MasterChef’in en çok konuşulan ve başarıyı mutfakta pişiren yarışmacısı: Eda Karabulut

Merjam Yazar: Merjam 26 Kasım 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

TV8'de yayınlanan MasterChef programı ile tanıdığımız Eda Karabulut ile çok samimi sıcak bir söyleşi gerçekleştirdik. Karabulut, “Kolay kolay pes etmem ve sosyal medyadan aldığım mesajlar beni çok etkiliyor. Bu kadar insan bana inanmışsa, bu kadar insan benim başarımı takdir ediyorsa, ben daha da ileriye gidebilirim, potansiyelimi farkındayım. Yüksek egolu bir insan değilim ama kapasitemi de biliyorum.” dedi.

MasterChef’in en çok konuşulan ve başarıyı mutfakta pişiren yarışmacısı: Eda Karabulut

 

Eda hanım bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

 

Aslen Sivaslıyım ancak doğma büyüme İstanbulluyum. 35 yaşındayım. 9,5 yıldır evliyim ve ikiz çocuk annesiyim. Şu anda hayallerine kavuşmuş, mutfağında pastacılık ve aşçılık yapan kafe sahibi bir işletmeciyim.

 

 

Mutfak dışında sosyal hayatınızda kendinizden bahseder misiniz?

 

Şu an hayatım, gecem-gündüzüm, hafta sonum-hafta içim; kafem. Çünkü yeni bir işletme sahibiyim, daha bir yılı dolmadı. Tamamen kendimi işime adadım diyebilirim, sürekli üretimdeyim, gelen misafirlerle ben ilgileniyorum ve aynı zamanda mutfaktayım.  Zaten işin mutfağında ben varım. Çok fazla personelim yok, her işe ben bakıyorum. Bu nedenle şu an bir sosyal hayatım yok.

 

Araştırmacı bir insanım. Özellikle de yemekle ilgili… Yabancı ve Türk kanallarında Osmanlı mutfağı ve pastacılık noktasında çok fazla video izleyip fikir sahibi olmayı seviyorum. Normalde çok esprili bir insanım, konuşmayı çok severim. Samimiyim, doğalım ve rahat bir insanım, içine kapanık çekingen bir insan değilim. Bir de şöyle bir özelliğim var; çok fazla insan bilmez, 6-7 sene kadar sivil toplum kuruluşlarında ve yardım derneklerinde çalıştım. Sivil toplum örgütleriyle birlikte ve bireysel olarak yardıma muhtaç, ihtiyaç sahibi insanlara elimden geldiği kadar destek vermeye çalışıyorum. Şu an SMA hastası çocuklarımız var, ülkece bunların farkındayız, bilgi sahibi olmaya başladık. Sosyal mecralardan takip ediyoruz, hastalıkla alakalı bilgi sahibi olmaya başladık, o bebeklere destek olmaya çalışıyorum. Toplumsal konulara duyarlı olduğumu söyleyebilirim. “Neler yapabilirim sosyal sorumluluk adına” diye düşünüyorum. Bir kafem var artık, bahçem var, büyük bir alanım var… Yemek verebilirim, bir kahvaltı düzenleyebilirim. Bahçemde, el yapımı ürünler satan kadınlara stantlar açarım, birkaç günlük de olsa bütçelerine bir katkıda bulunma imkânı olabilir. Bunları düşünüyorum. Pandemi olmasaydı eğer bunların hepsini hayata geçirecektim, maalesef şu an rafa kalktılar. İnşallah bu hayallerimi önümüzdeki yıl gerçekleştireceğim.

 

Birçok üniversiteden girişimcilik dersleri kapsamında konuşmacı olarak davet edildim, fakat yine pandemi dolayısıyla bütün organizasyonlar iptal edildi. Toplumumuzda kadınlar cesaretsiz, çok fazla şiddete maruz kalıyorlar hem psikolojik hem fiziksel olarak ve kendilerini çok yalnız hissediyorlar. Ben de birçok takipçime diyorum ki; “Gücünüzün farkında olun, aslında çok güçlüsünüz ama bunun farkında değilsiniz. İnanın, çaba sarf edin, pes etmeyin, mutlaka hayallerinize kavuşursunuz.” Takipçilerimle birebir sohbetlerim çok oluyor, hepsine cevap veririm, çok fazla hayata dokunduğumu düşünüyorum ve daha da fazda dokunmak isterim.

 

 

Kadınların ayakları üzerine durmaları lazım. Ben bir anneyim iki çocuğum var, bir kızım ve bir oğlum, ikiz yetiştiriyorum. Aynı anda bir kız, bir erkek yetiştirmek hiç kolay değil, kıza kız olduğunu, erkeğe de erkek olduğunu hissettirmenin yanı sıra eşitlik duygusunu da aynı anda vermeye çalışıyorum.

 

Bir iş kurdum ama derdim sadece para kazanmak değil, mutlaka emeğimizin karşılığını alacağız fakat örnek olmamız lazım. Bir misyonum var bu hayatta. Sadece maddeye tapan sadece maddesel düşünen; giyeyim, yiyeyim, içeyim, gezeyim. “Banane” zihniyetinden çok uzak bir karakterim var. Mutlaka bir şeyler yapmam gerekiyor; insanlara, kadınlara, kadın olduğum için kadınlara-çocuklara, hem psikolojik anlamda hem de onlara iyi gelecek ne varsa maddi-manevi destek olmak istiyorum. Genelde “Güçlü” olduğum söyleniyor, ben de diyorum ki; “Evet, ben güçlü bir kadınım, benim mutfak konusunda bir yeteneğim var ancak mutfak dışında da birçok konuda yetenekliyim.”  Sizin de mutlaka vardır yeteneğiniz, herkesin sevdiği bir hobisi vardır, onun üzerine gidersiniz. Örneğin; el işi yaparsın onu çok seversin, kimi resim yapar bir kursa gidersin, birkaç teknik öğrenirsin, bir araştırma yaparsın ve o alanda ilerler, paranı bir şekilde kazanırsın. Kadınların kendi parasını kazanması, mutlu olabilmesi ve üretmesi çok zor değil, ben üretmeyi seviyorum, sadece tüketen insanları hiç sevmiyorum! Ama maalesef toplum olarak tüketici bir toplum olduk çıktık…

 

 

O zaman sosyal medyada size sadece yemekle alakalı değil de başarılı girişimci bir kadın olmanız dolayısıyla da sorular geliyor…

 

Benim sosyal medya sayfam zaten bir yemek sayfası değil. Ben bir işletmeciyim, bir mekân sahibiyim. Evet, yemek ile alakalı sorular da oluyor; iki gün önce bir çorba yaptım, hemen kısacık bir tarifini verdim. Birçok takipçim “Biz şöyle yaparız”, “Biz böyle yaparız” diye yazıyor. Türkiye’nin tabii her yerinden takipçilerim var; Erzurum’dan, Sivas’tan… Takipçilerimle fikir alışverişinde bulunurum ve sohbet ederim. Mekânımda yemek çok fazla yok çünkü burada yapmış olduğum spesiyaller benim reçetelerim. Özel reçetelerim olan tatlılarım var, açıkçası prensip olarak tariflerimi paylaşmayı uygun bulmuyorum. Prensip gereği hiçbir işletmeci hiçbir usta eğer satışını yapıyorsa, o tarif onun kazanç kapısıysa tariflerini paylaşmak istemez.  Biz bu işe yeni başlamışız; insanlar tarafından bir beğenilsin, görülsün, tadılsın istiyorum.  Zaten pandemi sürecinden dolayı insanlar gelemiyorlar ama yine de ufak-tefek tüyolar veriyorum.

 

 

Öncelikle sizi MasterChef ile tanıyoruz. Milyonlarca insanın karşısına çıkıp böyle bir yarışmaya çıkmaya nasıl karar verdiniz?

 

“MasterChef” çok fazla izlediğim bir yarışmaydı. MasterChef tarzında  yarışmaları seviyorum. Yabancı kanallarda yemek içerikli programları da zaman-zaman izlemeyi severim. Çocuklarım küçüktü, “Katılsam mı?”, “Katılmasam mı” diye çok düşündüm. Çocuklarım 5 yaşındaydı, oğlum; “Anne ben MasterChef’e katılmak istiyorum” dedi. Ben de; “Oğlum sen daha 5 yaşındasın, seni nasıl alacaklar, seni almazlar.” dedim. Oğlum da bana; “O zaman sen katıl” deyiverdi.  Ben de “Beni alırlar mı sence” dedim, “Tabii ki alırlar” dedi.

 

Üç gün peş peşe söylemeye devam etti: “MasterChef”i açıyorum, oğlum; “Anne başvur” , “Anne MasterChef’e başvuru yapsana”, “Hadi başvurdun mu?” diye sürekli konuşuyor. Açıkçası ben de biraz etkilendim, çocuğumun içine doğduğunu hissettim. Başvurumu yaptım, ertesi günün sabahı beni aradılar, hani aradan bir gün falan geçmedi, sabah uyanır uyanmaz telefonum çaldı; “TV8’den arıyoruz” dediler, çok şaşırdım, çok heyecanlandım. Benim için çok garip bir duyguydu sonrasında mülakatlar, görüşmeler vs. öyle başladı bu serüven.

 

 

5 yıllık hayaliniz olan “Alya Garden” isimli mekânınızı 2020 yılında açtınız. Nasıl bir süreçti? Mutfakla profesyonel anlamda ilgileniyorsunuz fakat bir mekânın sahibi olmak, işletmesini yapmak çok başka bir olay…

 

Çocuklarım çok küçüktü ben bu hayalin peşine düşmeye başladığımda… Önce KOSGEB’e gittim, girişimcilik sertifikamı almak için eğitimler gördüm. KOSGEB’e gitmekle başladım sonrasında eğitimler aldım, kurslara gittim. Ekmek kursuna gittim, Milli Eğitim’den kalfalık sınavlarına girdim, kalfa oldum kalfalık belgemi aldım. Sonra butik pastacılık kursuna gittim. Çok araştırmacı bir insan olduğumdan geceleri çok geç uyuyordum, geç saatlere kadar videolar izleyerek birçok ürünün nasıl yapıldığı ile alakalı bilgi sahibi oluyordum; kurslar da tabii bana güzel şeyler kattı.

 

Bu süreçte de mekân bakmaya başladım, bir yer açmak istiyordum. Fakat bu dönemde eşim ani şekilde rahatsızlandı ve iki böbreğinin birden iflas ettiğini öğrendik; sonrasında bizim hayallerin hepsi rafa kalktı. Ben bir taraftan kursa gidiyorum, bir taraftan eşim tedavi altında diyalize giriyor. 4,5 ay kadar böyle bir sürecimiz oldu. Böbrek nakli olacak ama vücudundaki enfeksiyonun temizlenmesi gerekiyor, bunun için de hastanede yatıyor. Kurstan çıkıyorum eşimin yanına gidiyorum refakatçi olarak onunla ilgileniyorum, geç vakitlere kadar kalıyorum, bazen eve dönüyorum bazen hastanede kalıyorum. Eve döndüğümde de çocuklarım ile ilgileniyorum. Annem Allah razı olsun bu dönemde çok destek oldu. Çok şükür eşimin böbrek nakli sıkıntısız gerçekleşti. Eşimin sağlığına kavuşması ile benim de MasterChef’e başvuru sürecim başladı.

 

 

Kafenizin ismi neden Alya Garden?

 

Üç-dört sene önce açmış olduğum bir Instagram sayfam vardı, bu Instagram hesabı üzerinden satış yapıyordum. Evimin mutfağında başladım bu işe. O zaman düşünüyordum “Sayfamın ismi ne olsun” diye. Kızımın adı; Almina, oğlumun adı; Yağız Alp. İlk hecelerini birleştirdim ve ortaya “Alya” çıktı. Instagram sayfama bu ismi verirken de -o kadar inandım ki- ileride kafemin adını da “Alya” koyarım diye düşündüm.

 

“İnanmak başarmanın yarısıdır.” ben çok severim bu sözü ve çok da inanırım. Yürekten inanmanın yanı sıra çok da çalışmak, çabalamak ve emek vermek gerekiyor tabii. Allah, çabalayanın ve emek verenin emeğini asla zayi etmiyor. Belimde ve boynumda fıtık olmasına rağmen çok çalıştım. Bağcılar’da oturuyordum Bağcılar’dan Çekmeköy’e sipariş götürüyordum, Bağcılar’dan Kemerburgaz’a, Bağcılar’dan Esenyurt’a… Bu lokasyonların birbiriyle hiç alakası yok ama ben “Yapamam, götüremem, getiremem” demedim. Çünkü benim bu yollardan geçmem gerekiyordu ve ben bunu biliyordum. Zoru başarmayı seviyorum.

 

 

MasterChef yarışmasından sonra görüştüğünüz isimler hâlâ var mı? Arkadaşlığınız devam ediyor mu?

 

Birçoğu ile görüşüyorum, görüşmediklerim de var tabii.

 

 

Peki, MasterChef yarışmasında hiç unutamayacağınız en mutlu an…

 

Güzel ve mutlu hissettiren anlarım oldu tabii ama çok sık potaya girdim. Benim yapamayacağımı düşündüler, eleneceğimi düşündüler. Çok iyi yemekler yaparak potadan çıkıp arkadaşlarımın yanına döndüğümde onların yüzündeki ifadeleri hiç unutmuyorum. En mutlu olduğum anlar o anlardı. Anlık mutluluklardı tabii.

 

Bir gün MasterChef ile Ankara’ya gittik. Ankara Polatlı’da çok güzel bir çekim gerçekleştirdik, orada ekrana da yansımış bir sahne vardı; Atatürk’ün ölmeden önce istediği son yemek enginar imiş, ancak yiyemeden hayatını kaybetmiş. Bu hikâyeyi şefler öyle bir anlattı ki oradaki o atmosferle… Sakarya Meydan Muharebesi’nin başladığı noktadayız, her taraf tarih kokuyor, tüylerimiz diken diken… Karşımızda gaziler, gözyaşlarım tutamamıştım. Bir komutansın, ülkeyi kurtarıyorsun, memleketi kurtarıyorsun, savaşıyorsun, her şey senin elinde ama bir enginar istiyorsun ve yiyemeden vefat ediyorsun, çok üzüldüm bu olay beni çok etkiledi.

 

 

Peki, Eda Karabulut’un favori bir tarifi var mı? Size özel, sizin ürettiğiniz, ismini sizin koyduğunuz bir spesiyaliniz var mı?

 

Tabii, aslında birçok favori tarifim var. Kafemin spesiyal  lezzetlerinden biri “Yaban Mersinli Cheesecake” gerçekten efsane bir lezzet oldu. Sakarya’dan İzmit’ten Bolu’dan sırf bu “Yaban Mersinli Cheesecake”i yemek için geliyorlar. Hatta geçen gün Belçika’dan bir haftalığına gelen bir takipçim vardı, Avrupa Yakası’nda kalıyor ve sırf buraya benim “Yaban Mersinli Cheesecake”imden yemek için, beni görmek için geldi. Bunlar çok mutluluk verici olaylar. O yüzden mutfakta başka birini istemiyorum. Çünkü insanlar benim için geliyor, benim ürettiğimi yemeye geliyor, ben sahtelikten hoşlanmam. Zaten açık bir mutfağım var. İnsanlar beni ocağın başında, fırının başında bir şeyler yaparken görüyorlar ve mutlu oluyorlar. Ben de mutlu oluyorum, üretmeyi seviyorum. Yine aynı şekilde; “Vişneli Çikolatalı Cheesecake”im var, “Snickers Cheesecake”im var, fıstıklı-karamelli ve çikolatalı cheesecake tariflerim üzerinden ilerliyorum. Sosları ve tüm yapımı bana ait. Aslında bisküvisini kendim yaptığım Magnolia tarifim de var. Magnolia bisküvisini ben yapıyorum, hazır bisküvi kullanmıyorum. Hiçbir kafede ya da bir pastanede hazır olmayan bir bisküvi ile magnolia yememişsinizdir.

 

 

Yemek yapmak sizi nasıl hissettiriyor? Bunu meslek hâline getirmeye nasıl karar verdiniz?

 

Çok küçük yaşta mutfağa girdim. Soğanın kavrulurken çıkardığı ses, yağa pirinci attıktan sonraki hareketlenme… Bu sesler beni hep çok mutlu etti. Fırını karşına geçip seyretmek… Geçen gece brownie yaptım; “Kabuk oldu mu, olacak mı, hadi artık, evet oluyor” diyerek yarım saat fırının başında bekledim. Kenara çekilip fırına attım ben gideyim, bir çayımı içeyim, yapamıyorum. Bu çok sevmekle alakalı bir durum, sevmeyen insan asla yapamaz. Çocukluğumdan beri hep mutfakta bir şeyler yapmak, insanları ağırlamak, güzel sofralar kurmak, lezzetli şeyler yapmak, yedirmek-içirmekten çok büyük mutluluk duyuyorum. Çok kişiyle çalıştım, güzel şeyler yaptım ama karakterime başka birinin emrinin altında çalışmak uymuyordu. Haksızlığa tahammül edemeyen bir yapım var, sessiz kalamıyorum, hangi işe gitsem kabul görmeyecek bir karaktere sahibim. O yüzden kendi işimi yapamaya karar verdim, kendi mutfağımda çalışanlarımızla ailecek güzel bir aile ortamında çalışayım, ekmeğimizi böyle kazanalım istedim.

 

 

Girişimci, hayallerinizin peşinden koşan, farklı bir kişiliğiniz var. Eda Karabulut’un “Hayatımın dönüm noktası” diyebileceği bir yer var mı?

 

Aslında iki yer var. En çaresiz ve kendimi en mutsuz hissettiğim an, eşimin böbreklerinin bittiğini ve diyalize gireceğini öğrendiğim an. Hastane koridorlarında yaşadığım çaresizlik, yaşadığım üzüntü ve akıttığım gözyaşı belki de gücüme güç kattı. O zamanlarda çok yalnız olduğumu hissettim. Çünkü maddi manevi birilerine ihtiyacım olmuştu ve insanlar genelde gerçek anlamda ihtiyacımız olduğunda uzaklaşırlar; bunu da güzel bir şekilde tecrübe ettim. Herkesin yardımına koşan, herkese elinden geleni yapan bir insan olmama rağmen etrafımda sadece belki bir iki kişi gerçek anlamda destek oldu, onun dışında arayıp sormak bile akıllarına gelmedi. Bu yüzden dedim ki; Eda artık değişme zamanı…

 

Herkese gereğinden fazla değer verdiğimi anladım. Gecenin bir yarısı hastane koridorlarında tek başıma beklediğimde artık yoluma tek başıma devam etmem gerektiğini düşündüm. İlk kararımı aldım ve hayatımdan negatif, enerjimi düşüren insanları temizledim. Sonra yavaş yavaş güzellikler beni bulmaya başladı, arındım. Ama gerçek anlamda dönüm noktam kesinlikle MasterChef programına katılmak oldu.  Hayallerime kavuşmam için çok büyük bir adım atmış oldum. Çok farklı bir dünyaya açıldım ve herkes beni tanıdı. Daha öncesinde ücretsiz hazırlıklar yaparak kendimi tanıtmak, sayfamı büyütmek için çırpınan bir Eda iken, Türkiye’nin en çok sevilen ve en çok izlenen yarışmalarından biri olan MasterChef beni iki buçuk ayda milyonlara tanıttı. Amacım birinci olmak değildi, çünkü orada bu mesleğe benden çok daha fazla emek vermiş, restoranlarda profesyonel anlamda çalışmış arkadaşlar vardı. Bu yüzden ben zaten kendimi hiç birinci olarak görmedim ve elendim, biraz daha gidebilirdim tabii.  

 

 

Bir kadın olarak bu başarı dolu hayat hikâyenizde sizi en çok ne zorladı?

 

Bir kadın olarak hiçbir şey beni zorlamadı. Ben kadınım ve bunu kadın olduğum için yapamıyorum ya da kadın olduğum için elim kolum bağlı dediğim bir an yaşamadım. Çünkü ben fazla girişken bir kadın olduğumdan dolayı birçok erkeğin bile yapamayacağı pek çok şeyi yapabiliyorum. Her ortama girebiliyorum, ikna edebiliyorum, işimi iyi biliyorum, bu yüzden de işimi iyi pazarlıyorum. Reklamımı ve sosyal medyamı ben yönetiyorum. Ürünlerimin tedariğini kendim sağlıyorum ve firmalarla kendim görüşüyorum.

 

Zorlandığım tek nokta çocuklarım olabilirdi ama ona da çözüm buldum. Çok garantici ve planlı bir insanımdır. Hayallerimde açacağım mekânın bahçeli ve iki katlı bir yer olması vardı. Ben işimi yaparken çocuklarımın da annesiz kalmasın istemedim, o yüzden evim kafemin üst katı. Çocuklarımın anneleri hem çalışıyor hem de çalışmıyor. Bu yüzden Avrupa Yakası’ndan kalktım Anadolu Yakası’na yerleştim.

 

 

İş, aile ve ev üçlüsünü bir arada nasıl idare edebiliyorsunuz?

 

İşimi severek yapıyorum. Hedefim burada kalmak değil, sadece bu anı toparlamak değil, ben büyümek ve ilerlemek istiyorum.

 

Bu arada “Alya” kelimesinin anlamını da sonradan öğrendim.  “Alya” “Yükselmek” demek imiş. Çocuklarımın isimlerini birleştiriyorum, bir kelime ortaya çıkarıyorum, bu ismi kafemin adı yapıyorum ve bunun anlamının da “Yükseliş” olduğunu öğreniyorum. Burada bir mesaj var, kesinlikle inanıyorum.

 

Kolay kolay pes etmem ve sosyal medyadan aldığım mesajlar beni çok etkiliyor. Çok güzel mesajlar alıyorum, olumsuz da alıyorum tabii ama onları görmek bile istemiyorum, direk engelliyorum. Olumlu aldığım mesajların hepsine cevap veririm. Bu kadar insan bana inanmışsa, bu kadar insan benim başarımı takdir ediyorsa, ben daha da ileriye gidebilirim, potansiyelimi farkındayım. Yüksek egolu bir insan değilim ama kapasitemi de biliyorum.

 

 

Nasıl bir annesiniz? Çocuklarınızın da sizin gibi eli yatkın mı, mutfağa girmek istiyorlar mı?

 

Oğlumun eli yatkın. 2 yaşındayken elma, salatalık doğramaya başladı.  Fotoğrafları bile var; bir buçuk-iki yaşında ben puding yaparken tezgâhın üstüne çıkıp pudingi karıştırırlardı.

 

Denerim ben, hangisinin eli daha yatkın görmek için. Oğlum yumurtayı başarılı bir şekilde kırarken kızım yumurtaya kabuğunu düşürdü. Ama maalesef aşçı bir anneleri olmalarına rağmen yemek seçen çocuklara sahibim. Çocuklarımla beraber evde oyunlar oynarız, çocuklarıma cep telefonu vermem ve tabletleri de yoktur. Oğlum futbola gider ve iki çocuğum da Kur’an-ı Kerim dersi alıyorlar. Haftada bir gün mutlaka dışarıda etkinlik yapar, yemek yeriz. Oyuncak konusunda da çok dikkatliyimdir, çok merhametli bir anne olabilirim ama aynı zamanda kurallı ve disiplinliyimdir. Evlatlarımı sağlıklı besliyorum onları hazır gıda vermemeye çalışıyorum; çikolata yerler ama cips, kola ve şeker gibi ürünler vermem.

 

 

Eda Karabulut’un kırmızı çizgileri nelerdir?

 

Sahtekâr insanlardan, kibirli insanlardan ve yalan söyleyen insanlardan nefret ederim.

 

 

“Kadın” denilince aklınıza gelen ilk 3 kelime…

 

Şefkat, güç ve duygusallık.

 

 

Moda hayatınızın neresinde? Yemeğin bir modası var mı?

 

Yemeğin modası olmaz mı?  Örneğin; San Sebastian Cheesecake, Trileçe, lokma. Hepsinin bir trend zamanları vardı tabii ama geçici trendler.

 

 

Gelecekte yapılacaklar listenizin ilk üç sırasında neler var?

 

Pandemi sürecinde olmasaydık çok güzel şeyler sıralayabilirim tabii ama işimin de biraz rayına oturmasını, önümü görmek istiyorum. Sonra da Avrupa Yakası’nda ikinci şubemi açmak istiyorum. Eğer işlerim yolunda giderse bir imalathane açacağım. İki şubeye de imalathanede ürettiğimiz ürünlerimizi göndereceğim. Çünkü Avrupa Yakası’ndan inanılmaz bir talep var ve çoğunlukla hafta sonları misafirlerimin %80’i Beylikdüzü tarafından geliyor.

 

 

Genç meslektaşlarınıza, mutfak konusunda hevesli olan gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

 

“Eğer bu mesleği yapamazsan ne kadar üzüleceğim, hayatımın olmazsa olmazı mı?” diye kendilerine sorsunlar istiyorum. Bu sektör hafta sonu çalışır, bu sektörde sabah çok erken saatte çalışmaya başlanılır ve üretime başlanılır. Gecenin üçünde-dördünde yola çıkacaklar, bu mesleği ne kadar seviyorlar, bunu düşünmeleri gerekiyor. Tabii ki güzellikleri de var çünkü sizin üretmiş olduğumuz, sizin ortaya çıkarmış olduğunuz bir ürün, bir insan tarafından beğeniliyor ve o insanın bir dahaki gelişinde bir bakıyorsunuz yanında üç-beş kişiyi daha getirmiş. Bu olay beni çok motive ediyor ve çok mutlu oluyorum. Kolay bir meslek değil.

 

 

Son olarak eklemek istedikleriniz?

 

Bu kadar uzun bir röportaj beklemiyordum sanırım konuşmayı özlemişim… Herkese sağlıklı, mutlu, başarı dolu bir hayat diliyorum.

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı