Çekici veya aciz olmak zorunda mıyız?

Merjam Yazar: Merjam 17 Eylül 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Önce ucuz iş gücünden yararlanılmak üzere üretime katılan/çekilen kadın, ardı sıra moda-magazin dergileri üzerinden ürettiğini tüketmeye sevk edildi.

Çekici veya aciz olmak zorunda mıyız?

 

Bilindiği üzere 1800’lü yıllarda Batı’dan hızla yükselen sekülerleşme süreci kadını önce üretimde yer almayı ardından tüketimin merkezine yerleştirmeyi öngörmüştü. Ucuz iş gücü olarak görülen kadının evinden çıkarılması pek kolay gibi görünmese de, bunun başarılması ve üretim sektörüne yönlendirilmesinde medya organları önemli bir rol üstlenmişti. 1857’de yaşanan üzücü bir hadise, bu meseleyi uzun vadede dünyanın gündemine taşındı. Bir fabrikada çalışan 40 bin kadın işçi, maruz kaldıkları sömürüye karşı greve başladılar. Patronların polis desteği ile kırmak istedikleri grev esnasında tam 129 kadın işçi hayatını kaybetti. Bu hüzünlü olayda hayatını kaybeden emekçi kadınlar anısına 8 Mart Kadınlar Günü ortaya çıkmış oldu.

 

 

Emek, duygu ve cinsiyet sömürülüyor

 

Ancak o tarihlerden günümüze dek uzanan 8 Mart serüveninde mesele “Emeği sömürülen” kadın boyutundan uzaklaşırken daha farklı alanlara taşındı. 8 Mart’ın daha ziyade “Feminist” ekollerin yönettiği ve kadının bireyselleşmesi, bencil bir anlayış kazanmasına yönelik faaliyetlere dönüştürülmüş olduğu söylenebilir. Günümüz 8 Mart algısının, yaşamın iki ana unsuru olan kadın-erkek bütünlüğünü bozucu, çatışmacı iki grup öngördüğünü ifade edersek hiç de abartmış olmayız.

 

Dolayısı ile 8 Mart mantığının çok ötesinden seyreden, kadın hakları ve eşitlikçi bir yaklaşım olarak karşımıza çıkan mevcut durum, “Emeğin korunmasından” ziyade kadını bireyselleştirerek aile ve toplum değerlerinden koparırken, onun “Emek, duygu ve cinsiyet sömürgesine” maruz kalmasına yol açıyor. Oysa kadını sokağa çekmede, aile ve toplumsal rollerinden soyutlamada etkin olan kadın örgütlerinin 8 Mart’a dair söylemleri, kadını “Ruhtan uzak, bedenden ibaret” bir varlığa dönüştürüyor.

 

Konuya biraz daha geniş açıdan yaklaşacak olursak; önce ucuz iş gücünden yararlanılmak üzere üretime katılan/çekilen kadın, ardı sıra moda-magazin dergileri üzerinden ürettiğini tüketmeye sevk edildi. Kapitalist sisteme göre üretici olmak, “Pragmatik” yani faydacı bir olgudur; tüketici olmak ise kişiye değer atfeden bir nevi tatmindir.

 

 

Kadın hem araç hem hedef

 

Dolayısı ile sermayeciler reklam dünyasına çektiği kadına, kitlelerin geleneksel ve kültürel kodlarına göre roller giydiriyor. Bu anlamda kadının ürün reklamında kitleleri etkileyebilmesi için hem rasyonel ve hem de duygusal etkisi önceleniyor.

 

Sözgelimi öteden beri kadın üzerinden gerçekleşen reklam tanıtımlarında ataerkil kitlelere bebek bezi, deterjan vs gibi son derece “Evcimen” bir rol ile ulaşılırken; plaza kadınına büyüleyici kozmetik ürünleri pazarlanıyor. Bununla kalınmayarak, araba lastiğinden jilete kadar hemen her sektöre ait reklamlarda kadın “Cinsel bir obje olarak” ön plana çıkarılıyor. Modern kadın bir taraftan hayatını değiştiren ve kolaylaştıran ürünlerin reklamı için kullanılırken, diğer taraftan tüketimin merkezine yerleştiriliyor. Bu durumda kadın hem araç ve hem de hedef olmuş oluyor.

 

20. yüzyıl, kapitalist tüketimin çılgınca devamını sağlamada, kadını bir sömürü unsuru olarak “Dilediği gibi” kullanırken “Modern insan tüketen insandır” mesajı en etkili biçimde “Kadın imgesi” üzerinden veriliyor. Kadın cinselliğinin güzellik yarışmaları ile “Taçlandırılması” bu sürecin cezp ediciliğini sağlarken teşhir edilen kadın bedeni üzerine Modern kadın imgesi yerleştiriliyor.

 

 

STK’lardaki kadın reklamları

 

Öte yandan kadının adeta materyalist bir kimliğe büründürüldüğü 20. yüzyılın sonlarında “Kadın hakları savunucuları” tarafından başka bir alana taşındığını söyleyebiliriz. Gerek emeği ve gerekse cinsiyeti ile sermayedarların ekonomisini güçlendirmede önemli oranda pay sahibi olan kadın, artık ideolojik mesajların da sözcüsü halini aldı.

 

Nitekim toplumların kültürel ve ahlaki değişimlerinde kadını merkeze alan bu “Kolonyal feminizm” bir yandan kadın haklarını savunurken diğer yandan onun cinsel bir meta olmasını “Bedenin özgürlüğü” olarak lanse ediyor. Esasen kolonyal feminizmin amacı da toplumların kendine ait kültürel değerlerini kadın üzerinden manipüle ederek onu aile hayatından çıkarıp sokağa çekmek. Böylece aile ve toplumdan kopardığı kadının “Emek ve cinselliğini” sömürmede çok daha hızlı yol almayı hedefliyor.

 

 

Şiddetin teşhiri duygusal istismar mı?

 

Söz konusu anlayışın etkili olmasında elbet feminist akımların kadın örgütleri eli ile tüm dünyada yürüttüğü eylemlerin etkisinden söz edilebilir. Ezilen, şiddete maruz kalan kadın görselleri, bu anlamda “Erkek egemenliğine” karşı açılmış olan savaşa dair önemli bir silahtır. Keza feminizmin en yüksek algısı olan “Güçlü kadın” imajını merkeze almakta etkili olacağı öngörülen mağdur kadınların fotoğraf ve görüntüleri, olumsuz örnekler üzerinden ideolojik mesajların verilmesinde oldukça ikna edici. Ki, cinsel taciz, dayak, istismar, psikolojik şiddet gibi pek çok vaka, kadın bedeninde teşhir edilmek sureti ile kamuoyu oluşturmada son derece etkili. Bu bakımdan modern zamanların reklam sektöründe hemen her alana yerleştirilen kadın, mağdur edilmiş yönü ile de duygusal istismarın merkezine oturtulmuş oluyor. Bir başka deyişle, olumsuz örnekler üzerinden acziyet içerisinde gösterilen kadın, maruz kaldığı sorunların çözümlenmesinden çok, öfke duyulan erkek cinsiyetine karşı bir araç olarak kullanılıyor.

 

 

Yavrusunu doyuramamış anne

 

Ayrıca kadın derneklerinin, kadını reklam aracı olarak kullanmasından söz ederken bir başka alana, İnsani yardım örgütlerine de bu anlamda değinmemiz gerekiyor. Zira insani yardımı amaç edinmiş pek çok ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşu, faaliyetlerini büyük oranda kadın profili üzerine yüklenen reklam görselleri ile gerçekleştiriyor. Yerel ve küresel yardım örgütleri savaş, doğal afet ve yoksulluğun yaşandığı bölgelere yardım kampanyalarını yürütürken, insan doğasının en naif ve kırılgan yüzünü, kadını merkeze alarak gönüllülerine ulaşmayı amaçlıyor. Ancak bu durum kapitalist düzenin veya kadın derneklerinin kadını reklam aracı kılmasından farklı bir durum arz ediyor. Bu defa kadın cinselliği ile değil “Anaç ve naif” yönü ile gündeme geliyor.

 

Özellikle savaş, afet veya farklı sebeplerden mağduriyet yaşayan coğrafyalarla ilgili farkındalık oluşturmak, ilgiyi artırmak ve destek olunmak amaçlı yapılan görsel çalışmalarda, kadının kullanılması, orada bu zorluklara en çok kadınların maruz kalması argümanından yola çıkıyor. Nitekim açlık sınırını aşmış bölgelere yardım bilinci oluşturmakta “Yavrusunu doyuramamış” bir anne görselinin gerçeği çok daha net ifade etmesiyle, meselenin ehemmiyeti yardım gönüllülerinin dikkatine sunulmuş oluyor.

 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en kanlı savaş olan Bosna Savaşı’nda 50 bin Müslüman-Boşnak kadının sistematik olarak tecavüze uğramış olması hakikati üzerinden yapılan yayınlarla yakın tarihin bu en yüz kızartıcı savaş suçu dünya kamuoyuna duyurdu. Kadın haysiyet ve onuruna yapılan bu tecavüzlerin dünya kamuoyuna duyurulması, suçlularının cezalandırılması, sonraki süreçlere örneklik teşkil etmesi bakımından bu görsel paylaşımlar son derece önemli. Ve elbet bunu en etkili biçimde duyurma yöntemi yine kadın üzerinden oluyor. Kuşkusuz bu paylaşımların da bir etiği ve sınırı olmalı. Ajitasyona bulaşmadan, insani onuru zedelemeden, mevcut durumu abartmadan ya da hafife almadan gerçekleşmeli.

 

 

Kadınlar tutsaklığı özgürleşmek zannediyor

 

Sosyal medyanın, iletişim araçlarının güçlü, görselliğin önemli bir yere sahip olduğu günümüzde kadın üzerinden yürütülen her türlü reklam ve kampanya şüphesiz ki hedef kitleye ulaşılmasında etkili olmaktadır. Üstelik dün şiirlere, şarkılara, hikâyelere konu olmuş insan türünün bu en naif varlığı, modern dünyanın büyüleyici atmosferinde salt bedeni üzerinden, ruhu yok sayılara cinsel bir obje olmak gibi bir kadere razı ediliyor. İnce, narin, zarafet timsali olan kadına, sahip olduğu güçlü duyguları, zekâsı, beceri ve kabiliyetlerinden ziyade bedeni ve cinselliği üzerinden bir rol biçilmiş olup, ne yazık ki bütün bu sürecin yönetimi reklam dünyasının argümanları ile kadın kullanılarak gerçekleştiriliyor.

 

 

Emek ve cinsiyet sekülerleşti

 

Kadın duygusal derinliği, zekâ ve kabiliyetleri ile toplumların aydınlanması, sağlıklı nesillerin yetişmesi, geleceğin dünyasının yaşanabilir bir yere dönüştürebilmesi noktasında önemli bir güce sahip. Yaradılışı itibari ile sahip olduğu söz konusu gücü göz ardı ederek, süreç içerisinde “Cinsel cezbediciliği” ön plana çıkarılan veya “Zayıf, aciz, kişiliksiz” bir varlık haline getirilen kadın, bu rolü benimserken de bir tercih mercii olarak karşımıza çıkıyor. Şüphesiz söz konusu tercihte kadının en büyük yanılgısı, “Tutsaklığını” fark edememesi ve bunu bir “Özgürleşme” olarak addetmesidir. Oysa ruhun derinliğinden uzaklaştırılan kadın, modernitenin bir sonucu olarak artık emek ve cinsiyeti bakımından seküler bir varlığa dönüştürülmüştür.

 

Müzeyyen TAŞÇI

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı