlülük; bizim iç dünyamıza, dış dünyamıza, sosyal ilişkilerimize, zihin dünyamıza, ahlâk dünyamıza tesir etmiş olur bunları düşünmek gerekiyor. Bu hayat tarzını benimsemeden başarılı olmak çok zor. Peki mesele bireysel mi çözülecek, toplumsal mı? Mesele hem bireysel hem toplumsal! Hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak yapılacak ayrı ayrı şeyler var. Ama yapılması gereken en temel şey: Benimsenmiş bir hayat tarzı içerisinde yaşamak.
İnternet bağımlılığı çocukluktan mı başlar? Çocukların erken yaşta teknoloji ile tanışması ne kadar doğru?
İnternet bağımlılığı her yaşta başlayabilir. Ama ne kadar erken başlarsa o kadar zor bırakılır. O yüzden bağımlılığın çocukken başlaması demek tedavisi zorlaşacak demektir. Ancak teknoloji kullanımı başlayabilir. Özellikle içerik ve zaman anlamında kontrolü sağlanabildiği zaman başlanabilir. Ama tabi ki bu kullanın kullananın hayatını daraltmasın, fakirleştirmesin, zorlaştırmasın. Bu ne demek? Çocuk internet kullandığı için fiziksel, sosyal, zihinsel, psikolojik veya ahlâkî gelişiminde bir daralma yaşıyorsa bu bir problemdir. Çocuk internet kullandığı için hayatı kolaylaşıyorsa, yeni ufuklara açılıyor, ulaşamayacağı bilgilere ulaşıyorsa, kuramayacağı bağlantıları kuruyorsa, hayatına kalıcı bir yatırım yapıyorsa internet kullanımının bir sakıncası olmaz. Ama burada doğru kullanım çerçevesini erken yaşlardan çizmek çok kritik öneme sahiptir. Çünkü sonrasında ne kadar çizerseniz çizin o çerçeve işe yaramıyor.
Teknoloji bağımlılığından kurtulmak isteyen yetişkin ve çocuklar ne yapmalıdır?
Bağımlılık dediğimiz şey hastalıktır. Teknoloji, internet bağımlılığı olan birisi dirençli, zor ve kapsamlı, komplike bir hastalığa yakalandı demektir. O yüzden internet bağımlısı olan birinin bunu kendi kendine çözmesi zordur. Muhakkak bu işi bilen birinin desteği, gözetimi faydalı olur. İnterneti kötüye kullanan biri bundan vazgeçebilir ama bağımlı olan birinin bundan vazgeçmesi zordur ve yardım almasında fayda vardır. Bunun yanı sıra doğru kullanmak istiyorum diyorsanız amaçlı kullanıma gitmenizde fayda var. Amaçlı kullanım ne diyor: Niçin ben internetin başına geçiyorum? Bilgi almak için mi? Takılmak için mi? Kafa boşaltmak için mi? Ben buna günlük hayatımda ne kadar vakit ayırabilirim? Amaçlı kullanım yapmak istiyorsanız tüm bu soruları kendimize sormalıyız. Öbür taraftan insan, internete ne kadar vakit ayıracağına karar verirken mutlaka gelişimiyle de alakalı hassasiyet gerektiren durumlara özen göstermeli. Mesela, uykusunu mutlaka yeteri kadar alacak, sporunu yapacak, beslenmesine dikkat edecek, zihnine yatırım yapacak, düşünecek, okuyacak, yazacak, sosyal anlamda ilişkilerine yatırım yapacak, yakın ve derinlikli ilişkileri olacak, psikolojik anlamda yeteneklerini geliştirmek için de çalışmalar yapacak. Bunları yaptıktan sonra ne kadar internet kullanırsa kullansın. Bunları yapmak içinde interneti kullanıyorsa helali hoş olsun o tarz bir kullanım bağımlılık yapmaz. İnsan, kendine yatırım yapma meselesini, ihtiyaçlarını doğru bir şekilde gerçek hayattan karşılama meselesini atlamadığı zaman internet bağımlısı olması zordur.
Günümüz toplumunda gördüğünüz en yaygın sorun nedir? Ve buna nasıl bir çözüm getirilebilir?
İstatistikler diyor ki dünyada her altı kişiden biri psikiyatrik anlamda tanılı hastadır. Ve bunların en yaygını; depresyon, kaygı bozukluğu ve bağımlılıklardır. Evet, depresyon çok yaygın, bağımlılıklar çok görülüyor, kaygı bozukluğu hakikaten var. Peki, bunlarla alakalı ne yapacağız. Çok önemi iki tane şey söyleyeceğim. Birincisi, hayatımızla alakalı kimseyi suçlamadan, kendi bakımımızı kimsenin üzerine yıkmadan, hayatımızın sorumluluğunu kendimizin alması çok önemlidir. İkincisi, sosyal ahlâk anlamında büyük sıkıntılarımız var. Birbirimizle ilişkilerimiz konusunda çok hoyratız. Çok kolay kırıyoruz çok kolay dağıtıyoruz çok kolay kabalaşıyoruz çok kolay ötekileştiriyoruz çok kolay yok sayıyoruz. Bizi birleştiren binlerce şeyi görmezden gelip bizi ayrıştırabilecek bir konuya odaklanabiliyoruz. O yüzden sosyal ahlâk anlamında mutlaka gayretimizin, hassasiyetimizin olması lazım. Çünkü sosyal ahlâkın olmadığı yerde insanlar birbirine karşı sorumluluk hissetmez, hoyrat ve kaba davranır. Bu sefer de insanlar birbirine karşı güvensiz olur ve dolayısıyla kaygı bozuklukları, depresyon vs sosyal sebeplerle tetiklenip ortaya çıkabilir. Dolayısıyla ciddi anlamda sosyal ahlâk meselesini gündemimize getirmemiz ve kimseden beklemeden kendimizin bu konuda adımlar atmaya gayret etmemiz gerekir.
BİLGİ SAHİBİ DEĞİL FİKİR SAHİBİYİZ
Günümüzde gerek toplumun, gerek eğitimcilerin, gerekse anne ve babaların çocuk ve insan psikolojisi hakkında bilgi açısından donanım sahibi olduğunu düşünüyor musunuz?
Bilgi sahibi değil fikir sahibiyiz. Psikolojik rahatsızlıklar popüler hâle geldi, herkes bu konuda konuşuyor, birbirlerine haplar dağıtıyor. Esas hatamız bu problemlerin önlenmesi için toplumsal olarak ne yapabilirizi hiç konuşmamamız. Bu beni çok üzüyor doğrusu. Psikiyatriste, psikoloğa gitmek absürd bir şey olmaktan çıktı. İnsan hayatının bir döneminde problemler yaşayabilir, başa çıkamayabilir, üstesinden gelemeyebilir. İnsanımız artık bunu kabullenmeye başladı ama hâlâ psikiyatr, psikolog kimdir, problemler nedir bunları bilmiyoruz. Fakat bundan da önemli bir şey var o da toplumda bu gibi problemler yayılmasın diye ne yapabilirim ne yapabiliriz diye düşünmüyoruz. Sorun ortaya çıktıktan sonra tedavisi var ama tedavi de olsanız o sorunu hiç yaşamamış gibi olamazsınız. Hiç yaşamamış olması için önlem alma kritik öneme sahiptir. Önlemek içinde; toplumsal cepheyi güçlendirmek, insanların birbiriyle ilişkisini güçlendirmek gerekir. Sevgi, saygı ve güveni yükseltecek işlere, ilişkilere girmemiz bunu gündemimize alıp bununla alakalı muhakkak somut adımlar atmamız lazım. Yetkililer atsın demiyorum her birimizin atması lazım.
“Nasıl ki vücudumuzun temizliğine dikkat ediyor, elbiselerimiz ya da vücudumuz üzerindeki en ufak bir lekeye yahut kire tahammül edemiyor ve temizliyorsak, ruhumuzun temizliğine de aynı ehemmiyeti gösterip ruhumuzda oluşan kirleri de temizlemeliyiz.” diyorsunuz. Ruhumuzun temizliği derken kastettiğiniz nedir? Ruhumuzu nasıl temizleyebiliriz?
Burada herkesin değer çerçevesi devreye girer. Mesela, ağzımızdan midemize problemli, pis gördüğümüz bir şeyi bizi hasta eder düşüncesiyle sokmuyoruz. Ama kalbimize koyduğumuz sevgiler, nefretler, hırslar, idealler ne kadar temiz ne kadar kirli ne kadar doğru ne kadar yanlış önemsemiyoruz. O yüzden nasıl midemize soktuğumuz şeylere dikkat ediyorsak kalbimize koyduğumuz şeylere de dikkat etsek dünya ne güzel bir yer olur.
“Gençliğe Kitabe” kitabınızın yola çıkış cümlesi: “İnsan insana şifadır.” İnsan ilişkilerimizin psikolojimiz ve toplumdaki yerimiz açısından önemi nedir?
İnsan insana şifadır ben buna çok inanırım. Birbirimize iyi veya kötü gelebiliriz. Birbirimize ihtiyaç duyduğumuzda destek veya köstek olabiliriz. Ama birbirimiz olmadan ayakta kalmamız, mücadele etmemiz çok zor. O yüzden birbirimizi onarıcı şekilde ilişki kurmamızı çok önemsiyor ve önceliyorum. İnsansak mutlaka ilişki içerisinde olacağız, bu ilişkilere özen göstereceğiz, koruyacağız, besleyeceğiz, büyüteceğiz bu şekilde bir ilişki süreci götürmeye gayret edeceğiz. Aksi takdirde kurduğumuz ilişkiler bize iyi gelmezse bizi bir sürü problem bekler. Psikolojik rahatsızlıklarda bunlardan bir tanesi.
“İyi Gidiyorsun” kitabınızda gündelik hayat koşuşturması içerisinde basit görünen ama derinden derine bizi etkileyen önemli konulara değiniyorsunuz? Bu basit görünebilecek ama bizi derinden etkileyen önemli konular nelerdir? Gündelik yaşantımızda bunları fark etmek ona göre önlem almak mümkün müdür?
Basit görünen problemlerin en önemlilerinden bir tanesi kendimizle ilişkimiz. Kendimizin kendimizden doğan haklarını yerine getirmek! Sosyal anlamda yakın ilişkilerimizin bizim üzerimizde sorumlulukları var. Küçük Prens “Kalbine koyduğun her şeyden sorumlusun!”, diyor. Dolayısıyla ona göre hareket etmemiz hakkını vermemiz gerekir. Bizimle ilgili olmayan şeylerle o kadar meşgulüz ki bizi ilgilendiren şeyler gündemimizden kaybolmuş durumda. Ama hayatta sorular hep bizi ilgilendiren noktalardan geliyor. Yanlış yere çalışıyoruz yani.
Okurlarımıza bu alanda okumaları için tavsiye edebileceğiniz kaynak kitaplar var mı? Yakın zamanda okuduğunuz ve okurlarımıza tavsiye edebileceğiniz kitaplar var mı?
Ben Kemal Sayar hocanın kendisini de kitaplarını da çok severim. Üslubu çok güzeldir, kitapları çok faydalıdır ve çok önemli şeyler paylaşır okuruyla. Bu alanda okuma yapmak isteyenler onun kitaplarını gönül rahatlığıyla okuyabilir. Engin Gençtan okumalarını öneririm. Bir de Erol Göka hocanın kitaplarını okumalarını tavsiye ederim. Geçen gün başladığım ama henüz bitirmediğim İlber Ortaylı’nın “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” kitabını şu günlerde çok keyifle okuyorum. Henüz okumamış olanlara da öneririm.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı