‘‘İnsan, dilini ne kadar iyi kullanırsa aklını da o kadar iyi kullanabiliyor’’

Merjam Yazar: Merjam 21 Eylül 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

"Aynı cüzdanı, aynı yastığı ve aynı anahtarı paylaşmadan evlilik evlilik değildir."

‘‘İnsan, dilini ne kadar iyi kullanırsa aklını da o kadar iyi kullanabiliyor’’

 

 

Ekranların güler yüzlü, samimi ve içten ismi, annelerin ve kayınvalidelerin gözbebeği Zahide Yetiş’le meslek hayatını, iyi ve başarılı bir insan olmanın sırlarını, gelecek projelerini, çocukluğunu ve çocuğunu; mucizesi Aras’ı konuştuk. Babaannesinin ona hep ettiği o dua ve aslında o duanın bugünkü karşılığı neymiş, buyurun efendim, keyifli röportajımızda sizlerle…

 

Televizyonda gördüğümüzün dışındaki Zahide Yetiş’i kendisinden tanıyabilir miyiz?

 

Aslında orada ne görüyorsanız normal hayatta çok farklı değilim. 20 senedir ekrandayım. Ve zaman zaman sorarlar “Ekrandaki gibi mi?” Beni tanıyan pek çok kişinin karşılaştığı sorulardan bir tanesi budur. Ve evet, ekrandaki gibi dışarıda da aynıyım; güler yüzlü, samimi, insanları seven, büyüklerini sayan, babaannesinin büyüttüğü, iyi yürekli, iyi niyetli, iyi bir insan olmaya çalışıyorum. Sabırlı birisiyimdir; çok zor, çok nadir sinirlenirim. İnsanlara destek olmak fıtratımda var. İyilik edebilmeyi isterim, severim, alan el değil veren el olmayı her zaman dualarımda baş tacı etmişimdir.

 

 

‘‘İNSAN, DİLİNİ NE KADAR İYİ KULLANIRSA AKLINI DA O KADAR İYİ KULLANABİLİYOR’’

 

Çocukluk yıllarınızda TRT’de belgesel seslendirmeleriyle televizyonculuk hayatınız başlıyor. Nasıl oldu? Diksiyonunuz ve Türkçe’yi kullanımınızın bu kadar güzel olmasının kaynağı neydi?

 

Çok teşekkür ediyorum her şeyden önce. İnsan, dilini ne kadar iyi kullanırsa aklını da o kadar iyi kullanabiliyor. Arzularını, isteklerini net ifade edebilmek onu daha güçlü kılabiliyor. Daha az kavgası, daha çok başarısı olabiliyor. TRT, benim için bir okul, bir sınav, beni yetiştiren çok önemli ve özel bir kurum. Çocukluğumda radyoyla başladım. Radyodan sonra televizyon başladı ve İzmir gibi bir yerde -yani İstanbul dışındaki her yere Anadolu diyorsak- Anadolu’da benim mesleğimi yapabileceğiniz en iyi, en doğru yer TRT’dir. Hem TRT’de çalıştım hem yerel televizyonda çalıştım ve burada ders aldım, burada öğrendim televizyonculuğu. Diksiyonum bu kadar güzelse kaynağı TRT’dir. Orada aldığım derslerdir.

 

 

“ŞÜKRÜM DE BOL, DUAM DA ÇOK”

 

Reklam seslendirmesi, haber spikerliği, metin yazarlığı, 25 ayrı şehrin yarı belgesel programcılığı hatta teknoloji programı dâhil birçok başarılı işe imza attınız. Ancak 2009 yılında Doktorum programıyla bir anda herkes tarafından tanınan ve sevilen bir sunucu oldunuz. Bu anlamda bu program için “En büyük şansım” diyebilir misiniz?

 

Aslında en büyük şansım galiba babaannem. Çünkü ben hep öyle söylüyorum ki bunu yürekten hissediyorum. Ve hayatım boyunca da gördüm. Babaannemin dualarıyla buradayım. Küçükken şöyle dua ederdi, “Allah’ım, eli sıcak sudan soğuk suya değmesin, oturtup süsleyip püsleyip seyretsinler”. Aslında söylemek istediği, iyi bir yere gelin gitsin, çok iş yaptırıp üzmesinler torunumu, o kadar sevsinler, o kadar el üstünde tutsunlar ki hiç kıyamasınlar. Çünkü o gelinini böyle sevmişti, aynı şeyi benim de yaşamamı arzu etmişti. Duası buydu, yıllarca ben bu duayla büyüdüm ve gerçekten bu dua gerçek oldu şimdi. O zamanlar asla televizyonculuğu düşünerek edilmiş bir dua olmamasına rağmen şimdi süsleyip püsleyip oturtup seyrediyorlar gerçekten. O yüzden şükrüm de bol duam da çok. Hele babaanneme daha da çok. Bu yüzden ‘Doktorum’ programı da bana hayatımı değiştiren çok güzel bir hediye olarak geldi ama pek çok hediye pek çoğumuza geliyor fakat biz o hediyeyi hazır olmadığımız için görmüyoruz, daha kapağını bile açamadan hediye hayatımızdan yok olup gidiyor. 10 sene boyunca İzmir’de hem yerel televizyonda hem TRT’de pek çok program yaptım doğru ve kendimi yetiştirdim, geliştirdim bu da doğru ama bir yerden sonra yükselmek istediğim halde pek bir şey yapamıyorum, İzmir’deyim. İstanbul’a gelmek istiyorum ama cesaret edemiyorum. Bu kadar kolay bir şey değil, İstanbul çok büyük bir şehir ve burada yaşamak bile çok zorken burada çalışmanın hayalini kuruyorum.

 

 

“HAYAT TESADÜFLERLE DOLU AMA ASLINDA HİÇBİR ŞEY TESADÜF DEĞİL”

 

Vesselam, ben ramazan ayında bir gün evde -hiç unutmuyorum o gün çok önemli bir gündü benim için- yine dua ediyorum ve işsizim bu arada. “Allah’ım ne olur bana öyle bir program ver ki çok güzel olsun, çok keyifli olsun, çok bereketli olsun ve çok insana faydam dokunsun ve uzun yıllar devam etsin.” Hatırlıyorum, arkamda da Doktorum programı, yaz programı olarak başlamıştı. 3 doktor sunuyordu ve takip ettiğim ve ne yazık ki çok eleştirdiğim bir programdı. “Ahh bu program ne kadar güzel, şöyle yapılsa, böyle sunulsa, halktan ne kadar uzak şöyle açıklansa” vs. deyip bir sürü şeyine eleştiri getirmiştim. Ben o duayı yaptığım sırada aslında o programı sunacakmışım hem de çok kısa bir süre sonra ve o program 5 sene boyunca benim sunumumla devam edecekmiş. Hayat tesadüflerle dolu ama aslında hiçbir şey tesadüf değil. Bana hayatın hediyelerinden birisidir Doktorum programı. Çünkü güçlü bir şekilde İstanbul’a gelmemi, kendi ayaklarım üzerinde durabilmemi sağlamıştır. Benim mesleğimi yapacak olanlar için bu çok çok önemli bir şeydir. Yani kimseye muhtaç olmadan şehir değiştirip o şehirde ayakta kalabilmek, yaptığınız işte başarılı olabilmek ve insanların sizi kabullenmesi, gerçekten büyük bir hediyeydi benim için. Ve evet mesleki anlamda hayatım Doktorum programıyla değişti.

 

 

“ÇOCUKLARINIZA ÇOK FAZLA YÜKLENMEYİN”

 

Ortaokul ve lise yıllarınızda güzel konuşma, şiir ve kompozisyon yarışmalarında birinci oluyormuşsunuz. Edebiyata merakınız nasıl?

 

Aslında okul yıllarım tam bir faciaydı, ilkokul özellikle. Çünkü sınıfın en tombik, en tembel, en uzun biraz da yaramaz çocuğuydum ben. Pek çok arkadaşım adımı 3. sınıfta tiyatro sahnesine çıkmamla tanımıştır. Orada duyduğum alkışsa, hayatımı değiştirmiştir gerçekten. Sonra kolej yıllarımda kendime olan özgüvenimin de gelmesiyle birlikte sosyal hayatım daha da güncellendi, neşelendi. Yapabildiğiniz şeyi yapma konusunda azminiz daha fazla oluyor. O yüzden çocuklarınıza çok da fazla yüklenmeyin. Bir şeyi yapmak istemiyorlarsa bu yapamadığı için olabilir. Yapabildiğim zaman artık ben de merak sarmıştım artık sosyal konulara. Konuşabiliyordum, insanların karşısında çok güzel ifadelerle okulumu, sınıfımı temsil edebiliyordum. Tabii bunlarda en büyük katkılardan biri de babamdır. Elektroniğe son derece meraklıdır ve devamlı kamerayla peşimdeydi ve ilk konuştuğum kamera onun kamerasıdır. Benim kameranın arkasında gördüğüm kişi hayatımda en çok güvendiğim erkek, babam. O yüzden benim için nedense ekranla buluşmam, konuşmam, muhabbetim belki de bu yüzden bitmiyor. Çünkü ilk kameranın arkasında babam vardı. Sonrasında babaannemi kaybettiğimde ise hep babaannem olduğunu, beni izlediğini düşündüm.

 

 

“DİNLE HAYAT SANA FISILDIYOR”

 

Şundan dolayı soruyorum. 2013 yılında çıkan bir kitabınız var. “Dinle! Hayat Sana Fısıldıyor?” kimlerin hikâyesi var bu kitapta? Sizin bu kitabı yazma kaynağınız neydi?

 

“Dinle Hayat Sana Fısıldıyor” aslında hepimizin hikâyesi. Çünkü hayat hepimize bir şekilde fısıldıyor. Hatta bağırıyor ama biz farkındalığını ne yazık ki göremiyoruz. Fırsatlar, hediyeler önümüzden kaçıp kaçıp gidiyor. Bu bazen eş adayı olabiliyor, bazen iş olabiliyor. Yani pek çok şey bize yakınlaşıyor, geliyor, bağırıyor, fısıldıyor ama kaçıp gidiyor. Bu yüzden Dinle Hayat Sana Fısıldıyor dedim kitabımın adına. Hayat var, evlilikler var, boşanmalar var. Üveylikler var; yani üvey kardeş, üvey anne, üvey baba, ikinci eşler var. Pek çok şeyi gördüğüm, duyduğum, bildiğim kadarıyla yazmaya çalıştım. Ben boşanmış bir ailenin çocuğuyum çünkü ve karışık bir ailem var. Annemle babamın tek çocuğuyum. Babamdan bir kız kardeşim, annemden üç oğlan kardeşim var. Yani biz büyük ve neşeli bir aileyiz. Ama bu ailenin içinde gördüğüm ve çevremde gözlemlediğim ve dillendirmek istediğim pek çok şey var ve kitapta da bunları yazmak istedim.

 

 

“HEPİMİZ BİR ENGELLİ ADAYIYIZ ASLINDA”

 

Ayrıca bir de engelli bir yazara bir katkınız olmuş. O neydi?

 

Dünya iyisi bir dostum Onur Ustaoğlu. Bolu’da yaşıyor ve yazıyor. Yazılarını da bir gazetede keyifle dile getiriyor. Onun bir kitabı vardı ve destek olmamı istedi. Zevkle yapmaya çalıştım bunu. “Hey! Biz de Buradayız”dı kitabının adı. Hala da yazılarına destek olmaya çalışıyorum. Son derece zeki birisi. Ve engellilik başka bir şey, hepimiz bir engelli adayıyız aslında. Asıl engel fikirlerde, görüşlerde, yapamadıklarımızda. Oysa o tekerlekli sandalyede olmasına rağmen benim akıl danıştığım insanlardan biridir. “Onur, sence böyle mi yapsam ne dersin?” deyip son derece zeki cevaplar almışımdır kendisinden. Yani engel sizin neyi göremediğinizle, neyi yapamadığınızla ilgili. Bu sadece fiziksel bir şeylerden kaynaklanmıyor. Bunu bana en net gösteren kişilerdendir Onur Ustaoğlu.

 

 

“YAŞAMIN İÇİNDE NE VARSA PROGRAMDA O VAR”

 

Birçok gündüz kuşağı kadın programı var. Zahide’yle Yetiş’i diğerlerinden ayıran farklar neler?

 

Zahide Yetiş’le programı bu sene 4. sezonuna başlayacak şükürler olsun. Benim için çok önemli bir program. Çünkü bir insana verilebilecek en büyük lütuf, ona ismiyle program sundurmak. Bu muhteşem bir şey. Yani program sizin için var gibi. Siz ne istiyorsanız, ne görüyorsanız, hayatı nasıl algılıyorsanız öyle yorumluyorsunuz. Doğru algılamaya, iyilik etmeye çalışıyoruz. Sağlık, bizim en aciz olduğumuz konulardan birisi ne yazık ki. Sağlık tandaslı bir program yapmak benim için çok önemli ve özel. 10 senedir sağlık içerikli program yapıyoruz. İnsanların, çok şey öğrendim, dediği bir program. Hayat hikâyeleri de var içinde elbette. Yaptığımız hatalar da var. Bedenimize yaptığımız yanlışlar da var. Ruhumuza yaptığımız problemli davranışlar da var. Yani yaşamın içinde ne varsa bizim programda o var.

 

 

“BEN OLDUM DEMEK HAVAYA GİRMEK DEMEK”

 

Peki, farklı konseptlerde birçok program sundunuz. Yarışma, eğlence, teknoloji, sağlık. Tüm bunlardan sonra “Ben oldum” dediniz mi?

 

Asla ben oldum demedim. İnşallah ben olurum diyorum her zaman. Oldum dediğiniz anda aslında olmayışınızın resmidir. Ben oldum demek aslında çalışmayı bırakmak demek. Tabiri caizse kendi kendine havaya girmek demek. Asla kabul edilebilir bir şey değil bizim meslek için. Hala ders çalışırım, o günkü konuğuma çalışırım, aklıma pek çok soru gelir. Meraklı birisiyim zaten, herhangi bir konuda, durumda insanların ne öğrenmek istediğini ben onlardan önce bilmeliyim, doğru soruyu sormalıyım diye düşünürüm. Farkında olmadan bu içten gelen bir hale dönüşüyor sonrasında.

 

 

“CANLI YAYIN YAPMAK MÜTHİŞ KEYİF”

 

Düğün Dernek 2’de doktor rolünde oynadınız. Nasıl oldu? Var mı tekrar böyle oyunculuk projeleri?

 

Beşiktaş Kültür Merkezi’nin çok güzel, keyifli bir projesiydi. İlkini kahkahalar içinde seyretmiştim. İkincisinde de çok büyük bir usta Rasim Öztekin’le karşılıklı oynama fırsatım daha doğrusu şansım oldu. O zamanlar tabii Doktorum programıyla ünlendiğim için doktor rolü üzerimde kaldı herhalde. Çok da güzel dönüşler aldım. Sonrasında pek çok kişi oyunculuğu düşünüp düşünmediğimi sordu. Benim işim değil ama büyük bir zevk. Fakat canlı yayın yapmak müthiş bir keyif. Oysa sinemada üç dakika, beş dakika için günlerce çekim yapılıyor. Canlı yayın yapmak bana daha kolay geldi. Tekrar iyi bir şey olursa konuk oyuncu olarak zevkle yapabilirim diye düşünüyorum.

 

Sizce başarının sırrı nedir?

 

Çok çalışmak, sabırlı davranmak, yeniliklere açık olmak, her zaman birilerinden bir şeyler öğrenebileceğimizi unutmamak, kimseyi küçük görmemek, her zaman azimle defalarca denemek ve her başarısızlığı başarıya giden yol olarak görüp deneyimleyip devam etmek, asla vazgeçmemek, kendin olmak, kendini iyi yetiştirmek, iyi insanları örnek almak, sanıyorum başarının sırrı hepsi.

 

İzleyiciler, özellikle kadın izleyiciler sizi çok seviyor. Sizi kendilerine bukadar yakın görmelerinin nedeni nedir?

 

Sağ olsunlar. Ne mutlu böyle düşünülüyor ve hissediliyorsa. Ben, asıl reytingi ölçüm cihazlarında değil –ki Allah’a şükür onlar da gayet iyi- dışarıda görüyorum. Çünkü sokakta buluştuğumuz zaman izleyiciyle, iletişime geçtiğimiz zaman ki sarılmaları, gözümün içine bakmaları, kızım demeleri, sırtımı sıvazlamaları, işte gerçek sevgi bu. Programı kaçırmadan izlediklerine şahit olmak beni son derece heyecanlandırıyor. Elinde hastalığıyla ilgili pek çok belgeyle gelen izleyicimiz, yanımızda doktor olduğu halde belgeleri bana gösterip bana soru soruyor. Ben de doktoru burada ona sorun diyorum. Hayır Zahide hanım, siz anlayın önce siz anlatın, ben anlatamıyorum doktoruma, diyor. Buna aracı olmak muhteşem bir şeymiş. Ben konuklarıma sorularımı canlı yayında sorarım. Beni tedirgin eden bir şey varsa onu daha fazla sorarım. Hiçbir şeyi izleyicimden saklamadan onlarla paylaşırım. Belki o yüzden seviyorlar, güveniyorlar. Benim içim almazsa, ben güvenmezsem bunu da net ifade ediyorum. Çünkü kimseye borcum harcım yok. Kimseyle bir yakınlığım yok. Benim için asıl olan izleyicimdir. Aramızda bir güven duygusu var.

 

Cem Arısoy ile mutlu bir evliliğiniz var maşallah.

 

Teşekkür ediyorum. Şükürler olsun.

 

 

“ÂŞIKKEN EVLENMEYİN”

 

Ancak “Kimse âşıkken evlenmesin” diye bir açıklamanız oldu. Neden?

 

Çünkü aşk, geçici görme bozukluğu yapan aslında insanı kör eden bir şey. Siz karşınızdaki insanın sizi gerçekten ne kadar algıladığını, sevdiğini, ne kadar bağlı olduğunu, birlikte olduğunuzda problemleri, aşamayacağınız sıkıntıları ya da olası dertleri göremiyorsunuz. Aşk, gözünüzü kör ediyor. Âşık olun, aşk şahane bir şey ama âşıkken evlenmeyin. Çünkü evlilik son derece ciddi bir şey. Artık sevgiden çıkıyor, kurumsal bambaşka bir hale dönüşüyor. İşin içine aileler giriyor, aynı evi, aynı parayı paylaşmak giriyor. Bakın babamın bir lafı vardır, kitabımda da yazmıştım. “Aynı cüzdanı, aynı yastığı ve aynı anahtarı paylaşmadan evlilik evlilik değildir.” Doğru, bu üçü paylaşılmıyorsa bu evlilik değil. O yüzden ciddi bir işe kalkışmadan önce sevginizi sınamanız lazım. Âşıkken bunu yapamıyorsunuz. Aşk bitsin, eğer sevgiye dönerse, o kalp atışı bitip de özlem haline gelirse ve mantıklı olarak düşündüğünüzde “Evet, bu benim için doğru insan” dediğinizde evlenin.

 

 

“ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKİ CENNETİ EVLATMIŞ”

 

Evliliğinizi daha da güzelleştiren çok istediğiniz ve hasretle beklediğiniz bebeğiniz Aras’tan sonra hayatınızda ve hayata bakışınızda neler değişti?

 

O kadar çok şey değişti ki. Benim kabul edilmiş duam Aras. Yıllarca pek çok şey için dua ettim ama Tanrı’nın beni sınadığı bir duruma dönüştü Aras’ın gelişi. Çünkü çok güçlü bir program yapıyorum, pek çok doktorum var, pek çok hastanem var. Çok kaliteli ve iyi doktorlar bebek sahibi olabilmem için çok uğraştılar. Hepsine yürekten teşekkür ediyorum. Fakat olmayınca da olmuyor dedirten bir süreç yaşadım ben. Allah nihayet dualarımı kabul etti, Aras geldi. Şimdi şükrüm de duam da çok. Aras’la beraber hayatım olumlu yönde bir hayli değişti. Size bu kadar yakın, bu kadar özel bir varlık olacağını düşünmezdim. Bunu, ne anne baba ne koca ne başka bir şey tutuyor. Onun başına gelebilecek negatif olan her şeyi kendinize, bütün olumlu duyguları ona istiyorsunuz. Yani Allah’ın yeryüzündeki cenneti, cennet kokusu evlatmış. Şimdi de duam; Allah’ım evlat acısıyla sınamasın. İsteyen herkese hayırlı evlat nasip etsin. Yine de kimseye, evlada bile muhtaç etmesin.

 

Aras’tan sonra yeni sezonda programa devam edecek misiniz? Başka ne gibi projeleriniz var? Mesela yeni bir kitap var mı ufukta?

 

Yeni bir roman var aslında ufukta. Ama roman kahramanları geldi, hayatıma girdi, bir hayli yazdım sonra durdum. Yarım kalmış bir romanım var inşallah onu tamamlamak istiyorum. Çocuklarla ilgili bir kitap düşünmeye başladım, çünkü hamilelik dönemimde ve sonrasında çok çocuk kitabı okudum. Onun dışında yeni sezonda inşallah Eylül ayında tekrar izleyicimizle buluşacağız. Ekranı, izleyicimizi, onlarla sohbet etmeyi, tekrar göz göze, kalp kalbe olabilmeyi bir hayli özledim.

 

 

“SİZ İYİ OLUN, İYİLİK GELİR SİZİ BULUR”

 

Gençlere, özellikle kadınlara, annelere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

 

Aslında insanlara naçizane tavsiyelerim olabilir. Siz iyi olun, iyilik sizi gelip buluyor bir şekilde. Fitne fesattan ve böyle insanlardan sakının. Hazzı ertelemeyi bilin. Bu ne demek? Bu çok önemli bir başarı göstergesi. Biz bunu küçük çocuklara bir deney olarak yaptık. Önlerine sevdikleri bir yiyeceği koyduk, eğer 10 dakika dayanabilirlerse ona dokunmadan, ondan bir tane daha verebileceğimizi söyledik. Bazıları dayanabildi, bazıları dayanamadı, yedi. Dayanabilenler aslında çok sevdikleri bir şeyle sınandılar, beklemeyi bildiler ve sonra iki tane oldu o şeyden önlerinde. İşte hayat böyle bir şey. Sizi bir şekilde sınıyor.

 

 

“EN BÜYÜK MUTLULUK KAYNAĞI İNSANIN İÇİNDE”

 

Başarılı ve hayatta mutlu olabilmek için hayatta bu sınanmalardan başarılı bir şekilde geçmek lazım. Bir başkasının mutsuzluğundan mutlu olmamak lazım. Dedikodu yapmamak lazım. Hayvanları sevebilmek lazım. En büyük mutluluk kaynağı elbette insanın içinde. Sonra ailesinde. O yüzden doğru insanla evlenebilmek bu hayatta en büyük güzellik. Herkesin başka başka sınanmaları var. Yanılmamak lazım, çok zenginler çok mutlu değiller. Çok şey yaşayanlar size çok şey öğretebilirler. İnsanlar asla giydikleri ile değerlendirilmemeli; yaşadıklarıyla değerlendirilmeli. İnsanların size verebileceği pek çok şeyi olduklarını unutmadan dinlemeyi bilmelisiniz.

 

Daha pek çok şey var elbette ama ilk aklıma gelenler bunlar. Bu arada size ve derginize çok teşekkür ederim. Beni tekrar okurlarla buluşturduğunuz için, güzel ve anlamlı sorularınız için ve kendimi ifade edebilme şansını bir kez daha bana verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Herkese dileğim; gözünüze yaş, ayağınıza taş değmesin.

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı