En yüce mutluluk (es-Sa’âdetü’l-Kusvâ)

Merjam Yazar: Merjam 26 Ağustos 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

İslâm ahlak filozoflarına göre “İyi”nin ne olduğunu insanın kendisi belirler. Daha sonra da belirlemiş olduğu iyiye ulaşabilmek için ne gibi araç ve değerlere ihtiyacı olduğunu araştırır ve o doğrultuda fiillerini gerçekleştirir.

En yüce mutluluk (es-Sa’âdetü’l-Kusvâ)

 

Düşünce tarihinde ahlak felsefesinin en önemli kavramlarından biri mutluluktur. Tarihin hemen her döneminde “Mutluluk nedir?” sorusu bir şekilde insanların zihnini meşgul etmiştir. Düşünce tarihinde mutluluk genellikle, “En yüce gaye”, “En yüksek iyi”, “En yüce mutluluk”, “Nihai yetkinlik” şeklinde ifade edilmiştir. Arapçada mutluluk Es-sa’âde kelimesiyle karşılık bulur. Bu kavramın zıttı ise Eş-şekâve’dir (mutsuzluk). Sözlüklerde mutluluk, “İyi ve hayırlı olana ulaşma, Allah’ın kişiye bereket ihsan etmesi, onu mutlu kılması” şeklinde tanımlanmaktadır.

 

Burada “İyi” ile “Mutluluk” arasında bir tür ilişki olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda şu soruyu sorabiliriz: İyi/hayr nedir?

 

İslâm ahlak filozoflarına göre “İyi”nin ne olduğunu insanın kendisi belirler. Daha sonra da belirlemiş olduğu iyiye ulaşabilmek için ne gibi araç ve değerlere ihtiyacı olduğunu araştırır ve o doğrultuda fiillerini gerçekleştirir. Esasında burada insanın “İyi”yi belirlemesi fiillerini harekete geçiren bir başlangıçtır. Buna İslâm filozofları “Mebde’/ilke” adını vermişlerdir. İnsanın “İyi”ye yönelmesi ve o doğrultuda fiilini gerçekleştirmesi de “Gayedir (erek/amaç). Dolayısıyla “İyi nedir?” sorusu beraberinde “Doğru fiil nedir?” sorusunu araştırmayı gerektirir.

 

İslâm ahlak düşüncesi gayecidir (teleolojik/eudaimonist). Başka bir ifadeyle İslâm ahlak düşüncesinde gaye/erek/amaç, “En yüce iyi”ye ulaşmaktadır. “En yüce iyi” ise bazı insanlar için doğa ile uyumlu yaşama, bazıları için kendi kendine yeterli olma, bazıları için sahip maddi imkânlarla mutlu olma, bazıları için acıdan kaçma ve olabildiğince haz alma, bazı insanlar için de kendini Allah’a adama şeklinde farklı şeyler olabilir. Şu bir gerçektir ki herkes için “En yüce iyi” farklı olmakla birlikte, bütün hepsinde ortak olan şey, bir “En yüce iyi”nin var olduğu inancıdır. İnsanda var olan bu inancın temelinde de en yüce ve en değerli olan şeye ulaşmak için çaba harcaması gerektiği dürtüsü bulunmaktadır.

 

 

Yüce Mutluluk Son Gaye

 

 

Düşünce tarihine baktığımızda Platon iyiyi “Erdem” olarak tanımlar. Esasında ona göre iyi, bilgidir, kötü ise bilgisizliktir. Aristoteles ise “İyi” ile “Gaye” arasında bir ilişki kurarak iyiyi, “Her şeyin arzuladığı şey” olarak tanımlar. Gerçekte Aristoteles’in “İyi” tanımında “İyi” ile “sevgi” arasında bir ilişki kurduğu gözlemlenmektedir ki bu Platon’un Şölen adlı eserindeki “iyi olanı ve mutluluk vereni sevmek/arzulamak”  şeklindeki sevgi tanımı ile de uyumludur. Esasen Aristoteles’e göre bir “iyi”, bir de “Mutlak iyi” vardır. “Mutlak iyi”, sadece kendisi için, “İyi” ise “Mutlak iyi”ye ulaştırdığı için sevilir/arzulanır ve tercih edilir.

 

İslâm ahlak filozofları ise “En yüce iyi”yi, “en yüce mutluluk (es-sa’âdetü’l-kusvâ)” ve “Gerçek mutluluk (es-sa’âdetü’l-hakikiyye)”şeklinde ifade etmektedirler. Dolayısıyla İslâm ahlak filozoflarına göre en yüce mutluluk ulaşılmak istenilen son gayedir. İslâm filozofları, mesela, Fârâbî “En yüce mutluluk”u, “Her insanın ulaşmak istediği bir gaye”, “İnsan nefsinin, varlığını sürdürmede herhangi bir maddeye ihtiyaç duymayacağı bir varlık yetkinliğine ulaşması” şeklinde tanımlar. Fârâbî’nin bu tanımındaki mutluluk ile insanın ahirette kazanacağı mutluluk kastedilmektedir. Burada sormamız gereken önemli soru ise insanın ahirette mutluluğu nasıl kazabileceğidir?

 

Fârâbî, insanın fikre ve bedene dayalı iradi fiilleri ile bu mutluluğu kazanabileceğini söyler. Ancak filozof bazı iradî fiillerin insanın mutluluğu elde etmesine engel olduğunu da ifade eder. Çünkü İbn Sina’nın da söylediği gibi, insanın temel gayesi olan “Hakiki mutluluk”a ulaşabilmesi, hissî ve maddi hazlarla değil, fikrî hazlarla mümkündür. Burada insan için önem kazanan durum, dünyada ahlâkî yetkinliği (el-kemâlü’l-aksâ) kazanmasıdır. İnsan için “Yetkin (kemâl)” olma ise İslâm filozoflarına göre, mesela, İbn Sînâ’ya göre, iki şekildedir. Biri ilk yetkinliktir (el-kemâlü’l-evvel) ki bu bir varlığın tür olarak var olmasıdır. Mesela, kılıcın şekil olarak var olmasıdır. Diğeri ise ikinci yetkinliktir (el-kemâlü’s-sânî) ki bu da türe ait fiilin gerçekleştirilmesidir. Örneğin, kılıcın kesme özelliğine sahip olmasıdır. İnsan için ise canlı bir varlık olarak var olması ilk yetkinlik, ahlaki fiillerini gerçekleştirmesi de ikinci yetkinliktir. Dolayısıyla yetkinlik, insan için kendi varlığına özgü gerçek mutluluğa ulaşmasının anlamı olmaktadır. İslâm filozoflarının ifade ettiği gibi, değerli ve değersiz her varlığın kendine özgü bir niteliği vardır. İnsanın kendine özgü niteliği de diğer bütün varlıklardan farklı olarak sahip olduğu “Akıl gücü”nde (en-nefsü’n-nâtıkâ) ortaya çıkmaktadır. Çünkü insanın aklıyla bilgisini elde edip, kendisinin belirlemiş olduğu “İyi”, aynı zamanda onun hayatını nasıl yaşayacağı hususunda da belirleyici rol oynamaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık (fî ehseni takvîm)” mealindeki ayette insanın diğer varlıklardan farklı özelliğine işaret edilmiştir.

 

 

Mutlak İyi

 

 

İnsan, yetkinliği (kemal) elde edebilecek donanımda yaratılmıştır. İnsanın sahip olduğu akıl ve irade ise ona kendi sonunu (mutluluk veya mutsuzluk) belirleme hakkı vermektedir. Elbette ideal olan, insanın iradî fiillerle (bilgi, iyi ahlak) ahlaki yetkinliği kazanması ve “En yüce mutluluk”a ulaşmasıdır. Peki, “Ahlak ve ahlaki yetkinliğin nedir?” şeklinde bir soru soracak olursak, ahlakın İslâm filozofları tarafından “İnsanın düşünüp taşınmaksızın kendisiyle fiillerini ortaya koyduğu nefsin bir hâli” şeklinde tanımlandığını görmekteyiz. Bu tanımdaki “Hâl/durum” ifadesi ise biri mizacın aslından olan nefsin tabii hâli; diğeri de alışkanlık ve eğitimle kazanılan ahlak olmak üzere iki anlama gelmektedir. Dolayısıyla insanın fiilleri önce irade ile meydana gelir sonra alışkanlık ve huy hâline dönüşür.

 

İslâm filozoflarına göre insan, akli, gadabi (öfke) ve şehvani (arzu) şeklinde üç güce sahiptir. Buna göre insanın akli gücü, doğruya, ilme, öğretime, anlayışa, ezberlemeye ve güzel şeylere arzu duyarken, gadabi gücü gözü peklik, öfke, üstün gelme, yönetici olma, övgü ve şerefi arzular. Şehvani gücü ise yeme-içme ve nefsani arzulara istek duyar. İnsanın sahip olduğu bu üç gücün itidal noktada olması ona hikmet, şecaat, iffet erdemleri ile birlikte adalet erdemini kazandırır. İnsanın aklî gücünün hikmet erdemini kazanması, aynı zamanda diğer gadabi ve şehvani gücünü de itidal noktada tutmasına vasıta olur. Zira insan ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. İbn Sina’nın Nâs Suresi tefsirinde ifade ettiği gibi, Allah’ın insana bahşettiği ilk nimeti harikulade bir bedendir. Daha sonra “Akıl” nimeti ihsan etmiş ve bedenin kontrolünü de “Akıl”a vermiştir. Bu sebeple insan, her daim yüce âleme ve Allah’a yönelir, O’na yakınlaşmak ister. Ancak Gazzâlî’nin İhyâuulûmi’d-dîn’de söylediği gibi, insan yüce/metafizik âlemin hakikatini elde etmeye yönelmeyip, sadece bedeni hazlar ile meşgul olursa bir süre sonra akıl yetisi kendi fonksiyonunu gerçekleştiremez hâle gelir. Bunun neticesinde de insanın “En güzel biçimde yaratılmış” bir varlık olarak sahip olduğu değerler kaybolur. Dolayısıyla insan, zikredilen bu erdemlere sahip olma durumuna göre “İyi/erdemli insan” şeklinde tanımlanır. Şayet bu erdemlere değil de, erdemlerin zıttı reziletlere sahip olursa bu durumda da “kötü ahlaklı” şeklinde tanımlanır.

 

En yüce mutluluğun sırf kendisi için istenilen iyi olduğunu vurgulayan İslâm filozoflarına göre iyi, asla ve hiçbir zaman başka bir şeyi elde etmenin aracı olarak istenmez ve onun ötesinde insanın elde edebileceği ondan daha yüce başka bir şey yoktur. İnsanın mutluluğu kazanabileceği iradi fiiller de güzel/iyi olan fiillerdir. Bu fiiller ise ancak erdemlerden ortaya çıkar. İnsanda var olan bu güzel ve erdemli fiiller ise kendi özü bakımından değil, sonucunda mutluluğa ulaştırması bakımından iyidir. İnsanın nihai mutluluğu elde etmesine engel olan iradi fiiller ise kötü/çirkin fiillerdir. Dolayısıyla insan dünya hayatında ya ahlaki yetkinliğini (el-kemâlü’l-aksâ) kazanıp “En yüce mutluluk”a ulaşacak ya da geçici/maddi hazlarla meşgul olup asıl gayesine ulaşamayacak ve sonucunda mutsuz olacaktır. Asıl/ideal olan insanın her türlü tercihini “Mutlak iyi”ye/”en yüce mutluluk”a ulaştırması yönünde yapıp bu yolda fiillerini gerçekleştirmesidir.

 

Hatice TOKSÖZ – Akademisyen

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio