Kadının kadim yalnızlığı

Merjam Yazar: Merjam 29 Temmuz 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Erkek egemen dünyada, erkekler kendi hegemonyalarını sürdürmek için kadını ötekileştirmiştir. Türkiye’de maalesef sistematik olarak kadınlar öldürülüyor. Evet, kadınlar ölürlerken de yalnız.

Kadının kadim yalnızlığı

 

Virginia Woolf, 20. yüzyılın başlarında kadınlara “Kendinizin, evrenin belki de en çok tartışılan canlısı olduğunuzun farkında mısınız?” diye sorar. Gerçekten de geçmişte kadınların eğitilip eğitilemeyecekleri, ruhlarının ya da akıllarının olup olmadığı tartışılmış, bazen cadı olduklarına inanılarak yakılmış bazen de saflığın timsali olarak tanrılara kurban edilmiş ya da kutsal sayılarak tanrıçalaştırılmıştır.

 

Günümüzde kadına yönelik tartışmalar devasa bir boyut kazanarak devam ediyor. Kadın ve onun toplumdaki konumu yüzyıllardır süren ve günümüzde gittikçe yoğunluk kazanan bir tartışma konusu. Hatta günümüzün en popüler alanlarından biri olarak ifade edilebilir. Bu tartışmaların yüzyıllardır devam etmesinin nedeni, dünya nüfusunun yarısını oluşturan erkeklerin, tarihin her döneminde coğrafya, milliyet, sınıf, gelişmişlik düzeyi ya da ırk fark etmeksizin diğer yarısının (kadınların) kendilerinden daha zayıf olduğuna inanmasıdır. Daha da önemlisi, toplumsal kurgunun bu düşünceye göre yapılması ve kadınların söz konusu toplumsal kurguda daha düşük statüyle ve ikincilleşmeyle karşılaşmasıdır.

 

 

TARİHÎ YALNIZLIK

 

 

Böylece dünya nüfusunun yarısını oluşturan ve diğer yarısını da yetiştiren kadınlar, bir şey yapması ya da yapmaması nedeniyle değil sadece ve yalnızca kadın olduğu için, yani cinsiyetinden dolayı toplumsal yaşamda dezavantajlı konumda yer almakta, toplumsal hiyerarşide erkeğin gerisinde kalmaktadır. Bu durumun belki de en önemli sonucu kadının toplumda yalnızlaşmasıdır.

 

Yalnızlık, sosyal bir bütünden kopukluk hissidir aslında. Bu kopukluk büyük ölçüde kişinin kendini anlaşılmamış ya da daha da kötüsü yanlış anlaşılmış hissetmesidir. Bu durum insanlarla kurulan ilişkilerde hiç kimsenin sizi anlamadığı duygusunu oluşturarak yalnızlığa neden olur. Kadınlar, belirli saatlerden sonra sokağa çıktığında da, içten ve rahat güldüğünde ya da kendini rahat hissettiği şekilde giyindiğinde de yanlış anlaşılmıştır.

 

Kadın toplumsal cinsiyet kurgusu içinde önyargılarla algılanmaktadır. “Saçı uzun aklı kısa”, “Kızı kendi hâline bırakırsan ya davulcuya kaçar ya da zurnacıya”, “Oğlan anası kapı arkası, kız anası minder kabası”, “Kadında vefa, borçluda sefa aranmaz” gibi daha pek çok deyim ya da atasözünün ifade ettiği gibi, kadın toplumda yanlış algılanmakta ve bu durum kadında toplumsal yalıtılmışlıkla sonuçlanmaktadır.

 

Toplumsal cinsiyet algısı içinde kadın duygusal (akıl erkek tarafından temsil edilir), kırılgan, fiziki olarak zayıf, çabuk kandırılabilir, uzlaşmacı gibi özelliklere sahiptir. Bu nedenle kadın kendi hâline bırakıldığında yanlış işler yapar. Öyleyse onun yeri evdir. Yani çocuk doğurmak, evi çekip çevirmek ve erkeğe hizmet etmekle mükelleftir. Erkek egemen dünyada, erkekler kendi hegemonyalarını sürdürmek için kadını ötekileştirmiştir.

 

Birkaç yıl önce yaptığım bir sohbette, “İki gelinim var ikisi de mutfaktan dışarı çıkmış değildir” demişti yaşlı bir amca gururla. İçeriye kapatılmak, bedenine hapsedilmek, toplumda görünür olmamak uzun süre kadının kaderi olmuştur. Ve bu kader ona derin bir yalnızlık getirmiştir. Kadının evdeki emeği değer bulmamış, önemsenmemiş, evlilik içi her türlü şiddetsıradanlaşmış ve kadın sonu gelmeyen bir kısır döngü içinde yalnızlığı ile baş başa kalmıştır.

 

 

MODERN YALNIZLIK

 

 

Sanayi devrimi ile kadının işgücüne ihtiyaç duyulduğunda toplum, bu kez kadını makinelerin başında görmek istedi. Modern hayatla birlikte artık kadının görünür olması sorun değildi. Ancak aslında kadın açısından değişen bir şey yoktu. Çünkü kadın yine beden üzerinden tanımlanıyordu ve kadın bedeninin sömürülmesi artık aşırı görünür olarak gerçekleşiyordu. Böylece üzerine spot ışıkları tutulmuş ve yeniden keşfedilmiş kadın sahnede yine yalnızdı. Erkeklerle aynı süre çalışmasına karşın onlardan daha az ücret alan, iş arkadaşının, patronunun tacizine, tecavüzüne uğrayan, mobingle karşılaşan, kariyer için evlenmeyerek ya da çocuk doğurmayarak hayatında önemli tavizler veren kadın, bütün bunlarla ve daha fazlasıyla yalnız mücadele etmek zorunda kaldı.

 

Bu süreçte, evden çıkan ve toplumsal alanda görünür olmaya başlayan kadının, dışarıda erkeklerle kıran kırana mücadele ederken evdeki bütün sorumlulukları da aynen devam etmekteydi. Çünkü erkek, ev içerisindeki sorumlulukları paylaşmayarak onu evde yalnız bırakmıştı. Sırtındaki kamburu artık iki taneydi kadının. Dışarıda (sosyal yaşamda) ve içeride (özel yaşamda) çift yönlü bir yalnızlığın kıskacındaydı. Böylece kadınlar için bazı önemli kazanımlar getiren modern hayat aslında onlar için çok yıpratıcı olmuş, farklı dezavantajları ve yalnızlıkları da beraberinde getirmişti.

 

Toplumlara yakından bakıldığında, sosyal ve siyasal aktiviteler, kent mekânları ve kurumlar erkek merkezli olarak kurgulanmıştır. Kadınlar toplumda, siyasette, tarihte, ekonomide, eğitimde, hukukta kısacası hayatın içinde yer alabilmek ve “Kadının insan haklarını” elde edebilmek için yüzyıllarca mücadele etmek zorunda kaldılar. Bu mücadele sonunda gelinen noktada kadın, siyasette en iyi ihtimalle kotalar oranında yer almakta, ekonomide erkeğin yetişmediği noktada devreye girmekte, eğitimde kendisine verilen destekle ilerleyebilmektedir.

 

 

İSTİSTİKİ YALNIZLIK

 

 

Türkiye’de 2017 verilerine göre, kadın istihdam oranı (% 27,5), erkeklerin istihdam oranının (%65) yarısından azdır; okuma yazma bilmeyen kadın nüfus oranı erkeklerden 5 kat fazladır. 24 Haziran seçim sonuçlarına göre, Meclis’e giren 600 milletvekilinin 103’ünü kadınlar, 497’sini erkekler oluşturdu. Yani %14,7 olan kadın temsil oranı ancak yüzde %17,1’e yükseldi. Üstelik 33 ilde kadın milletvekili yer alamadı. Kadının toplumdaki bu dezavantajlı konumu başka oranlarla da desteklenebilir. Ancak asıl vurgulanması gereken nokta, İskandinav ülkeleri hariç, dünyada bu oranların üç aşağı beş yukarı birbirine benzer olmasıdır.

 

Kadına yönelik söz konusu düşük oranlar Türkiye’de yaşamakla değil, kadın olmakla ilgili. Kadın toplumda vardır ama görünmezdir. Görünmeyen, toplumdan izole edilen kadının yalnızlığı ise kaçınılmazdır.

 

Bugün artık kadınlar verdikleri mücadeleler sonunda yasal haklarını elde etmişlerdir. Eğitimde, ekonomik, sosyal, siyasal alanlarda ve medeni haklar anlamında büyük ölçüde yasal haklara kavuşmuşlardır. Ancak yasal eşitliğin, fiilen toplumsal eşitlik getirmediği, kadınların biçimsel fırsat eşitliğine kavuşmasına rağmen toplumdaki statüsü ve yeri konusunda hâlâ önemli sorunlar yaşadığı bir gerçektir.

 

 

GELENEKSEL YALNIZLIK

 

 

Oysa insan sosyal bir varlık olarak öz saygısını koruma ve arttırma eğilimindedir. Pozitif ben kimliğine ulaşmaya ve bunu korumaya çalışır. Bu süreçte kendilik bilincinin oluşması ile kendini keşfeder. Ancak kendinin farkına varma, asıl bir başkasının kendisini görmesi, fark etmesi ve onaylaması ile tamamlanır. Kadınların, toplumda özgüvenli bir şekilde yer alabilmesi, öz saygısını koruyabilmesi ve yalnızlık hissine kapılmaması için kadın olarak varlık bulmalı, toplumsal cinsiyet kurguları içinde kendilerine dayatılan şekilde değil olmak istedikleri şekilde kabul edilmeli, onay görmelidir.

 

Diğer taraftan, Kuzey Afrika’da kızların sünnet edilmesi; Hindistan’da yakın zamana kadar bazı kadınların ölen eşleriyle birlikte yakılması; kimi Müslüman toplumlarda kadınların recm edilmesi (taşlanarak öldürülmesi); Amerika’da gerçekleşen 11 Eylül olaylarından sonra Batı’da yaşayan birçok başörtülü kadına saldırıda bulunulması; Türkiye’de bir dönem başörtülü kız öğrencilerin, kendisi gibi düşünen erkelerden farklı olarak üniversitelere alınmaması; kadınların namus cinayetlerine kurban gitmesi; başlık parası veya berdel nedeniyle istemediği erkekle zorla evlendirilmesi; okula gönderilmemesi gibi çok sayıda verilebilecek örnek göstermektedir ki kadınlar yalnız kadın oldukları için değil, içinde yaşadıkları toplumsal, siyasal, kültürel ve tarihsel yapı tarafından kendisine yüklenen değerlerle de mağduriyet yaşamakta ve yalnızlığa mahkûm edilmektedir. Kadınlar içinde yaşadığı toplumun, kültürün, siyasal yapının ve daha birçok iktidar unsurunun kendileri için kurguladığı hayatı yaşamak zorunda kalmaktadır.

 

 

SAVAŞ KADINLARININ YALNIZLIĞI

 

 

Artık savaşlarda kadınlara yapılan sistematik tecavüzler bir savaş tekniği hâline geldi. Savaş sonrası kadınlar, tecavüzcülerinin çocukları ile baş başa ve yapayalnız. Erkeklerin savaşlarında köle pazarlarında satılırken yalnız. Göçmen kadın uğradığı taciz, tecavüz, şiddet ve yardımlara ulaşma güçlüğü içinde yalnız. Toplumlara, kültürlere, ideolojilere kadın üzerinden yapılan saldırılarda yalnız. Sağ ya da sol fark etmeksizin ideolojiler ya da toplum kurguları kadınlara misyon yükleyip ideoloji için çalışmalarını istendiğinde, kadınlar koşarak bu çağrıya cevap verdiler. Ancak sonrasında misyonunuzu tamamladınız, artık evinize dönün, denildiğinden yine yalnız bırakıldılar. Kadın farklı ezilmişlikler ve bunların getirdiği kadim yalnızlığıyla başa çıkmak zorunda.

 

Böylece kadınlar evlere kapatılarak, toplumsal kurumlara dâhil edilmeyerek toplumdan izole edildiler. Kadının bir fail olarak kendi hayat döngüsünü kurgulaması ve kendi hayatına dair kararlarını almasına izin verilmedi. Kendilerini gerçekleştirme fırsatı bulamadığında, erkekleşerek topluma dâhil olmak zorunda kalan kadın, kendine yabancılaştı ve yalnızlaştı. Toplumdan dışlanarak ya da topluma belirli kalıplarla dâhil edilmeye zorlandığında kadın topluma yabancılaştı ve yalnızlaştı.

 

 

KADINLAR NASIL ÖLÜYOR?

 

 

Geçenlerde gündeme düşen bir haber yine yürekleri burktu. Yıllardır babasının tacizine uğrayan küçük kız, şikâyet üzerine destek gördüğünde “Yalnız olmadığımı anladım” diyordu yüzü buzlanarak yapılan röportajında. Çünkü eğer babası kendisine bunu yapıyorsa nasıl kendini kimsesiz, yalnız hissetmezdi. Yanında dik durmaya çalışan annesinin yüzünde ise büyük bir keder, gözlerinde sonsuz bir yalnızlık vardı.

 

Bir toplumda kadınların nasıl öldüğü o toplum hakkında bize önemli ipuçları verir. Tüm kurgulara ve baskılara itiraz edip bir şekilde hayata tutunmaya çalışan ve yalnızlığını aşmak için çırpınırken kocasının kurşunları ile hayata veda etmek zorunda kalan kadınlar… Töre cinayetleri, kadın cinayetleri ile Türkiye’de maalesef sistematik olarak kadınlar öldürülüyor. Evet, kadınlar ölürlerken de yalnız.

 

 

ERKEK KURGUSU İÇİNDE KADIN

 

 

Kadınlar dünyayı erkeklerden farklı tecrübe ederler, farklı deneyimler yaşarlar ve dünyaya farklı bir pencereden bakarlar. Bu farklılık, erkekler tarafından kurgulanmış toplumda kadınlar için dezavantaj olmuş ve kadını yalnızlaştırmıştır. Kadınlar bedenlerine, evlerine hapsedilmiş, toplumsal kurumlardan dışlanmış ve toplumun kıyısında varlık bulmak zorunda kalmıştır. Bireysel ve toplumsal düzeyde yalnız kalan kadın asıl ruhunda bu yalnızlığı hissediyor. Bilen bilir, kadınların elleri ayakları bir türlü ısınmaz. Bu yalnız ruhlar üşüyor olmasın?

 

Kadınlar, toplumların, siyasi iktidarların, ideolojilerin ve daha pek çok otoritenin görmek istediği yerde ve şekilde yaşamak zorunda bırakılmadığında, toplumda yer alabilmek için erkekleşmediğinde, kadın bireyler olarak kendi hayat döngülerini yaşamaya başladığında toplumlara dâhil olabilecek, kalabalıklar içinde yalnız yaşamak zorunda kalmayacaktır. Kadın gibi siyaset yapacak, kadın gibi sanat yapacak, ekonomide yer bulacak ve tarihe geçecektir. En önemlisi toplumda hak ettiği statüye ve değere kavuşacaktır. Her şeye rağmen gelecek umut vaat ediyor. Çünkü kadınlar bunun için gereken güce ve enerjiye sahip.

 

Nezahat ALTUNTAŞ DUMAN – Akademisyen 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı