Dünyanın sonundaki bilge

admin Yazar: admin 27 Eylül 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

“O hâlde röportajın sadece bir sorudan oluşacak. Yani ‘Bilgelik nedir?’ Geriye kalan hiçbir soruna cevap vermeyeceğim” dedi

Dünyanın sonundaki bilge

 

Japonya’nın Osaka kentindeyim. Hava ılık, bizim ahmak ıslatan dediğimiz türden bir yağmur yağıyor. Şehir merkezindeki sevimli bir restoranda bir şeyler atıştırırken, bir yandan da masaya yaydığım haritada gideceğim konumu inceliyorum. Karşımda nostaljik ağrıları olan köhne bir radyodan geleneksel Japon müziği akıyor. Müziğin tatlı sularında yüzerken kendimi yaklaşık birkaç saat sonra varacağım o evin hayaline bırakıyorum. Yoshido denen 90 yaşındaki bir bilgenin mağaradan bozma gizemli evine gideceğim.

 

Yolculuk tahmin ettiğim gibi iki saate yakın sürüyor. Arabadan inip çantamı iyice sırtıma yapıştırdıktan sonra etrafıma bakınıyorum. Küçük renkli evler, ip gibi sokaklar, kiraz kokulu bahçeler… Ortalıkta kimseler görünmüyor. Biraz yürüdükten sonra sokağın köşesinde türlü yağlar satan bir adama rastlıyorum. Yarım yamalak bir dille bana Bilge Yoshido’nun evini tarif ediyor. Adamın gösterdiği istikamette bir müddet yürüdükten sonra önüme çıkan kızıl yamaca tırmanmaya başlıyorum. Nihayet aradığım ev karşımda. Bir mağaranın ahşaplarla çevrilmesi sonucu ortaya çıkmış egzotik ve bir o kadar da gizemli bir yer. Önündeki bahçede Japon gülleri var; sarı, mor, siyah… Kokuları etrafımı sarıyor. Bahçe kapısını açıp giriyorum. O an güllerden yükselen kelebekler peşime takılıyor. Ben, bu büyülü âna kaynamaya çabalarken evin penceresinin açıldığını fark ediyorum. Pencerede pamuk gibi bir yüz; çekik gözler, seyrek sakal, minicik bir burun…

 

Kısa bir süre sonra evin kapısı açılıyor. Penceredeki adam şimdi kapının eşiğinde karşımda dikiliyor. Üstünde masmavi bir kimono, elinde yamuk bir değnek, diğer eli arkasında duruyor. Karşımda eğilip “Youkoso” diyor.

 

Yoshido’nun evinin içini uzun uzun anlatmak isterdim fakat bunun yüzlerce sayfa tutacağından emin olduğum için yalnızca “harikulade” demekle geçiştiriyorum. Ama evin dört duvarının kitaplarla kaplı olduğunu, elektrik ve dahi teknolojik hiçbir aletin olmadığını söyleyeyim.

Yoshido’nun beni buyur ettiği sedirde evi incelerken, o elinde bir demlik ve iki bardakla geliyor. Ayağa kalkıp saygımı belli etmek istesem de eliyle oturmamı işaret ediyor. Ardından karşımdaki mindere kurulup çayları dolduruyor. Bir süre gülerek birbirimize baktıktan sonra ben söze dokunma ihtiyacı hissediyorum.

 

“Eviniz çok güzel. Böyle bir evin dünyada olduğuna inanmak çok zor. Beni kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Sadece bir saatinizi alacağım. Tokyo Üniversitesi’ndeki ortak dostumuz Profesör Hoshiko sizinle tanışmamın bana büyük yararı olacağını söyledi.”

 

“Evet. Türk bir yazar olduğunuzu biliyorum. Japonya gezinizde ilginç insanları ziyaret edip onlarla röportaj yapıyormuşsunuz. Yaptığınız iş, güzel bir şey elbette. Fakat ben sıradan biriyim.”

“Şöyle yapsak nasıl olur? Ben sana bir soru sorayım.”

Heyecanlandım. “Tabii ki” diyebildim

“Bilgelik nedir?” diye sordu. Elimi çeneme koyup derin düşüncelere daldım. Çünkü vereceğim cevapların bu sorunun ağırlığını taşıyamayacağını biliyordum. Sonunda başımı kaldırıp “Bunun cevabını sizin vermenizi rica edebilir miyim?” dedim.

 

Yoshido başını sallayıp gülümsedi. Gözlerinin etrafındaki kaz ayakları çınladı.

 

“O hâlde röportajın sadece bir sorudan oluşacak. Yani ‘Bilgelik nedir?’ Geriye kalan hiçbir soruna cevap vermeyeceğim” dedi Yoshido.

 

“Bak, Usta Cho. Benim kibirli olduğumu, nefsimi yenmeden çırağın olamayacağımı söylemiştin. Ben nefsimi öyle bir körelttim ki gidip bir kürek bulup kapının önünü kazdım ve çıkardığım toprağın yerine kendi bedenimi koydum. Ve sen bahçeye çıkmak için üstüme basarak geçip gittin. Yani beni fark etmedin bile. Yani nefsimi öyle körelttim ki topraktan bir farkım kalmadı.”

 

Toshi’nin bu etkileyici hareketi karşısında önce şaşıran sonra da duygulanan Usta Cho, o gece onu çırağı olarak almaya karar vermiş. Elbette Toshi yeryüzünün en mutlu genci oluvermiş bir anda. Usta Cho, çırağı Toshi’ye yarın sabah erkenden gelmesini söylemiş. Çırak Toshi sabah erkenden ustasının evine gitmiş. Ustası onu içeri alıp eline bir yay bir de ok vermiş. Sonra da karşısında duran devasa, yusyuvarlak bir karpuzu göstermiş. Ardından da gece olana kadar ona yayın nasıl gerileceğini, okun nasıl sürüleceğini ve okçuluğun felsefesini anlatmış. “Şimdi bu yayı, oku ve karpuzu alıp evine dön ve bir yıl boyunca bu ve bunun gibi karpuzlara nişan al!” demiş. Çırak Toshi çok şaşırmış, evvela ustasının şaka yaptığını sanmış fakat Usta Cho’nun hiç de şaka yapar gibi bir hâli yokmuş. Bunun üzerine “Ama usta nasıl olur? Ben her gün buraya gelip senden ders alacağımı sanıyordum” diyebilmiş. Bunun üstüne Usta Cho hiddetlenmiş: “Kararlarımı sorgulamayacaksın! İyi bir ok ustası olmak, ileride benim yerime geçmek istiyorsan benim kararlarıma harfiyen uyacaksın. Neticede benim sözüm, senin sözün olacak” demiş. Ustasının çok öfkelendiğini gören Toshi oku, yayı ve karpuzu alıp evine gitmiş. Tam bir yıl boyunca her gün karpuzlara ok fırlatıp uzun uzun düşünmüş. Sonunda öyle bir hâle gelmiş ki artık gözü kapalı vaziyette dahi karpuzları tam ortasından vuruyormuş. Tam bir yıl sonra yine bir yaz günü Usta Cho’nun yanına gitmiş. Ustası bahçenin sonuna bir tane karpuz koymuş. Toshi arkası dönük vaziyette karpuzu tam kalbinden vurup paramparça etmiş. Usta Cho bu kez çırağına bir kavun vermiş, “Git bir yıl boyunca kavun vur ” demiş. Toshi bu sözler karşısında yine çok şaşırıp hayal kırıklığına uğrasa da ustasının dediğini yapmış. Bir yıl boyunca evine kapanıp kavunları hedef almış. Bir yıl sonra yeniden ustasının karşısına çıkınca ustasını bu kez ona bir elma verip, daha önceki yıllarda söylediklerini tekrarlamış. Sonra bir erik ve en sonunda da bir fındık… 

 

Zaman ve sürekli çalışmak, Toshi’yi öyle bir hâle getirmiş ki artık ustasının kararlarını asla sorgulamıyormuş. Her yıl ustasının yanına gidip ödevini aldıktan sonra evine dönüyor ve kendisini dünyaya, her şeye kapatarak durmadan, bıkmadan, yorulmadan ok atıyormuş.

Sonunda ustası ona bir pirinç tanesi vermiş ve tam üç yıl boyunca pirinç vurmasını istemiş. Sürekli küçülen hedefler Toshi’nin ustalığını yükseltiyormuş. Toshi öyle bir hâle gelmiş ki bir fındık onun gözüne artık bir karpuz kadar büyük görünüyor ve onu rahatlıkla vurabiliyormuş. Toshi tam üç yıl boyunca pirinç tanelerini vurmuş. Nefsi tamamen yok olmuş ama artık büyük bir okçuymuş. Elbette uzun yıllar sürdürdüğü çalışmaların bir bedeli de olmuş. Karısı ve arkadaşları onun delirdiğini düşünüp onu terk etmişler. Toshi üç yılın sonunda yine Ustası Cho’nun yanına gitmiş ve ustasının bahçenin sonuna koyduğu gözle görülmeyecek kadar küçük bir hedef olan pirinç tanesini okuyla tek hamlede paramparça etmiş. İşte o an ustası Cho, kendi yayını ve okunu çırağı Toshi’ye verip ona sarılmış.

 

“Artık gerçek bir ustasın Toshi! Bundan sonra benim yerime bu diyarın baş okçusu sensin. Adın bundan böyle Usta Toshi’dir. Ama unutma Toshi. Seni böyle başarılı yapan şey kabiliyetin değil, nefsini ve kibrini yenmen oldu. Sakın şımarma, büyüklenme, her zaman mütevazı bir usta ol!” demiş ve yanına birkaç eşya alarak bundan sonraki ömrünü geçireceği dağa tırmanmaya gitmiş. Japon diyarında yaşlanan her ustanın yaptığı bir ritüeldir bu. Böylece Toshi, Usta Toshi adıyla okçuların okçusu olmuş. Yıllardır çektiği tüm sıkıntılar yerini büyük bir saadete bırakmış. Herkes yeniden etrafını sarmış. Onu terk eden karısı ve arkadaşları geri gelmişler. Toshi her gün sabahtan akşama kadar tebrikleri kabul etmiş. Gençler onun çırağı olabilmek için yanıp tutuşuyorlarmış. Toshi bazı günler şehrin ortasında gösteriler yapıyor; bir pirinci tam ortasından, bir karıncayı gözünden vurabiliyormuş.

 

Gel zaman git zaman Toshi, meşhur olmanın getirdiği o zehirli büyüye kapılmış. Her gün kadınlarla düşüp kalkmaya, sabahtan akşama kadar içmeye ve bunları yaparken de “Yeryüzünün en büyük okçusu benim! Ben bir karıncayı bile gözünden vurabilen Usta Toshi’yim!” diye bağırmaya başlamış. Toshi, yıllardır binbir emekle gömdüğü nefsini şimdi göklere çıkarıyormuş. İnsanlara tepeden bakıyor, vur patlasın çal oynasın bir hayat sürdürmeye devam ediyormuş. Bir gün şehirde düzenlenen panayıra onur konuğu olarak davet edilmiş. Önce kızlar dans etmiş, ardından ateş yutan adamlar ve türlü ilginç gösteriler olmuş. En sonunda şehrin valisi ayağa kalkıp “Usta Toshi, burada bizimle olmanız, bizim için çok büyük bir şereftir. Rica etsek bize bir gösteri yapar mısınız? Bakın burada ileride sizin gibi olmak için can atan yüzlerce delikanlı var, hepsi gözünüzün içine bakıyorlar.” Usta Toshi valinin bu ricasına kayıtsız kalamamış, mağrur bir şekilde ayağa kalkmış ve karşısındaki ağacın üstüne konan şişeye bakıp gülümsemiş.

 

 

“Utanmıyor musunuz, benim gibi büyük bir ustanın karşısına böylesine küçük ve kolay bir hedef koymaya!” diye azarlamış oradakileri. Oradakiler Toshi’den özür dileyip bu seferlik affedin kabilinden bir şeyler söyleyince, Toshi yüzünü buruşturarak arkasına dönmüş, yayına bir ok sürüp fırlatmış. Arkasını döndüğünde şişenin yerinde sapasağlam durduğunu görünce şaşırmış. Etraftaki herkes de okun karavana gittiğini görüp şaşırmışlar. Bunun üzerine Toshi gülümseyip yüzü şişeye dönük vaziyette çekmiş yayını. Fakat ok yine karavana gitmiş. İki, üç, dört, beş derken her atış karavana olmuş. Oradaki herkes dut yemiş bülbüle dönmüş, kimseden çıt çıkmıyormuş. Sonunda birisi şişeyi kaldırıp oraya bir karpuz koymuş. Toshi yayını çekmiş fakat ok, karpuzdan çok uzak bir yere gitmiş. Bunun üzerine herkes şaşkınlığı bırakıp kahkahalar atmaya Toshi’yle alay etmeye başlamışlar.

 

“Bu muydu Usta Toshi! Heh bu sersem burnunun dibindeki kocaman karpuzu bile vuramıyor! Ahh Usta Cho meğer ne büyük bir ustaymış” gibi yüzlerce iğneli, alaycı cümle duyan Toshi omuzları düşmüş vaziyette, perişan bir hâlde çocukların bile alay konusu olarak evine dönmüş. Meşhur olduktan sonra satın aldığı saray gibi evinin bahçesine çıkıp sağa sola koyduğu büyük küçük hedeflere nişan alsa da tekini bile vuramayınca ağlamaya başlamış. Tam canına kıymayı düşündüğü bir anda, kendini toparlayıp Ustası Cho’nun inzivaya çekildiği dağa tırmanmaya başlamış. Ustasını dağın başında kitap okurken bulmuş. Ustası Cho, eski çırağını görünce gülümsemiş. “Kibrin seni yendi değil mi?” diye sormuş. İyice yaşlanmış ustasının ayaklarına kapanıp hıçkırarak ağlamaya başlamış Toshi: “Usta sana yalvarıyorum bana yol göster. Yemin ediyorum kibrimi, nefsimi dünyanın en derin yerine gömeceğim” diye yakarmış. Ustası, Toshi’ye şehre dönmesini evini ve sonradan sahip olduğu her şeyi satıp parasını yoksullara dağıttıktan sonra, tam bir yıl karpuz, bir yıl kavun, bir yıl elma, bir yıl fındık ve tam beş yıl boyunca da pirinç tanesi vurmasını tembihlemiş. Bu süre boyunca kimseyle tek kelime konuşmayacakmış. Toshi bir kelime bile itiraz etmeden ustasına sarılıp şehre dönmüş. Hemen evini ve sahip olduğu her şeyi satıp tam dokuz yıl boyunca durmadan çalışmış.

 

Dokuzuncu yılın sonunda evden çıktığında saçı sakalı bembeyaz bir adammış artık. Onu görenler; “Hey bakın, burnunun dibindeki öküzü bile vuramayan meşhur Usta Toshi!” diye gülüp alay etmeye başlamışlar. Toshi şehrin neresinde yürüse aynı alaycı cümleleri duymuş. Çocuklar peşine takılıp gülmeye başlamışlar. Şehrin tam meydanına gelince artık Toshi’nin üstündeki baskı dayanılmaz bir hâl almış. Biri ona şöyle demiş: “Toshi bak başımızın üstünden bir kuş sürüsü geçiyor. Onlardan birinin vurabilir misin?”

 

Bunun üzerine herkes kahkahalar atmaya başlamış. Toshi başını göğe kaldırıp kuş sürüsüne bakmış. O an gökteki tüm kuşlar yere düşmüş. Herkesin kahkahası yarım kalmış. Toshi ardından karşısında duran ağaca bakmış ve ağaç ikiye ayrılmış. Toshi o gün hem okunu, hem yayını hem de nefsini toprağa gömmüş. Çünkü artık hiçbirine ihtiyacı yokmuş. Onun yayı da oku da gözleri olmuş.

Usta Yoshido hikâyeyi bitirdikten sonra başımı kaldırıp gülümsedim. “Çok güzel… Peki, Toshi’ye ne oldu?” diye sordum. Yoshido ayağa kalkıp duvardaki kara kalemle çizilmiş resmi gösterdi.

 

“Büyük büyük dedem Toshi o günden sonra bir dağa çıkmış ve oradaki bir mağaraya ev kurmuş. Sonra da yüzlerce çırak yetiştirmiş.” dedi.

“Yoksa o ev…!”

 

Yoshido başını sallayıp gülümsedi. Yoshido’yla vedalaşıp Osaka’nın yolunu tuttum.

Başımın üstünden kırmızı kuşlar geçti…

 

Kaan Murat YANIK

Etiketler:
admin

admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio