Ev kadınlarının femme fatale olma merakı

Merjam Yazar: Merjam 5 Kasım 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Yaşlanmaktan kaçınmak ve genç kalmak için her çareye başvurmak son zamanların modası. Hemen hemen herkes görünüşünü otuzlu yaşlarda sabitlemeye çalışıyor. Yaşlananlar gençleşmek için, gençler ise güzelleşmek için sürekli operasyonlar geçiriyorlar.

Ev kadınlarının femme fatale olma merakı

 

Çocuklarına ve eşine kendisini adayan, saçını süpürge eden kadın imajı eskilerde kaldı. Ev hanımları artık gündelik hayatımızın figüranları olmakla yetinmek istemiyorlar. İçsel boşluklarını doldurmak yerine dışlanmışlık ve çirkinlik hissine kapılmış, kendine yeni müsekkinler arayan kadınların korkulu rüyası derbeder görünmek ve yaşlanmak. Zaten estetik endüstrisiler, her köşe başında o boşluğu doldurmak için ellerini ovuşturarak beklemekte.

 

Her gün onlarca kadın, başka insanların kendilerine karşı tutumlarını değiştirmek istemenin çaresizliği sonucu bu tuzağa düşüyor. Ev hanımları, baygın gözleri ve buğulu sesleri olmasa da Lauren Bacall, Fahriye Evcen, Tuba Büyüküstün ya da en azından Adriana Lima olmak istiyorlar. Bu, onların modern zamanların illeti olarak eşlerine, dostlarına karşı, “Kentli” ve de “Görünür” olmalarını sağlayan tek şey.

 

Akşama kadar televizyonlarda simülasyon görünümlü kadınları ve hologram bir varlık gibi görünen dizi karakterlerini android değil de gerçek zanneden çaresiz ev hanımı, bu girdabın içine kolayca giriverdi. Hepsinin de kendine göre geçerli bir bahanesi var.

 

 

Bizi Yıkan Güzellik Hevesi

 

Doğum sonrası bebeğine hediye gelen altınları bozdurarak karnını gerdiren bir arkadaştan sonra hiçbir şeye şaşırmamaya karar vermiştim. Fakat hayat insanı daima şaşırtıyordu. Güzellik uygulamalarına zaman kaybetmeden başlayabilmek için bebeğini sütten kesen kadınlar, bizlere analık duygusunu geri planda bırakan “Güzel olma” içgüdüsü ile sosyolojik bir değişimin ipuçlarını veriyor.

 

Yaşlıların ve standart kabul edilecek şekilde ölçülere sahip olmayanların haber sunmadığı, fuarlarda mankenlik yapmadığı, görünür olan işlerde vazifelendirilmediği dünyamızda, çirkin görünmeyi ve yaşlanmayı kimselerin istememesine şaşırmamak lazım. Yaşlanmaktan kaçınmak ve genç kalmak için her çareye başvurmak son zamanların modası. Hemen hemen herkes görünüşünü otuzlu yaşlarda sabitlemeye çalışıyor. Yaşlananlar gençleşmek için, gençler ise güzelleşmek için sürekli operasyonlar geçiriyorlar. Popülerliğin ve medyanın dayatmaları sayesinde tecrübenin bedenimizde ve yüzümüzde bıraktığı izlerin bizi mahvettiğine inanmaya başladık. Oysa bizi yıkan sonsuz güzellik ve gençlik hevesi taşıyor olmamız. Zuhal Hanım’ı eşi ile ilk gördüğümde yaş farkı olmamasına rağmen karşılaştığım çelişkiye şaşırmıştım. Eşi olarak tanıştırdığı kişi daha çok babası gibi duruyordu. En fazla yaşıtım olabileceğini düşündüğüm kadının atmışlarına merdiven dayamış olması inanılır şey değildi. Yaşını sonradan öğrendiğim kurs arkadaşımın görünüşüne ilk karşılaştığımızda hayret etmiştim. O zamanlar botoks nedir bilmeyen zavallı ağzımın uzun süre açık kaldığını hatırlıyorum.

 

Erkeklerin kadınlara nazaran ezici biyiolojik avantajlarına her fırsatta içerleyen biri olarak aslında çok da memnun olmuştum. Karşı cinse karşı aleyhimize işleyen zaman nasıl olmuştu da bir tanemize insaflı davranmıştı? Zuhal Hanım’ın zamanın acımasız büklümlerinden böylesine güzel ve de sağ çıkmasının nedeni, migren atakları nedeniyle yüzünün belli bölgelerine yapılmış botokslar olamazdı. Onu tanıdıkça güzellik uğruna bıçak altına yatmaktan çekinmediğini öğrenecektim. Bunun yanında cildine düzenli bakım yaptırdığını, disiplin içerisinde gece gündüz kremleri kullandığını öğrendim. İlk kez ondan duyduğum ağızdan alınan hyaluronik asit tabletleri de gençliğin ve güzelliğinin tuzu biberi olmuşlardı. Birkaç kalıcı makyaj uygulaması, ifadesine genç kız havası vermişti. Alternatif uygulamaların listesi de Zuhal Hanım’ın gündeminde idi. Şakaklarına sülük koydurmalar ve belli bölgelerine yaptırdığı hacamatlar, yaşından çok daha genç gözükmesinin nedenleri arasındaydı. Güzel ve genç görünmenin kendisine ve migren ataklarına çok iyi geldiğini ondan defalarca duyduğumu söyleyebilirim.

 

 

Altın Günü Yerine Estetik Günü

 

Zuhal Hanım’ın enteresan davetine üzülsem mi sevinsem mi bilememiştim. İki yıl evvel Bakırköy’de bir kafede önceden tanıdığı birkaç arkadaşıyla gün düzenleyeceklerini söylemişti. Dolar üzerinden yardımlaşacakları buluşmaları ayda bir yapmayı planlıyorlardı. Ne kadar kalabalık olursak ele geçen para da o kadar işlevsel olacak demişti. Hanımlarla buluşacakları kafe, estetik operasyonlar yapan hatırlı bir hastanenin üst katındaydı. Zaten toplanma nedenleri, altın gününün son moda hâliyle “Estetik günü” olacaktı. Toplanan paralarla o ayın talihlisi olan hanım, beğenmediği bir yerini güzelleştirebilme şansını yakalayacaktı. Üstelik ikramlar hastanenin organizasyonu olacaktı. Zaten masada alışıldığı gibi kalorili yiyecekler, börekler, pastalar yerine kurutulmuş meyveler, yulaflı barlar, tatlandırıcılarla hazırlanmış atıştırmalıklar olacaktı. Bir araya gelme hadisesi en çok hastaneye yarayacağından, onlar da kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyeceklerdi.

 

Çok özel ve kendi aralarında gizli olan bu buluşmaya davet alacak kadar samimi bulunduğuma sevinmeli miydim? Yoksa Zuhal Hanım’ın dikkatini hangi kusurlarım çekti ki acaba diye üzülmeli miydim? Çok geçmeden okeye dördüncü, beşinci, altıncı kişilerin arandığını anlayacaktım. Maksat parasal komün birlikteliği oluşturmaktı. Benden de bu komünün sadece bir parçası olmamı istiyordu. Sanırım iyi ve ilgili bir dinleyici olduğum için muhatabım tarafından bu konulara benim de merakım olduğu zannedilmişti.

 

 

Kulaklarım Kepçe Feryadı

 

İnsan insanın zehrini alır düşüncesiyle komşuluk, arkadaşlık en önem verdiğimiz duygulardan. Fakat modern binaların kâğıttan duvarları, komşuluk kaderini paylaştığımız insanların esrarını kısa zaman içinde çözmemize imkân veriyor.

 

Çapraz dairede oturan komşumun evinde okul dönüşü kopan vaveylayı birkaç gün sonra detayıyla bilmem mümkün olacaktı. Kapıya evindeki bir eksik bahanesiyle gelen komşum, “Geçenlerde çok gürültü yaptık, kusura bakma. Elif çıldırdı. Ne yapsam sakinleştiremedim. ‘Kulaklarım kepçe, bu kulaklardan nefret ediyorum’ diye tutturdu. ‘Derhâl bana estetik cerrahtan randevu alacaksın yoksa bir daha sınıf arkadaşlarımın yüzüne bakamam’ diye ağladı.” diyerek o gürültülü günü özet geçti. Zaten aynı katta bulunan diğer üç hane konuya en ince ayrıntısına kadar vâkıf olmuştuk. Burun ameliyatı için biraz daha bekleyebileceğini haykıran Elif, kulakları için daha fazla beklemeyeceğini bağırarak anlatıyordu. Annesi kavganın yatışması için en son söz vermişti hastaneden gün almaya… Seçkin bir hastanede koordinatörlük yapan tanığımdan rica etmemi istiyordu benden de. Eski vekil olan koordinatör arkadaşımın iyi bir doktor tavsiye etmesi için, konuyu bana açan komşum başlarına gelen sıkıntının altında eziliyordu. “Evladımın psikolojisini kurtarmam gerekiyor. Ne yapayım buna mecburum.” diyordu. Allah başka dert vermesindi.

 

Koordinatör arkadaşa konuyu açar açmaz duyduklarım bu melun sıkıntıyı yaşayan tek ailenin bizimkiler olmadığını gösteriyordu. Maalesef estetik cerrahi de inanılmaz bir kuyruk, sonu gelmeyen bir sıra vardı. Yaşını dolduran kızlardan, mezuniyet resimlerinde hoş bir ifade bırakmak isteyenlerden, kulağını kepçe bulanlardan, burnunu yamuk ve kemikli hisseden gençlerden Elif’e yakında sıra gelecek gibi değildi.

 

 

Güzelleşme Sanrıları

 

Songül Hanım suya girmiyor âdeta kuğu gibi süzülüyordu. Duruşuyla, bakışıyla, endamıyla çok farklı hissettiriyordu. Onda farklı bir aura vardı ve bunu tam olarak kelimelerle tanımlayamıyordum. Güzelliği odak noktası kabul etmiş kurs arkadaşımdan sonra havuzda karşılaştığım bu hanım da estetik dokunuşlara olan önyargılarımı değiştirecekti anlaşılan.

 

Abla kardeş kıvamında iyi anlaşacağımızı düşündüğüm Songül Hanım’la iki kişilik infiared saunada denk gelmiştik nihayet. Onda olan gizemin, çözemediğim bilmecenin çözülmesi zaman alacaktı ama ilk pazıl hayırlısı ile yerleşecekti yerine.“Ya sizde bir şey var. Güzellik; evet, ama sizdeki daha farklı bir şey. Tam adını koyamadığım bir şey.” demiştim. Onca “Şey” dememe rağmen bana katlandığı yetmezmiş gibi büyük bir nezaketle “her kadın kendince güzeldir; fakat bende birkaç küçük dokunuş var…” deyiverdi. Cümlesi bitince de inci gibi implantlarını son moda kompozitlerini, aralars ile güzelleştirdiği dişlerini cömertçe gösteren bir kahkaha patlattı.

 

Başlarda sadece göğüs estetiği yaptırdığını itiraf eden Songül Hanım, bedeni kadar genç olmayan hafızasına yenilerek onunla her görüştüğümüzde yaptırdığı başka bir (!) küçük dokunuşu anlatmıştı. Gerçek hikâye zamanla anlaşılandır. Cesareti karşısında şok olmuştum. Beyaz önlük fobisi olan ben, bütün bu irili ufaklı bu operasyonlara nasıl cesaret ettiğini sormuştum. Yaşadığı acıları sinek ısırığına eş bir bedel olarak değerlendiren Songül Hanım’ın sözleri karşısında yeniden hayrete kapılmıştım. Bu olsa olsa “Güzelleşme sanrısı” olabilirdi.

 

Çektiği acıların gerçek karşılığını kısa sürede unutan Songül Hanım başka bir boyutta yaşıyordu bana göre. Kontürlenmiş kaşlarını kaldırarak, ipek kirpiklerini kırpıştırarak anlattığı güzelleşme trajedileri, ona hem parasal açıdan hem de canının yanması bakımından vız gelmişti. Ya da o yaşadığı nevrozun ve de çokça aldığı anestezinin etkisiyle böyle inanmaya başlamıştı. İnandığı birkaç husus daha vardı. O küçük diye bahsettiği dokunuşları (çok büyük diye küçülttüğü yerlerini, çok zayıf gözüküyor diye yaptırdığı PRP dolgularını, gevşek olduğu için gerdirdiği karın bölgesini, düşük diye kaldırttığı göz kapaklarını) sırt ağrılarını hafifletmek ve onu terk eden eşinin kırgınlığını, zamansız kaybettiği torunun acısını bir parça unutabilmek için yaptırmıştı.

 

 

Her Şey Daha Fazla Oksijen İçin mi?

 

Birileriyle samimi olmak, sıkı bir dostluk kurmak için beş-on sene yetecektir şartlara göre. Dostluğunuzun şahitlik edemediği geçmiş yılları telafi etmek için sizin de eski fotoğraf albümlerinde nostalji avına çıktığınız olmuştur. Asude, ablası ve akranı sayılacak teyzeleri ile neşeli giden dostluk hikâyemizde olduğu gibi. Her şey Asude’nin aile albümünü elime tutuşturmasıyla başlamıştı. Sevdiklerinizin nostaljik zamanlarına ışınlandığınız fotoğraf karelerinde, tanıdıklarınızın daha genç ve alımlı olması gerektiği hâlde bir terslik olduğunu sezdiğiniz oldu mu hiç? Tanıdığıma emin olduğum bu arkadaşlardaki farklılık, onlar söylemese hemen anlaşılacak cinsten değildi. Yıllar kendilerini nasıl da güzelleştirmiş, onlara nasıl da iyi gelmişti. Zaten yıllar bir bana iyi gelmemişti, zaman zaten bir tek bana kötü davranıyordu nedense. Bunları düşündüğüm en çaresiz anımda gerçek kısa sürede gün yüzüne çıktı. Sıra ile geçirilmiş olan burun estetiği operasyonlarının neden olduğu şaşkınlığım çabucak geçmişti. Bu minik operasyonlar, yapılan açıklamalarla daha da masum bir hâl almıştı. Solunumlarında çekmiş oldukları sıkıntıları gidermek, burunlarında et ya da kemik olması durumu sebebiyle ameliyat olduklarını öğrenmiştim. Hazır narkozu yemişken burunlarında bulunan kemerli bölgeyi de düzelttiklerini dinlemiştim. Evet, her şey rahat nefes almak içindi. Her şey daha fazla oksijen içindi.

 

Yapılan bir araştırmada insanların güzel görünmek için değil fotoğraflarda güzel çıkmak için burun operasyonu geçirdiklerini okumuştum. Bu olaydan sonra fotoğraf gerçeğinin hayatımızdaki etkisini kavramam daha kolay olmuştu.

 

 

Yaşlılığı Yük Olarak Görüyoruz

 

Kişisel hayat artık bir mücadele alanı ve mücadeleyi kazanmak için başkalarının onay ve hayranlığını almaya yakıcı bir biçimde ihtiyaç duyuyoruz. Tüm dikkatini güzelleşmeye, genç ve muktedir görünmeye odaklamış, içinde muhasebe duygusu taşıyan kalpler barındırmayan bedenler, bu uğurda statü ya da konuma bakmıyor.

 

Güzellik insanların en temel ontolojik meselelerinden biri elbette. Aklı boşaltıp içine haz dolduran bir yanılsamanın içinde ev hanımları da kendilerine düşen nasibi alıyorlar. Hepimize yaşatılan bu hâllisünasyonu arka planı ile düşünmek zorundayız. İçimizdeki sonsuzluğa ve güzelliğe olan meyli bir endüstri aldatmacasına çeviren kapital zamanları doğru algılamamız lazım. Sabit izleyici olan kadına model ve varılması gereken hedef olarak gösterilen “Sosyete” statüsü, başımıza daha çok işler açacağa benziyor. Rıza ve kabulleniş duygusunu sindirmek, ultra şımarıkların domine ettiği çağda giderek zorlaşıyor. Her şeyin ucunun hazza batırılıp takdim edildiği dünyada estetik uğruna çekilecek acılar da örtünün altında kalıyor. Günlerce, aylarca sürecek nekahet dönemi iyileşme sancıları ve morartılar alıcısına yokmuş gibi gösteriliyor.

 

Bir yandan yaşlılığı, yaşlıları, hayatın akışında bir sekte, bir yük ve bir ayak bağı olarak görmemizi isteyen modern hayat, bizleri bir kaygı topuna dönüştürüyor. Genç olmadığımız, güzel görünmediğimiz anlarda değersizlik ve bir vasıfsızlık hâline bürünüyoruz. İnsan hırsının dünyayı bir emanet değil yağma alanı olanı olarak görmesi de bu değirmene su taşıyor. Sosyologlara göre modern zamanlarda fiziki hoşnutsuzluklarımızı cerrahlarla, manevi rahatsızlıklarımız haplarla giderebileceğimize inandırılıyoruz. Ölümü ise bir gün çaresi bulunabilecek bir hastalık olarak kabul ediyor, yüzleşmekten ve ona yakından bakmaktan korkuyoruz.

 

Rollo May’in değindiği üzere 21. yüzyılın insanının temel sorununun “Boşluk” olduğu gerçeğini, birçok hadise ile ikrar ediyoruz. Uzmanların da gibi işaret ettiği amaçsızlık gaye yokluğu ve modern haz tecrübeleri insanın her fırsatta yolunu kesiyor. Demek ki her çağda bir şekilde zuhur eden çeldirici büyü, bu çağda da kendisini bu zaviyeden gösteriyor. Ve mutluluğa dünyanın ötesinde bir tutamak bulamayan insan evladı, dünyasını bunun peşinde tükenerek ziyan ediyor. Gösteri toplumunun yalnız ve tedirgin insanı içindeki boşluğu, güzel görünerek veya hissederek onardığını düşünüyor. Zahmete, çileye, oluş çabasına yaslanmayan ve aslında bize ait olmayan bedenimizdeki bu değişimler, iyileştirmeye çalıştığı yarayı daha da büyütüyor.

 

Betül ŞATIR – Yazar

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı