Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Tarihsel bilginin eksikliği sebebiyle günümüz Müslüman toplumlardaki kadın hakları hareketi, ilhamını Batı toplumlarından alma eğilimi gösteriyor ve değişim için onların odaklandığı seküler amaçları ve yöntemleri taklit etmeye çalışıyor.
“İz Bırakan Müslüman Kadınlar” ifadesi, İnsan Gelişimi ve Toplumsal Eğitim Vakfı’nın (İGETEV) 3 yıldan beri yürüttüğü bir eğitim programının başlığı. Adlarını tarihe yazdırmış Müslüman kadınlar, neden bir eğitim programına konu oldu? Program, modern medeniyete, Rönesans öncesi medeniyetlerini, özellikle İslam medeniyetinin katkısının araştırılması ve halka tanıtılması amacıyla 1999 yılında, bir grup hakikatperver tarihçi vb. bilim insanı ve düşünür tarafından kurulan Bilim, Teknoloji ve Medeniyet Vakfı’nın (FSTC) yakın zamanlarda yaptığı bir araştırmanın sonuçlarına dayanılarak hazırlanmış. Neredeyse dünyanın her yerinde okulların müfredatı temel olarak sadece Avrupalı bilim insanlarının keşif ve icatlarına yer veriyor. Çin, Hint, Müslüman medeniyetleri ve benzerlerinin yapmış oldukları katkılar görmezden geliniyor. Antik Yunan uygarlığı ile Avrupa rönesansı arasında yaklaşık bin yıllık bir dönem vardır. Bu dönem, Orta Çağ ve bazen de Karanlık Çağ diye anılır. Oysa bu zaman diliminde Müslümanlar, bilimde, teknolojide, tıpta ve yönetimde, pek çok icat ve uygulama ile bugün gelinen seviyenin temelini atmışlardır. Maalesef, bu bellek kaybı Avrupalılar arasında patolojik seviyede bir üstünlük duygusu yaratırken, Batı dışı toplumların genç üyelerinde ise yenilmişlik, yetersizlik ve aşağılık duygusuna yol açıyor.
Gelgelelim, kültür yanında millî kimliğimizi oluşturan unsurlardan biri de tarih bilgisi ve bilincidir. Bu bağlamda günümüz insanının öznelliğini şekillendiren tarihsel ve kültürel faktörlere bakarak toplumumuzda yaşanmakta olan bazı sorunlara ışık tuttuğu kadar bu faktörlerin bazı küresel sorunlardaki rolünü de daha iyi anlayabiliriz.
>> Tarihsel ve kültürel şartlanmalar: Gerek Müslüman toplumlar gerekse Batı toplumları, içinde yaşadıkları medeniyetin gelişim sürecine Müslümanların yaptıkları değerli katkılar hakkında hemen hiçbir bilgiye sahip değildirler. Bin yıllık İslam mirası (7. yüzyıl ve 17. yüzyıl arası) konusunda bilinç gelişmemiştir.
>> Bunun duygusal sonuçları: Müslüman toplumlarda, Batı karşısında yenilmişlik hissi, düşük özgüven ve öz değer duyguları, olumsuz benlik algısı, “Öğrenilmişacizlik” olmuştur.
>> Bu olumsuz algısal ve duygusal öznel yapı fertlerde umut, hayal gücü, merak, keşif, yaratıcılık ve üretkenlik gibi işlevsel özelliklerin gelişmesini engelleyerek onları edilginleştiriyor, ortaya çıkmasının önüne geçiyor.
>> Çağdaş medeniyet birikiminde katkısı olmadığı yanılgısının, insanların bu medeniyet çevresine yabancılaşması, kendini o çevreye ait hissetmemesi ve dolayısıyla ona karşı direnç geliştirerek belki aşırı uçlara kaymasına kadar varabilen sonuçları olabilmekte.
>> Müslüman fertler, bu çağın insanı olarak çağdaş medeniyetin kazanımlarıyla kimliklerine yeni boyutlar katarak bu mensubiyeti belli ölçüde reel olarak yaşadıkları ve dolayısıyla gerçekte “Ben kimliğini” belirleyen aidiyet çevrelerinden biri olduğu hâlde bu mensubiyet duygusunu yeterince yaşamıyor ve bir anlamda yaralı bir kimlikle yaşıyorlar.
>> Bu durum kişiyi, fiziksel, zihinsel ve ruhsal bütünlüğünü tehdit eden duygusal bir etki altında bırakıyor. Bu duygu ve özgüven eksikliği ise, insanın özgür iradesini hangi yönde kullanmasının kendisi için gerçekten iyi ve doğru olacağını kestirmekte zorluk çekmesine yol açabiliyor.
>> Çünkü insanlar özgür iradelerini kullanırken farklı seçenekler arasında yollarını, ancak sağlam bir kimlik bilincine sahip olurlarsa bulabilirler.
>> Nihayetinde, bugünün Müslümanları çağdaş medeniyetle iç içe yaşama ve onunla yüzleşme süreci yaşıyorlar. Bu süreç, bu çağın insanı olarak onların ben kimliğine yeni boyutlar, yeni aidiyet unsurları katarak ben algılarının değişmesine yol açıyor. Bu unsurlar arasına, günümüz medeniyetinin oluşumuna önemli katkılar yapmış büyük bir medeniyetin mensubu olmanın gurur ve özgüvenini de dâhil ederek “Ben algı”larının pekişip olgunlaşmasını sağlamak önemli bir zorunluluktur.
>> Öte yandan, insanların kültürel, ahlaki ve dinî etkilerle edinmiş oldukları kimliklerinin, hâkim ve geçerli, siyasi ve hukuki sistem ve çağdaş medeniyet tarafından göz önüne alınması, kapsayıcı yaklaşılması, farklı kültür ve medeniyetlerin katkılarının takdir edilmesi eşitlik ve barış için olduğu kadar kişilerin mutluluğu ve üretkenliği için de göz ardı edilmemesi de önemli bir gerekliliktir.
>> Batı medeniyeti ve İslam medeniyetinden birinin veya diğerinin, hayatın gerçeklerinden koptuğu veya hayatın karmaşık sorunları karşısında yetersiz kaldığı noktalarda, iki kimliği, karşılıklı olarak birbirlerinin eksik yönlerini tamamlayabilecek, güçlü yanlarını bir araya getirecek şekilde uzlaştırmaya çalışmak, farklı insani kaynakları birleştirerek uygarlığı zenginleştirmek, yerine göre onarmak ve hatta evrensel esenlik yönünde medeniyeti dönüştürmek durumundayız.
>> Bu suretle iki medeniyet ve kültür havzası arasında karşıtlığa ve dirence harcanan enerji, keşif, üretkenlik vb. faydalı etkinliklere, uzlaşma ve paylaşmanın yollarını bulmaya hasredilebilir.
>> Kendilerini çağdaş medeniyet gibi daha büyük bir bütünün parçası olarak algılayan fertler daha yüksek özgüvene sahip olur, yaşadığı dünyaya katkı yapmada etkin bir varlık gösterir, kapasitelerini daha yapıcı ve yaratıcı yönde kullanır, daha mutlu ve başarılı olurlar. Sağlam bir aidiyet duygusu kişiyi depresyondan korur, yaşanmakta olan depresyona da iyi gelir.
>> Öte yandan Müslümanların, çağdaş bilim ve teknolojinin dünya çapındaki gelişimine önemli katkılarına dair hakikati aydınlatmak, bu konuda bilinç geliştirilmesini ve takdir edilmesini sağlamak hakikate olan borcumuzdur.
>> Nihayetinde, bizler, sürekli olarak yaşadığımız dünyanın gerçeğini doğru okumak, bireysel hayatlarımızın, durmadan genişleyen etki çemberleriyle nasıl yapılandığına farkındalık geliştirmek, kendi hakikatimizi keşfetmek; yaradılış özümüzde, varlık cevherimizde var olup da yaşamda eksikliği hissedilen insani iç dinamikleri açığa çıkararak benliğimizi bütünleştirirken bu yolla uygarlığı da geliştirmek yolunda ilerlemek zorundayız.
Ataerkil Düzen Müslüman Kadına Zarar Veriyor
Erken İslam döneminde kadınların toplumsal konumlarına dair algı ve kanaatlerin gerçeklerden uzak, zan ve yakıştırmalardan ibaret olduğu bilinmelidir. Avrupa’daki kadınlar bugünkü sosyal statülerini; fırsat ve imkânlara ulaşmada eşitliği ve onurlarını adım adım, uzun uğraşlar vererek kazandılar. Genel anlayışa göre başka ülkelerin kadınları da ya aynı durumdaydı ya da daha da kötüydü.
İnsanlar, kadınların bugünkü Müslüman toplumlarda sahip olduğu kötü konuma bakarak, geçmiş yıllarda durumun muhtemelen çok daha kötü olduğunu düşünmekte. Batı, kendini yüceltmeyi, yerel ve millî kültürleri dönüştürürken kendini meşrulaştırmayı, özellikle Müslüman toplumlarda kadının ezilmişliği ve onların bilim, sanat, yönetim vb. alanlarda özne olarak yer almamış olmaları üzerine temellendirmekte.
Gerçekte ise, bin yıllardan beri hüküm sürmekte olan ataerkil kültürü kökten değiştiren ve kadının izzetini teslim eden, toplumsal konumunu ve itibarını yükselten İslam ile birlikte, erken İslam döneminden başlayarak geçmiş dönemlerde pek çok kadın ilimde, sanatta ve yönetimdeki başarılarıyla insanlığa katkıda bulunmuştur.
Ne var ki, Asr-ı Saadet’in sonrasında yeniden canlanarak İslam’dan olmadığı hâlde İslam’dan gösterilen sınırlandırmalar ve asılsız kurallarla yeniden kabul gördüğü ve hüküm ferma olmaya başlayan ataerkil kültürün yazık ki günümüzde yaygın bir şekilde yaşatıldığı da bir gerçektir. Aslında kadınların başarılarının toplumda yeterince yankı bulmayışının ve tarihî kayıtlarda hakettiği kadar yer almayışının en önemli nedeni de budur.
Bunun yanı sıra, modern kültür, insanları, hayatın anlamını menfaat ve bireysel mutlulukta aramaya yöneltir; dolayısıyla, her türlü başarı, zenginlik, makam, mevki, şöhret, hatta şu veya bu yolla “Görünür olma”nın sağladığı güç ve benzeri seküler (dünyevi) değerler, peşinden koşulacak nihai amaçlar olarak yüceltir. Müslümanlar için ise ilim ve benzeri yollarla insana ve topluma hizmet, güç elde etmenin bir aracı olmayıp, varoluşsal sorumluluk bilinciyle (takva nedeniyle), “Kendini bilme”nin; özündeki cevheri, insanlığın hayrı ve Yüce Yaratıcı’nın rızası için ortaya koymaktır.
Müslüman kadınlar için asıl olan, ilimde ve sanatta üstün başarılar elde etmenin dünyadaki karşılığı değil sağlayacağı manevi kazanç olmuştur. Bu nedenlerle tarihte Müslüman toplumlarda kadının konumu yanlış anlaşılmakta, bu toplumlarda kadının sahip olduğu bugünkü kötü konuma bakarak geçmiş yıllarda durumun muhtemelen çok daha kötü olduğu düşünülmektedir.
Neticede, tarihsel bilginin eksikliği sebebiyle günümüz Müslüman toplumlardaki kadın hakları hareketi, ilhamını Batı toplumlarından alma eğilimi gösteriyor ve değişim için onların odaklandığı seküler amaçları ve yöntemleri taklit etmeye çalışıyor.
Oysa belirttiğimiz gibi tarihte iz bırakan Müslüman kadınlar dinî değerlere bağlılıklarını ön planda tutarak ve Allah rızası için toplumun faydasına çalışarak ve üreterek varlıklarını ortaya koymuş ve kamusal başarılar elde etmişlerdir.
Erken dönem Müslüman topluluklarda kadınlara sunulan yüksek statü hakkında genel bir bilgisizlik mevcut. Bu kadınların kamusal başarılarını ve hayat tarzlarını öğrenmek, günümüz insanlarını hayrete düşürecektir.
Tarihte iz bırakan kadınların hayatlarına ve yaptıklarına baktığımızda onların dinî inançlarını ve dinî değerlere duydukları bağlılığı topluma ve insanlara yararlı işler yaparak ifade ettiklerini görüyoruz. Bu bakımdan öncü kadınların yaptıkları ile ortaya koydukları güçlü mesaj, dinî duyarlılığa sahip herkesi, karşılıksız verme ve adanma duygularıyla topluma yeni ve etkili katkılarda bulunmaya çağırıyor.
Onların her biri, buluş, yenilikçilik, üretkenlik yoluyla çığır açıcı atılımlarla topluma hizmet yapma yönünde ilham ve heyecan verici bir örneklik sunuyor. Onların rehberliği kadınlarımızı, daha yaşanabilir bir dünyanın inşası için toplumda fark yaratmak adına yeniden düşünmeye ve harekete geçmeye sevk edecektir. Onların hikâyeleri, insanlara faydalı, hayırlı işler yapmak, daha yaşanabilir bir gelecek için dünyada etkili bir fark yaratmak adına sahip olduğumuz ideallerimizi besliyor ve adanmışlıkla o ideallerin ardına düşmek için bizi yüreklendiriyor.
Sekiz Bin Hadis Âlimi Kadın
2007 yılında, Oxford Üniversitesi İslam Çalışmaları Merkezinden Muhammed Ekrem Nadvi, Müslüman yirmi-otuz örnek bulmak ve tek ciltlik biyografik bir sözlük oluşturmak amacıyla yola çıktığı kadın hadis âlimleri araştırmasında sekiz bin kadına ulaştı, tek ciltlik planlanan sözlük kırk cildi buldu. Tarihe adını yazdıran Müslüman kadınların hepsini burada saymak mümkün değil elbette. Ancak bazılarından kısaca söz edebiliriz.
Al Şifa Bin Abdullah
Hz. Peygamberimiz zamanında Kureyş Kabilesi’nde okuma yazma bilen 17 kişiden biri. Hz. Hafsa’ya ve pek çok kimseye okuma yazma öğretmiştir. Tıp alanındaki maharetiyle öne çıkmış, Asr-ı Saadet’in hemşiresidir. Hz. Ömer tarafından Medine Muhtesibi (zabıta/müfettiş) olarak tayin edilmiş, daha sonra da Basra’ya Sağlık ve Güvenlik Memuru olarak atanmıştır. İlk hat sanatı eğitmenidir. 12 Hadis rivayet etmiştir.
Rufeyde binti Sa’d el Eslemiye
Mescid-i Nebevî yanında hastalara bakmak için çadır kurmuş, Bedir, Hendek ve Uhud savaşlarında hemşirelik yapmıştır. Hayber Savaşı’ndan önce Sahabe hanımlarına ilk yardım eğitimi vermiştir.
Fatıma el Fıhri (800-880)
Fas’ın Fez şehrinde dünyanın kesintisiz olarak eğitim vermeye devam eden en eski üniversitesi olup Avrupa ile İslam dünyası arasında köprü vazifesi gören ve UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alan, Karaviyyün Üniversitesi’nin kurucusudur. İbn-i Haldun, İbn-i Rüşd, İbn-i Bace gibi felsefeciler, Abdüsselam İbn-i Meşis, İbn-i Arabî, İbn-i Hazm gibi mutasavvıflar, Eş Şerif el İdrisi gibi coğrafyacılar ve İbn-i Meymun gibi felsefe ve tıp âlimleri, Avrupa’ya sıfırı ve Arapça rakamları tanıtan Papa II. Sylvester ve ünlü seyyah ve yazar Leo Afrikanus, bu üniversiteden yetiştiler.
Miriam El- Usturlabi El Ijliya
944-967 yılları arasında Halep’te Seyf’üd Devle’nin sarayında, usturlap gibi astronomik aletler ve diğer makinalar üzerinde çalışan heyet içinde yer alan tek kadın.
Raziye Begüm Sultan (1205-1240)
Hindistan’da, Delhi Sultanlığı, 1236-1240 yılları arasında Sultan Raziye tarafından yönetilmiştir. Hükümdarlığı sırasında para birimini standart hâle getirmiştir. Askerî bir lider olarak sultanlığın sınırlarını genişletmiştir.
Çand Bibi Sultan (1550-1599)
Bijapur’da 1580-1590 yıllarında hüküm sürmüştür. 1590-1599 yılları arsında Ahmednagar’da Sultan Naibi olarak hizmet etmiştir. Sınırlarını yağmacı askerlerden korumak için askerî stratejiler geliştirdi. Bir kadın kumandan olarak Güney Asya’da çok sayıda mimari eser bırakmıştır.
Zarialı Amina (1533-1610)
Zaria hükümdarlığı 1576 yılında başlayan Amina’nın en önemli hedefi komşu toprakları sınırlarına katarak krallığı genişletmekten ziyade yerel yöneticilere kölelerin haklarını kabul etmeleri konusunda baskı yapmak ve Hausa ticaretçilerine güvenli geçiş yolları sağlamaktı. Otuz dört yıllık saltanatı süresince krallık en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Amina’nın, kurduğu askerî kampların her birinin çevresine, inşa ettirmiş olduğu savunma amaçlı duvarların çoğu günümüzde varlığını hâlâ korumaktadır ve Amina’nın Duvarları olarak bilinmektedir.
Shajar al-durr (Ölümü 1257)
Mısır’ın ilk Müslüman sultanıdır. Kendisinin Türk boylarından olduğu bilinmektedir. Abbasi halifesi Mustasim tarafından Mısır Sultanı Al-Malik al-Salih Ayyub’un haremine hediye olarak yollanmıştır. Oğlu doğduktan sonra Mısır sultanı kendisiyle evlenmiştir. Memlüklüler zamanında, 1250’de sultan olmuştur. Tarihçiler tarafından, dindar ve zeki bir kadın olarak tanımlanmaktadır. Adını paraların üstüne bastıran ilk Müslüman kadındır. Yargı sistemi üzerinde önemli etkisi olmuştur. Tüm yaşamı boyunca iyi bir anne, askerî lider ve sultandır.
Necla KOYTAK
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı