Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Aralık 1916’da Hatay’da dünyaya gelir Cemil Meriç. 1935’de liseden mezun olması gerekirken Fransız mandasına giren Hatay’da eğitim sürelerinin uzaması üzerine mezun olamadı. Okulda hocalarıyla yaşadığı sıkıntılar sebebiyle liseyi terk etti ve İstanbul’a gitti.
“İstanbul’a ilk gelişimi hatırlıyorum. Fetih ümitleriyle dolu idim, bir gazâya koşuyordum…”
İstanbul’da yarım kalan lise eğitimi için Pertevniyal Lisesi’ne başladıysa da bir süre sonra geçim sıkıntıları sebebiyle Hatay’a geri döndü ve eğitimini Antakya Sultanisi’nde tamamladı. İskenderun’da idareye sahip olan Fransız Sosyalist Hükümetin Hatay temsilcisi Roger Garreau vardır. Meriç’in hızlı sosyalist olduğu sıralarda Tercüme Bürosu’na girer, başkan yardımcılığı yapar. Parası ve itibarı bol yaşarken Türk Hükümeti, idari noktalara Türklerin yerleştirilmesini isteyince bir sınır kasabasında Nahiye Müdürlüğü vazifesi yapar.
Fransızların Hatay’dan çekilmesi ile tüm dünyası değişen Meriç, 1936’da Hatay Hükümetini devirmek suçundan idamla yargılanır. 1940’da beraat ettikten sonra ise İstanbul’a gider. İki yıl boyunca aldığı dil eğitimi sayesinde çeviriler yaparak gelir sağladı. Balzac’tan birçok çeviri yapar. Dergilerde makaleleri yayımlanır. 1940’lara gelindiğinde Meriç’in yazılarındaki ayırıcı vasfı ukalalıktır. İstanbul sanat ve edebiyat çevreleriyle pek uyuşamaz. Otuz sekiz yaşında gözlerini kaybeder. İstanbul ve Paris’te denenen onca ameliyata rağmen…
Fildişi Kuleye Sığınmak
“Gözlerimi, yani her şeyimi kaybetmiştim. Tekrar çarka takıldım. Ölümü bir münci olarak arıyordum. Meselelerimi ancak o çözebilirdi, korkak olduğum için intihar edemedim. Vazifelerim bitmişti… Beklediğim bir şey yoktu. Yazdıklarım hiçbir yankı uyandırmamıştı. Ne yazacaktım?”
Fildişi kuleye sığınmak zorunda kalan Cemil Meriç, 70’li yıllardan sonra çıkacaktır o kuleden. Okuma ve yazma faaliyetlerini ailesinin ve sevenlerinin yardımıyla devam ettirir. İstanbul’da çıkan onca yazı, tercüme… “İstanbul’da çıkan ilk yazılarım tercüme bürosunun kepazeliklerini teşhir eder. Ben edebiyata sürünerek girmedim, prens olarak girdim, şövalye olarak girdim ve Palas Atena gibi zırhlarımla doğdum. İlk yazımla son yazım arasında büyük bir fark olacağını sanmıyorum. Ağaç dal budak salmış, büyümüş o kadar.”
Hint Edebiyatı üzerine çalışır. “Olemp’i ararken Hint çıktı karşıma… O kitaba harf harf hayatımı işledim. Dört yılım sayfa oldu. Hint, rüyalarımla, hicranlarımla benim. Benim türbem. Bugün ziyaretçisi yok bu türbenin, yarın olacak mı?”
1984’te beyin kanaması ve ardından felç geçirene kadar durmadan tartıştı, araştırdı ve yazdı. 1987’de İstanbul’da vefat ettiğinde ardında ciddi bir külliyat bıraktı.
Cemil Meriç’in Doğduğu Zamanlar
1916’da, bir savaşın ortasına doğar Cemil Meriç. I. Dünya Savaşı’nın kanlı tablosunda içinde bir bebek olsa da içine doğduğu savaş, sonrasında ülkenin devam eden mücadeleleri, işgal altında bir şehir, ardından başlayan Batılılaşma-Modernleşme çabaları. Osmanlı-Türkiye arasında bir yerlerde ve bir vakitlerde dünyaya gelen Meriç, hiçbir zaman kendini bu cemiyetin bir parçası olarak görmez. Modernliğe doğru koşan bir ülke, modernliğin ne olduğunu anlamış ve acıdan başka bir şey getirmediğini itiraf etmeye başlayan Avrupa arasında sıkışıp kalmak belki de…
“12 Aralık’ta doğan çocuk itilmiş kakılmış, düşman bir dünyada dostsuz büyümüş. Daima başka… Daima yabancı… Hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh…”
Ardından kitaplara sığınmak… İnsandan çok kitaba ihtiyaç duymak. İnsandan çok kitaplara konuşmak. Durmadan okumak ve yazmak. Savaşların, mücadelelerin göbeğinde şekillenirken tartışmaya başlamak kavramları. Meseleleri çözmek için kavramları çözmek. Hem de en çok ağızlarımızda doladıklarımızı. Şarkiyatçılık ve garbiyatçılık. Önce kendimizi konumlandırma için tartışmak gerektiğimiz kavramlar. Bu kavramlar hangi kültürün bir parçası olarak hayatımıza giriyorlar? Edinilen bu kültür bir entelektüellik midir yahut entelektüel kimdir? Bu tartışmalara ülkesini aydınlatmak, tarihiyle hesaplaşmak için başlayan bir mütefekkir Cemil Meriç. Üzerinde uzun uzun araştırmış, tartışmış, eleştirmiş, kavramları bir yerlere konumlandırmaya çalışmış bir edebiyatçı. Dar kalıplara sığmayan bir araştırmacı. Kısası lafın, o bu ülkenin önemli mütefekkirlerinden birisi.
Bu Ülke – Cemil Meriç
İşte her şey kelimeleri tarif etmekle başlar dediği ve bunun için çabaladığı bir serinin 2. kitabı “Bu Ülke” 1984’te Türk Edebiyatı Nisan sayısında; “Yazarının gelecek kitaplarının çekirdeği. Yarın ölecekmiş gibi soluk soluğa yazılmış, lakonik, hatta şifreli bir mektup. Bir ders kitabı kadar net, bir günce kadar gizemli.” diyor Alev Alatlı “Bu Ülke” için.
Mahmut Ali Meriç’in yayına hazırladığı ve İletişim Yayınlarından çıkan bu kitap; birçok bölümden oluşuyor. Kendi yazdıklarından yapılan derlemelerle hayatı anlatılarak başlıyor kitap ve ardından bir de kronolojisi yazılmış Meriç’in. Kitabın biçimselliğinden öte, muhtevası önemli bir mesele. Karanlık bir dehlizin sıkışmış duvarlarından başladığının bir yolculuğun aydınlık bir meydana uzanışı gibi çetrefilli, yorucu.
Ümit Meriç’in “Ben yazıyı okurken annem büyük bir dikkatle başından sonuna kadar takip ederdi. Eğer annem ağlarsa babam ‘Tamam ümit yazı olmuş, ver postaya.’ derdi. Annemin ağlamaması halinde ‘Gel biraz daha çalışalım.’ derdi. Yani turnusol kâğıdı olarak annemin gözyaşlarını kullanırdık. ‘Bu Ülke’ de annemi ağlatmamış tek yazı yoktur.” Dediği kitap, yetişmeye başlayan her gencin mutlaka okuması gereken bir mukaddime. “Kendimizi tanımak irfanın varabileceği en yüksek merhale.” Tam da bunun için tartışıyor Cemil Meriç; sağ-sol nedir, gerici kimdir. Derginin vatanı İngiltere’den başlayıp, Batı dergilerini, kitabı, okumayı tartışıyor.
“Okumaktan hangi hakla söz ediyoruz? Okuma terbiyesinden önce, çok daha mühim, çok daha acil disiplinlere muhtacız. Böyle bir ruh haleti içindeki insanlar nasıl, neyi okuyabilirler? Büyük bir yazarın tek satırını anlamaları imkânsız.”
Özellikle hepimizin ağzına pelesenk olmuş olan, “Biz ne kaybettik?” yahut “Biz nasıl bu hale geldik?” sorusunu derinlemesine tartışıyor. Tanzimat’tan bu yana Batılılaşma sandığımız şeyin aslında nasıl aldanmak olduğunu ve tam da bu noktada aydının ne yapması gerektiğini anlatıyor. Bu ülkenin tüm ırklarını, tek insan haline getirenin, vahdetlerin en büyüğü İslamiyet olduğunu yazıyor bir zamanlar teoriden öteye geçmeyen ateizmin üstüne. Montesquieu ile Doğu despotizmini tartışıyor, İtalya’ya dil armağan eden Dante’yi konuşuyor, İbn-i Haldun ile Vico’yu zirvenin iki sahibi olarak tanımlıyor. Çok şey söylüyor Cemil Meriç “Bu Ülke”de. Hiç çocuk olmayan, içine, kitaplarına kapanan bu yalnız mütefekkir, aklına gelen her şeyi yazmanın yazı yazmak olmadığını anladığından bu yana hep fikir yazıyor ve her fikri tartışıyor. Hem de kabul görmüş entelektüel seviyenin çok üstünde.
Mağaradakiler – Cemil Meriç
Entelektüel, aydın, terakki, münevver… Bu kelimeler nedir, hangi kavramlar neye gönderme yapar? Eflatun’un mağara alegorisi ile başlayarak mağaranın dışı ve içi arasındaki farkı keskince ortaya koyarak başlayan ve ardından düşünce tarihi üzerinde derinleşen, kıymeti anlaşılamamış üst düzey bir fikir kitabı. Entelektüelin tarihinden evrimine kadar derinleşip tartıştığı bu kitapta koca bir külliyatın damıtılmış bir özeti mevcut. Sofistlerden başlayıp, sonra Rahipler için söylenen Entelektüel’in ne olması gerektiği ve özellikleri üzerinde farklı farklı düşünürlerin açıklamaları üzerinden tartışmış Cemil Meriç.
Koestler ile Batı aydınlarının acıklı durumunu izaha geçmeden önce kapitalizmin, devrimin, entelektüel üzerindeki etkisini ortaya koyar. Dramını, düşmanını tahlil eder. Tek işçinin elini sıkmadan Marksist olduğunu haykırdığı günlerden sonra, Şezlong Entelektüellerinin, kültürsüzlük temeline dayanan bir partinin Marks peygamber altındaki ihanetlerini vurgulayan Suffert’tan alıntı yapar hale gelmiştir. Alıntının hemen ardından Suffert’ın mesuliyetsiz fikir züppeleriyle alay etmek olduğunu söyler ve ekler: “Bizde de büyük bir bereketle çoğalan düşünce jigoloları.”
İntelijansiyanın ne olduğu yahut Rusya’da aydının kim olduğunu tartışırken; hiçbir yerde bulamayacağınız bir bilgi birikimi ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Hiç temelsiz okunur mu? Okunur da anlaşılır mı? “Kim kimi dinliyor ki?” diyor Meriç ders verdiği öğrencilerden hayıflanırken. 18. yüzyılda Radiçev’le başlayan bu tartışma, Rus ruhunu yoğuran Hegel ve Schelling ile Turgenyev’e oradan Belinski’ye uzanmış. Ardından Rus toprağında boy atan nihilizm ve 60 nesli. Halka dönüp halk içinde kaybolmak peşinde olan Dostoyevski ve Tolstoy, Rusya’ya has iki akıma, nihilizme ve anarşizme ilave 3. akım olan popülizm akımının temsilcileri olarak sıralanmış tıpkı Herzen ve Bakunin gibi.
İmanla İnkârın Savaşı
İhtilal, devrim meselesine giriş yaptıktan hemen sonra Osmanlı aydınlarına el uzatır Meriç. Pratikte kullanılan inkılap kelimesinin ihtilalden bir farkı olmadığını işaret eder. Bedüizzaman’ın ve Necip Fazıl’ın inkılap ve ihtilal üzerine yeni bir kimlik kazandırma çabalarını ortaya koyar Cemil Meriç. Devrimin bunlarla bir ilgisi var mıdır, Sol ve Devrim bağı nedir sorusuna geçer yazar. Devrimin hemen ardından anarşizm gelir. Andrew Hacker’e göre ütopya olan anarşizm, kendilerini sosyalist olarak tanımlayan birçok anarşistin anarşizmi, kolektivist sosyalist kırtasiyeciliğini çok tehlikeli bulan komünist anarşistlerin anarşizmi, ferdiyetçi anarşizm, talebe hareketlerine bağlı anarşizm ve tüm bunların karşısında tam kanunsuzluğu kanun edinmiş Anomi tartışması. 18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğundaki politikaya damgasını vuran otorite ve hürriyet tartışmalarının yön verdiği toplum ve ardından sosyalizmin toplumun içine işleyişi.
Sosyalizmin Araplaştırılmasında Afganî’nin oynadığı rol. Hristiyan dünya görüşü, Burjuva dünya görüşü, Sosyalist dünya görüşü. Tüm bunlara karşılık bizim dünya görüşümüz? Ya edebiyat! Şiir, hiciv, tefekkür. Coşkun bir zekaydı dediği Dündar Taşer’in Büyük Türkiye rüyası. Ardından 1978 ilk baskıda yer alan ancak 1980’de ikinci baskıda Cemil Meriç’in çıkardığı “Suçlu Kim” bölümü. Haç’la Hilal’in, Batı ile Doğu’nun, imanla inkârın savaşı diye nitelediği bu çatışmanın tartışmasını dil devrimi meselesine kadar getiriyor. Gerekli miydi?
Işık Doğudan Gelir
Cemil Meriç
Önsöz’den…
“Işık Doğudan Gelir ve Kültürden İrfana adlarını taşıyan son iki kitabında yer alan yazıların bir kısmı, çıkması planlanan ve kendisinin de bazı maddelerini kaleme almayı kabul ettiği bir ‘İslam Ansiklopedisi’ için 1981 yılının başından itibaren yaptığı çalışmaların elden geçirilmiş hâlidir.”
Cemil Meriç’in kendisini en rahat hissettiği deneme türünden yazıların bulunduğu bu çalışmaya ansiklopedilerle başlar. Ansiklopedilerden kastı, entelektüel tanımında yaptığı gibi gelenekleri tecrübenin ve tenkidin süzgecinden geçiren peşin hükümleri sorgulayan, her yüzyıla damgasını vuran ansiklopediler. 18. yüzyıldan başlayıp 20. yüzyıla kadar üzerinde durduğu ansiklopedi bahsinde ardından İslâm âleminde ansiklopedi meselesini anlatıyor. Ansiklopedi kısmını İslâm Ansiklopedileri tarihiyle sürdürüyor. İslâm âleminde sayısız ansiklopedik çalışma olmasına rağmen; kaynaklarının bulanıklığı sebebiyle ehlisünnet vel cemaat ulemasının temas etmek istemediği, ancak Meriç’e göre modern manada yazılmış tek ansiklopedi olan İhvan-ı Safa risaleleri çalışmasının önemli bir yerini tutuyor. Safa kardeşlerin zihniyetçe Sünni olmamaları, nasları filozofça yorumlamaları sebebiyle yıkıcı olarak yorumlayan Fransız Doğu Bilimleri Uzmanı Carra de Vaux’a bir bölüm açtığı gibi ardından, “Risaleler propaganda maksadı ile yazılmış.” diyen Henry Corbin’e de yer vermiş.
Her Fikre Saygıyla Hareket Etmiş
Bu tavırla Cemil Meriç, kendi inanışını sadece derinden koklattığı bu çalışmalarda ayırım yapmadan, nesnel bir bakış açısıyla her fikre saygıyla hareket etmiş. ABD’de yaşayan İranlı filozof Hüseyin Nasır’ın eserinde risale yorumlarını aktardıktan sonra, Nasır’ın “İslam’da kozmolojik Doktrinler” kitabı üzerinde yoğunlaşmış. Ara ara tüm yazılarında hissettiğimiz fikri derinliğinin ana damarlarından birini oluşturan Oryantalizm meselesi; Doğu Kütüphanesi bölümüyle kendini iyice hissettiriyor. Tüm düşüncelerin satır aralarında hissettiğim Edward Said, bu bölümde Meriç’in oryantalizm üzerine okunması gereken en değerli kitap sahibi olarak karşıma çıktı.
Said’i ufuk açıcı olarak kabul ederken yetersiz bulmuş olacak ki, konuyu teferruata girmeden basitçe şemalandırıyor. Kırk Ambar’da dokunduğu Dünya Edebiyatı içerisinde eksik kalan İbrani Edebiyatı. Ancak İbrani Edebiyatı ne edebiyat sınırları içerisinde kalabilir ne de din tarihi sınırları içerisinde. Bu sebeple Kitab-ı Mukaddes meselesi başlıyor. Ancak Cemil Meriç bu meselenin gücünü fersah fersah aştığını, amacının yalnız okuyucusuna okyanustan birkaç damla getirmek olduğunu söylüyor. Bible, Eski Ahit, Yeni Ahit, Pentatök, Hakimler, Krallar, Apokrifler, İnciller, Havariler, Yahudi Kanonu, Hristiyan Kanonu, Yeni Ahid’in Kanonu, gibi meseleleri ele aldıktan sonra, Londra Üniversitesi’nde İbranice Hocası olan Haezrahi Yehuda’nın bir edebiyat ansiklopedisi için yazdığı İbrani Edebiyatı makalesinin tercümesi ile devam ediyor.
Tüm bu aktarımların ardından Cemil Meriç, bir zamanlar Tanrı yerine koyduğu akıl karşısında Avrupa’nın gözünü cinnete çevirmesi gibi “Cinnete Methiye” diyor. “Cinnete tahtını bırakan akıl karşısında; tarifi son derece güç bir mefhum.” diyen Meriç, girift olan bu konuya aydınlık getirmenin mümkün olamayacağını ifade etse de ele almadan bırakmıyor ve yine entelektüel bir tartışma sunuyor. İslâm’da Tercüme ve İbn-i Haldun yazılarıyla eseri tamamlamadan önce; Hermetik Düşünce’nin Batı’da ve Doğu’da ne olduğu üzerinde duruyor. Tek Tanrıcı eski Mısır geleneğini biraz değiştirerek devam ettiren, ne yazarının ne de yazıldığı tarihin belli olduğu felsefe eserlerindeki doktrinlerin adıdır Hermetizm. Bu mesele İhvan-ı Safa Risalelerinde karşısına çıkar ve risaleleri tam manasıyla anlayabilmek için dokunur bu konuya.
Sayfalardan Taşan Külliyat
Bu birkaç sayfa içerisine ne Cemil Meriç sığar aslında ne de bu üç kitap. Hatta Meriç’in deneme dediği bu makalelerinden sadece birisi bile hiç fark etmez herhangi birisi bile bu sayfalardan taşacak kadar tartışılabilir, incelenebilir. Necip Fazıl’ın “Allah’ın, iç gözü iyi görsün diye dış gözünü kapadığı sahici münevver.” dediği Cemil Meriç dosyasını; kendi kaygılarından birisi olan, “Kim okuyor ki?” sorusuyla kapamak değil, okuyoruz, tartışıyoruz, öğreniyoruz diyerek ve Rahmet dileyerek sonlandırmak daha güzel olacaktır elbet.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı