Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Onlar üç günlük dünyanın damakta tat bırakacak kısacık anlarını, daha fazla yaşamanın yollarında, gençlik sevdası uğruna sürekli ölerek geçiriyorlar.
Daha çok yaşama ve gençlik saplantısına kafa yorduğum bir esnada, Fransız kanalında yayınlanan “Uzun Yaşamın Sırları” adındaki bir belgeselle karşılaştım. Aktüel ve bilim çalışmaları arasında gidip gelerek ölümsüzlük fikrini irdeliyordu. Filmin hayata dair kısmını, farklı şartlar içinde uzun yaşayabilenlerin ya da uzun yaşamaya ve genç kalmaya odaklananların kesitleri oluşturuyordu. Kendisiyle ve hayatla barışık kalarak uzun yaşadıklarına inanan insanların sözünü, dehşet veren bilim verileri kesiyor; daha somut araçlarla -damarda kanın sıcaklığı, ciltte gençleşme, ölümcül virüslerden korunma, ölümden sonra hayat geri dönme vb- genç kalmanın ve ölümsüzlüğün mümkün olup olmadığını soruyordu.
Belgeselde 120 yaş üstü insanların dünyadan ne anladığı ve en önemlisi sağlıklı yaşlanmanın püf noktaları üzerinde duruluyordu. Kamera, estetiği abartmış elit tabaka mensubu bazı kulüp başkanlarının ölümsüzlük için yürüttükleri veya destekledikleri bilimsel çalışmalara geçiş yapınca sanki bir zaman kayması yaşanıyor hissine kapılıyordunuz. Uzakdoğu’daki bir adanın sakinleri, yüzyıllardır süregelen yeme alışkanlıkları, naif bahçe işleri, geleneksel ve ayarlı eğlenceleriyle nasıl hayattan tat aldıklarını ve uzun yaşayabildiklerini anlatıyorlardı hâlbuki. Bir kez daha ve aniden fark ediyordunuz ki güzelliği şablonlara çivileyen Batı, ölümsüzlük için milyarlarca dolar harcayıp cesedini gelecekte canlanabilir umuduyla donduracak kadar ileri giderken; Uzakdoğu’nun minnacık adasında koyu yeşil bahçeler içinde bir grup kaygısız insan hayatın tadını çıkarıyordu. İroniyi fark eder etmez soruyordunuz elbet; şu üç günlük dünyada ölmemek için bu kadar delirmek niye, hatta kim için?
Asilzadeden Seri Katile
Ölmeme azmi, genç kalma saplantısı ve bu uğurda delirmek deyince hatıra gelen birkaç kadından biridir Erzsebet (Elisabeth) Bathory -diğer bilinen adı ile Kanlı Kontes.
Ne ilk işkenceci-sapkındır ne de son. Kontes Ersebet Bothary’i tarih akışında bir kenara ayıran şey, bilinen ilk kadın seri katil oluşu. Bunun sebebi olarak en güçlü tahmin ise cinayetleri gençlik ve güzelleşme uğruna işlediği.
Şiddet ve işkenceye dair bilinen akıl almaz olayların sıklıkla Doğu’da olduğunu iddia eder Batı toplumları. Ama Batı’nın işkence ve şiddet sicilinin ne kadar kabarık olduğu, ortaya konan iddialı yazılı kaynak birikimiyle de sabit. Roma’nın işkence makinesi arenaları, yerini Ortaçağ’da Engizisyon’a bıraktı. Rönesans ve getirdiği dönüşüm, yıkmadan inşa edemeyen Batı geleneğinin başka bir formuydu. Eski yıkılırken yine çok canlar yandı, inatçı bellekler infaz öncesi işkencelere terk edildi. Hak arayışlarını ayyuka çıkaran sanayi toplumu burjuvaziyle ilkel çekişmeler yaşarken modern bunalımlar. Kuzeylilerin çok sevdiği post-gotik akımla ifade buldu ve bu da tekilleşmiş insanın yeni gerilim ve karanlıklarına gebeydi. Bu çıldırışların değişen yönü tekniğe adapte olması ve elit tekelinden çıkmasıydı.
Bu kısa kesilmiş akış, satır aralarının bolca doldurulması gereken anlatımlar içerse de Doğu ve Kuzey Avrupa’nın Engizisyon’dan fazlasına yeltenen işkence tarihine dair bir alıştırma sayılabilir. Zira 15. yüzyılda yaşamış olan ve hikâyesi kan donduran Kazıklı Voyvoda, Eflak yani bugünkü Romanya’da kısmen normal karşılanabilecek bir asilzade karakterdi zira. Ondan neredeyse bir yüzyıl sonra 1560 yılında dünyaya gelen Kontes Bothary, Voyvoda’nın memleketine pek yakın olan Macaristan’ın asillerindendi. Bothary ailesi Macaristan Krallığının en soylularındandı.
Avrupa’daki krallık ve soyluluk anlayışı, soyluluk derecesine göre değişen bir özgürlük bahşediyordu. Kral bir nevi tanrı, soylular ise yetkileri hafif sınırlandırılmış tanrıcıklardı. İşlerine gelmeyeni ortadan kaldırmak ve ne olursa olsun kolay kolay yargılanmamak, iş rezalete bindiğinde ölümle yargılansalar bile idamdan kıl payı kurtulmak gibi avantajlara sahiptiler. Yani en azından modern zamanlara kadar, işkence etmeyi biraz fazla seven bir asilzadenin, aleni bir biçimde seri katil olması işten değildi.
Bakire Kanıyla Güzelleşme
Kontes Erzsebet Bothary de alt tabaka insanlara yönelik eziyet özgürlüğü imtiyazını sonuna kadar kullanan bir ailede dünyaya geldi. Çocuk yaşında birçok işkence sahnesine tanıklık etti. Bunlardan en önemlisi altı yaşındayken bir gece vakti, kendilerini yeterince eğlendirememiş Çingene’ye ailesi tarafından uygulanan akıl almaz vahşetti. Ölüm cezasına çarptırılan Çingene, canlı hâldeyken karnı kesilmiş bir atın içine sağlıklı hâlde konulmuş ve o içindeyken atın karnı dikilmişti. Akla hayale sığmayan bu manzarayı ailesi keyfederek izlerken küçük Erzhebet, hayatı boyunca bozuk cinsel dürtülerinin ve vahşet sempatisinin aile geleneği dışında bir başka sebebi olan şizofreniye adım atmış oluyordu.
15 yaşında evlendiği Kont Ferenc Nadasdy, öldükten sonra Kont Dracula efsanesine dönüşecek olan Kazıklı Voyvoda’nın izinden giden ve esirlerini kazığa geçirerek eğlenen bir şovalyeydi. Kont Nadasdy evlendikten sonra karısına, bütün hayatını geçireceği Csejte Şatosu’nu hediye etti ve savaştan savaşa koştuğu için eşinin yanında pek az zaman geçirebildi. Bu da Kontes’in korkunç hayal dünyasını somutlaştırma arzusu için kuytuya inşa edilmiş mükemmel karargâhta sınırsız imkân demekti. Hiç tereddüt etmeden bu imkânları sonuna kadar değerlendirdi.
Şiddet ve işkence Kontes’in doğasına yerleşmiş ve bir parçası olmuştu. Bunun için bir sebep gerekmiyordu. Hayatını her bakımdan sınır tanımaz biçimde yaşıyordu. İnsan kurban ettiği sapkın ayinler ve hizmetçilerine yaptığı işkenceler gündelik hayatının sıradan parçasıydı.
Güzelliği ve birikimiyle soylular arasında önemli bir yere ve saygınlığa sahipti. Kırklı yaşlarında kocasını kaybettiği gibi ayrıcalık sağlayan güzelliğini de yitirmeye başlamıştı. Erzsebet’i teorik olarak seri katil formuna taşıyan ve caniliğini somutlaştıran olaylar bundan sonra gelişti ve bâkire genç kızları öldürmeye başladı.
Hayatı şiddetle iç içe geçmiş birinin yaşlanmak, güzelliğini yitirmek ve yalnızlık korkusundan duyduğu ıstırabı yine şiddetle dindirmeye uğraşması, ilk bakışta mutlak seçenek gibi duruyor. Ama bunu gözlerden uzak şatosunda canının istediği gibi ileriye götürmesi ve bu eğlencelerinde hiç tereddüt etmemesi, bütün gücüne ve soylu imtiyazlarına rağmen yaşadığı dönem ve şiddeti hoş gören toplum için bile bir istisna.
Genç kız öldürme ritüeline hizmetçilerinden başladı, şatosunda bakire hizmetçi kalmayınca yüksek ücretlerle hizmetçilik için çağırdığı genç kızları katlederek ritüelini sürdürdü. Hızlanarak devam ettirdiği cinayetlerde, öldürmeden önce kızların gençliğini ve güzelliğini kıskandığı için onlara işkence ettiği, öldürdükten sonra kurbanlarının kanıyla yıkandığı en çok dolaşan söylentiler arasında. Genç kız kanının kendisini güzelleştirdiğine inanması, şizofreni hastası olan birisi için mümkün bir sebep. Sayısı 612’yi bulan sistematik cinayetlerde kurbanların tamamının genç kız olması da… Ama bunu şeytani bir ayin için mi yoksa yalnızca kanlarında banyo yapmak için mi yaptığı ise kesinleşmiş sayılmaz.
İşkencenin Eğlencesi
Erzsebet gibi yaşayan birinin, güzelliğinden ötürü gördüğü saygıyı ve ilgiyi yitirmemek uğruna bu kadar büyük bir vahşete ve katliama sebep olması, içinde bulunduğu şartlar düşünüldüğünde hiç şaşırtmıyor. Onun için, zamanının soylu kimliğine uymaktan, aileden ve kocasından gördüğü sınır tanımaz yaşayışı tekrarlamaktan daha doğal ne olabilirdi? Yanına kendinden epey bir şey katarak işi seri katilliğe taşımış olsa da, bulunduğu katmanda aynı imkânlara sahip başkalarının da bu yolu izleyebileceği ihtimali yüksekti. Çünkü hayattaki imkânların miktarı, daima mümkünlerin ihtimal düzeyini belirliyordu.
Erzsebet, cinayetleri abartınca cesetler şatosuna yakın ormanda gizlenemeyecek kadar çoğaldı ve kanı tamamen çekilerek ormana bırakılmış kızları gören çevredeki köylülerin vampir dedikodularının sesi gürleşince şatoya baskın yapıldı. Baskının sebebi olarak Kontes’in satanist ayinler düzenlemesi gösterildi. Şato içinde çok sayıda cesetle karşılaşıldı. Kontes asla yargılanmadı, fakat ona yardım eden uşak ve hizmetçileri yargılandı ve ağır işkence ile infaz edildiler. Erzsebet’in tanıklığı gerekmeden hakkında hüküm verildi ve idamı istendi. Ancak mensubu olduğu ailenin ismi bu idamı engellemeye yetip arttığı için şatosunda, dışarı ile bağlantısı küçük bir delik olan karanlık bir odada hapse mahkûm edildi. 4 yıl sonra aynı oda içinde öldü. Ölüm sebebi ise kahır ve ıstırap değil frengiydi.
Masalların tamamında kötüler cezalandırılır. Erzsebet’e masal, bize karabasan olan bu kanlı serüvende bir kısas söz konusu değil elbette. Bugüne türlü söylentiler eklenerek gelen hikâyesi, marjinal eğilimliler için merak edilen gizemler taşırken gotik sinema ve vampir hikâyelerine de malzeme oldu. Onu eğlenmek için meydana getirdiği dehşet silsilesi, bugün eğlence dünyasının malzemesine dönüştü. Belki bu bir kısas meselesi olarak düşünülebilir.
Kontes’in kendi hükümdarlık denklemi içinde işkenceye ayırdığı alan diğer soylulara göre daha fazla göze battığı için cezalandırıldı. Bugün ise geçmişin soyluları, yerini para baronlarına bıraktı. Dünyanın gidişatında söz sahibi olan bu ailelerin birçoğunun, zaman zaman medya eliyle ifşasına şahit olduğumuz tuhaf ve sapkın tarikatların örtüsü altında şiddet ve işkence ayinleriyle bir nevi “Eğlence” alanı oluşturdukları konuşuluyor. Bu yasal değil elbette. Ama yasalar, maddi güç sahiplerinin, ayinle filan ilgisi olmasa da insan cenininden yapılmış kremler kullanmasına engel değil. İşkencenin Tarihi’nin yazarı George Ryley Scott’ın, “…varlıklı kadın, hayvanlara iğrenç ve tiksindirici işkenceler yapılmasına katkıda bulunduğunu bilmeden, astragan kürkünü sergiler; kitleler gösteri hayvanlarının maskaralıklarını alkışlarlar.” cümlesi, şiddet ve işkencenin insan algısında büründüğü “Estetik” kandırmacayı anlatmaya kâfidir. Hatta bu döngünün ticari payı devletlere vergi olarak dönüyorsa bir problem bile değildir!
Dehşetin normalleşmesiyle sınandığımız bir zamanda Kontes Erzsebet hikâyesinin bize fısıldadıklarından biri şudur ki; ölümsüzlüğün, daimi gençliğin ve şablon güzelliğin peşinden gidenlerin imkânları hangi boyutta olursa olsun rahat ve huzurlu bir hayatı yok ve olmayacak. Onlar üç günlük dünyanın damakta tat bırakacak kısacık anlarını, daha fazla yaşamanın yollarında ve gençlik sevdası uğruna sürekli ölerek geçiriyorlar.
Sedef KORKMAZ – Yazar
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı