Estetik ve Mahremiyetin Herc-ü Merci Klasik Türk Evi

Merjam Yazar: Merjam 24 Temmuz 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Türklerde oda kavramı tarihteki atalarının yaşadığı çadır ile aynı misyonu üstlenir. Nasıl ki çadır tek başına oturma, dinlenme, yemek hazırlama, yemek yeme, ısınma gibi tüm eylemleri karşılayabilecek donatıya sahipse; odalar da olabildiğince düzgün geometrik formlarla bu işlevlerin hepsini birden yerine getirir. Hacer Yeğin yazdı.

Estetik ve Mahremiyetin Herc-ü Merci Klasik Türk Evi

 

İnleyen kâtiplerin yaslandığı cumbalar, her hanede atan yüreklerin yerin altında ve üstünde nihayetsiz titreşimleri, sokağa bakan duvarın üst katında sık kafesli ve yalnızca içerden bakanın görebildiği kim geldi pencereleri… Yağmur damlasının dahi zayi edilmediği ve her katın deposunu dolduran bezden su boruları, gelen misafirin erkek veya kadın olduğunu ses tonlamasıyla haber veren çift halkadan müteşekkil kapı tokmakları. Bütün odaların ve esasında bütün gönüllerin açıldığı, ağırlandığı geniş sofalar, eyvanlar, avlular…

 

Ne denli varsıl bezenirse bezensin zamanın ve mekânın hiç israf edilmediği; hem son derece görkemli hem de son derece mütevazı… Hem tepeden tırnağa eli açık, hem de kapladığı hacim için temkinli ve tutumlu… Hem gereksinimlerin hepsini karşılayacak, herkesi içinde barındıracak kadar engin, hem de kendini göstermekten hayâ eder gibi edepli ve utangaç… Evet, ecdadımız sadece inşa etmiyor, yaşadıkları mekânları ihya ediyor, taşa, toprağa, ahşaba, malzemeye terakki ettiriyor, mayasına sağlam bir ruh-i mücerred katıyorlardı.

 

Dünya siyasi tarihini yönlendiren bü­yük devlet ve imparatorluklar kurarak, günümüze kadar varlıklarını sürdüren ve ilk olarak Asya’nın Çungarya bölgesinde tarih sahnesine atılan Türkler, Anadolu’ya gelinceye kadar yerleşik bir şehirleşme olgusuna sahip değildiler.

 

Geçen yüzyıllar içinde fetih ve iskân faaliyetleriyle kabuk ve ihtiva değiştirerek Anadolu ve kısmen Mezopotamya’da ku­rulan Türk medeniyeti daha sonra yönünü batıya dönerek Doğu Avrupa ve Balkan­lar’da gelişir ve yankılarıyla cihanşümul bir kisve kazanır. İşte burada sözü edi­len Türk evi; Osmanlı İmparatorluğu’nun kapladığı sınırlar içinde Anadolu ve Rumeli’de yerleşmiş, gelişmiş ve 600 yıl tutunmuş, kendi özellikleri ile egemen olmuş bir ev tipidir.

 

Bu geçişin rotasını hem kültürel bir sentez ilişkisi hem de baskın bir Türk kültürünün egemenlik etkileri açısın­dan sanat tarihçilerimizden Aydın Ayan şöyle ifade eder: “Hiç kuşkusuz, at sırtında Anadolu’ya gelen Türkler, fethettikleri topraklarda yepyeni bir Anadolu kültürü ile karşılaşmışlardır. Önceleri fethedilen yerlerde, başta Bizans konutları olmak üzere mevcut evlerden yararlanılmış ol­ması doğaldır. Fakat bir süre sonra Os­manlılar, diğer sanat kollarında olduğu gibi mesken mimarisinde de, getirdikle­riyle Anadolu’da hazır bulduklarını, ken­di inanç, kültür ve estetik unsurlarıyla harmanlayarak Osmanlı Türk Evi dediği­miz konut tipini oluşturmuştur.”

 

Geleceğe uzanan zaman koridoru

 

 

İhtiyaca binaen değişkenlik gösterse de geleneksel Türk evinde esas kat daima tektir. Ve bu esas kat, birkaç katlı evlerde mutlaka en yukarıdaki kattır. Bir yandan güneş ışığı, rüzgârın geçiş yönü, hava sir­külasyonu, manzara gibi fiziki koşulları en iyi şekilde değerlendirmek öte yandan mahremiyet olgusu ile geniş aile olmanın gereklerini gözetmek için düzenlenen ya­şama katı; zeminde daha çok giriş avlusu (hayat), iş evi (bağdami), kiler (mahzen), ambar, samanlık, ahır gibi işlevsel bölüm­lerle tamamlanır. Çoğu evlerde zemin kat ile esas kat arasında bir ara kat vardır ki, kat merdiveninin ara sahanlığından ulaşı­lan bu oda bir asma kat şeklinde olup ısı yalıtımı bakımından yeterli düzey sağlan­dığından kışlık oda olarak kullanılır.

 

Gene­tik mirasın kök saldığı geçmişten geleceğe uzanan zaman koridorunda hafızalara ka­zınan en belirleyici bölüm ise hiç şüphesiz evlerin sofalarıdır. Vücuttaki temiz kanın ana damardan kılcallara dağılıp; geçirdiği evrelerden ve uğradığı merkezlerden sonra tazelenmek üzere tekrar aynı kaynağa dö­külmesi gibi; sofalar da diğer tüm odaların, katların ve birimlerin açıldığı ortak ve haya­ti toplanma alanlarıdır. Divanhane, çardak, sergâh, sayvan, sergi gibi değişik yörelerde farklı isimler alarak son dönem Osmanlı saray, kasır ve köşklerinde ise zengin ahşap oyma işçiliklerle; soyut süslemeler ve alçı tavanlarıyla sofalar bir mimari öge olmak­tan çok; çarpıcı bir kültürel unsura dönüşür.

 

Dünyada başka bir örneği yok

 

Türklerde oda kavramı tarihteki ataları­nın yaşadığı çadır ile aynı misyonu üstlenir. Nasıl ki çadır tek başına oturma, dinlenme, yemek hazırlama, yemek yeme, ısınma gibi tüm eylemleri karşılayabilecek donatıya sa­hipse odalar da olabildiğince düzgün geo­metrik formlarla bu işlevlerin hepsini birden yerine getirir. İçerde kimi zaman yıkanma, abdest alma ve depolama alanlarının da yüklük formunda eklemlendiği çok amaçlı odaların sokak cephesinde ahşap çıkmalar­la ve cumbalarla estetik bir boyut kazandığı­nı görürüz.

 

Dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir yapı sanatı bu öğeyi (cumba) konut mimarisi ile bu kadar mükemmellikte bütünleştire­memiştir. Üzerinde bulunduğu topoğrafya­nın yapısından bağımsız olarak cumbalar evin üst katındaki cephenin olası eksiklerini tamamlarken odalara da klasik kare formu kazandırarak mekândan istifadeyi artırır. So­kak ya da bahçe cephesinde taş konsollarla ya da ahşap latalarla kimi zaman da evin tam bahçe köşesinde taşıyıcı köşe direkleri üzerine oturarak günün her saatinde gün ışığından yararlanma imkânı sağlar. Sokak­la kurduğu ilişki ve taşıdığı incelikli unsur­lar açısından hiç şüphesiz bulunduğu odaya diğer odalardan daha fazla değer kazandırır. Dış cephede payandalı ya da eli böğründe dediğimiz çıkmalarla desteklenirken içerde sedirler, halılar, minderler, yastıklar ve işle­meli örtülerle döşenerek Türklere has özel mekânsal işlevler kazanır.

 

Bağ evlerinde bu çıkmaların altı doldurulmadığı için hava akı­mına açıktır ve sedirlerde oturanlar, serin bir ortamın tadını çıkarırlar. Odalarda ısınma amaçlı ocaklar ve gündelik eşyaların tümü­nün saklandığı ahşap kapaklı dolaplar bulu­nur ve yapısı gereği bunlar mahremiyeti mu­hafaza ederek vitrin benzeri teşhir özelliği taşımazlar. Bazı durumlarda odadan odaya geçen hareketli döner dolap sistemi yemek servisi için evin hanımı ile beyi arasındaki ir­tibatı sağlar ki; bunun da dünyada bir emsali daha yoktur. Safranbolu’daki gibi örnekleri­ne rastladığımız bazı evlerde ise sofaların ya da en büyük odaların ortasında havuz vardır. Suyun sesi yutma özelliğinden ötürü; odanın bir tarafında konuşulanlar diğer tarafında duyulmazdı.

 

Evlerin yapı malzemesi içinde bulun­duğu iklim koşulları ve doğal bitki örtüsüyle ilişkili olarak kerpiç, taş yığma ya da ahşap karkas olarak değişkenlik gösterir. Hangi yapı malzemesiyle yapılmış olursa olsun zemin katlar; orta ve üst katların aksine ge­nellikle dışarıya karşı iyi korunan ve içe dö­nük bir karaktere sahiptirler. Burada hayati unsur olarak; giriş kapıları taşlık ve avluları içindeki işlevsel unsurlarla (eyvan/hayat) iki kanatlı olarak dış dünyaya bağlar.

 

Giriş bölümü güvenlik açısından evin en zayıf noktası olduğu için kapı kasası ve kanatları iç tarafında yatay ve kalın ahşap kuşaklarla takviye edilerek, dış tarafta ise dövme demir perçin çivilerle bir kale kapısı görünümü kazanır. Avlu ve bahçe kapıları ile evin diğer bölümlerine bağlanan iç ka­pılar ev sahibinin maddi varlığına ve sosyal statüsüne bağlı olarak aynalı, oymalı ya da renkli camlar ve vitraylarla göz alıcı bir for­ma bürünebilir.

 

“İç kapılar odanın içini bir­denbire görebilecek şekilde açılmaz. Önü­nüzde ya yaşmak duvarı vardır ya da önce bir dolabın içine ya da ikinci bir açıklıktan odaya girersiniz. Böylece kapının açılma sesi ile girenin odanın içini görebileceği ana kadar içerdekiler toparlanırdı.” (Cengiz Bektaş, Türk Evi)

 

 

Kapı tokmaklarının anlamları

 

Dış kapılardaki en dikkat çekici bölüm ise Anadolu’daki el sanatlarının dövme de­mir, tunç ya da çeşitli madeni alaşımlarla neşvünema bulduğu kapı tokmaklarıdır. Gelen misafirin kadın, erkek ya da çocuk oluşuna göre farklı nitelikler üstlenen tok­maklar yoluyla dış kapılar görkemli ve hey­betli olmanın yanı sıra, ev sahibinin müşfik yüzünü de temsil ederler.

 

Klasik Türk evlerinde meyilli alaturka kiremit örtülü ve düz toprak damlı olmak üzere iki tip çatı olduğunu görürüz. Arka ve yan cephelerde beşik çatılar üçgen alınlık­larla kapatılmamış; üstlerinde meyve/sebze kurutmaya imkân sağlanmıştır. Orta Anado­lu’daki formlarda çatılarda çıkış delikleri açık bırakılarak “Leyleklik” adını alır. Böylece ev; içinde yaşayan ahaliyle birlikte cemadat, ne­batat ve hayvanata da bir anlamda ev sahipli­ği yapmış olur.

 

Öte yandan yapı avlusuyla ve cepheleriyle; döşeme kurgusu ve tavan bezemeleriyle, sağır duvarları ya da dış dünyaya açılan söveli, pervazlı pencereleriyle zemin­den çatıya kendi içinde bir bütündür. Yatay ve düşey unsurları, boşlukları ve dolulukları ile genel kitle tasarımı her bir eve plastik bir de­ğer, anıtsal bir özellik kazandırır. Soylu ama tepeden bakmayan; muhteşem ama insanı ezmeyen, büyük ama ürkütmeyen bir ince­lik ve imtidat ile…

 

Ez cümle; gelenek küllere tapmak değil, yanan harlı ateşi korumaktır. Üzerinde oturduğumuz medeniyeti korumak da onu tanıyıp tanımlamakla; rahmetli Turgut Cansever’in dediği gibi şehirleri imar ederken nesli ihya etmekle mümkün olacaktır. Çünkü ihmal ettiğimiz nesil imar ettiğimiz şehirleri tahrip ederken biz taşa kimlik kazandıran o ruhu da tamamen kaybetmiş oluruz. Umulur ki; inancın bir parçası olan ahlakı ve o ahlakın bir parçası olan estetiği yeniden yakalarız.

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio