Carpe Diem: Anın dibine vurmak

Merjam Yazar: Merjam 6 Ekim 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Carpe Diem felsefesi, ne oldu da gününü gün etmeye, çılgınca tüketmeye, ahlaki kaygılardan azade, değer yargıları olmayan bir hayat yaşamaya dönüştü? Ne oldu da, modern zamanlar, insanları birer “Haz” yaratığına çevirdi.

Carpe Diem: Anın dibine vurmak

 

 

Kabaca “Anı yaşa” anlamına gelen Carpe Diem, mutluluğun ancak yaşadığımız anın içindeki imkânlarda olmasıyla ilgili bir öğreti. Ancak bu öğreti modern zamanlarda öyle bir hâl aldı ki; anı yaşamak, anın dibine vurmak olarak algılanır oldu. Carpe Diem, artık sadece insanın gerçeklerden kaçışının, tüketimin, hazcılığın sembolü. Peki hayatı Carpe Diem öğretisine göre yaşamak mümkün mü?

 

Anı yaşa, günü yakala gibi anlamlara tekabül eden “Carpe Diem” ifadesine ilk olarak Horatius’un Odes adlı eserinde rastlanıyor: “Carpe Diem quam minimum credula postero.” Anlamı şöyle: Günü yakala, yarın ne olacağını bilmiyorsun!

 

Bu ifadeyi ilk olarak, milattan önce yaşamış olan ünlü ozan Horatius kullandıysa; hızla, kapitalizmle, çağdaş zamanlardaki ilişki biçimleriyle ilişkilendirilen “Carpe Diem”in sadece modernist bir kavram olduğundan ya da sadece modern zamanlarda kullanıldığından söz edemeyiz herhâlde. Evet, bu kavramın işaret ettiği hâlin modern zamanlarda yaşayan insanların davranış biçimiyle çok yakından bir ilgisi var -ki ilerleyen satırlarda değineceğiz- ama aynı kavramın, kadim zamanlara bakan bir yanı da var. Acıdan kaçıp mutluluğa ulaşma amacı sadece modern zamanların ve modern insanın sorunu değil yani… Geleneksel zamanların eski insanları da mutlu olma amacının peşinde ömür tüketiyordu.

 

Carpe Diem felsefesi o zamanlarda, gerçek mutluluğun çabalar ya da eylemler nihayetinde yakalanamayacağı, ama onu “Şimdi”nin içinde her daim mevcut olduğunu bilebilme farkındalığı olarak algılanıyordu. Horatius’un söylediği, dünya yansa umurunda olmamakla, geçmişten ders almayıp geleceği umursamamakla, sadece tutkularının peşinde koşmakla, şımarık, serkeş, serseri olmakla mutluluğun bulunacağı fikri değildir. Amaç “Şimdi”nin içindeki imkânların idrakine varmak ve mutluluğa ulaşmak için olaylara bakış açımızın değişmesinin gerekliliğini fark ettirmektir.

 

Bu yüzden de Carpe Diem, tüm zamanlar ve tüm insanlar için geçerli olan “Mutluluk arayışı” için minik bir hap reçetesi olarak okunabilir. Ölü Ozanlar Derneği’nin sonradan intihar edecek aktörü Robin Williams’ın canlandırdığı idealist öğretmen John Keating karakterinin yapmaya çalıştığı da buydu; öğrencilerine insanoğlunun binlerce yıldır peşinde koştuğu mutluluğun nüvesinin kendi içlerinde ve içinde yaşadıkları anın imkânları arasında bulunduğunu hatırlatmak: Ağlamak için değil, gülmek için sebepler arayın.

 

 

HAYAT KISA, HAYDİ TÜKETELİM

 

 

İyi de sadece bizim kadim kültürümüze göre değil diyalektiğe göre de, çok gülen elbette sonunda ağlayacaktır. Kaldı ki kendini mutsuzluğa kaptırmama, içinde yaşanılan atmosferin değerini bilme işi, günümüzde “Yarın ne olacağımız belli değil, o hâlde her şeyi tüketelim” noktasına evrilmiş durumda. Allah’tan umut kesilmez inancı, Tanrı’yı öldürme isyankârlığına dönüşmüş hâlde. Sanırım, tarihin başından bu yana mutluluğun peşinden koşan insan, fazla hızlanınca mutluluğu solladı ya da en başından bu yana hepimiz her şeyi yanlış anladık…

 

Sahiden de “Hayat kısa, haydi tüketelim” düşüncesi artık istisnai bir hâl değil. Modern toplum, Baudrillard’ın yıllar önce ortaya koyduğu gibi birden ibaret görülmemeli. O artık günümüzde sadece nesnelerle değil, aynı zamanda insanlarla ve dünyayla da kurulan etkin bir ilişki biçimi. Tüketim, tüm kültürel sistemimizi üzerinde taşıyan bir platform artık ve günümüz dünyasının yeni ahlakı.

 

Peki, eski zamanlarda insanın mutsuzluktan, beyhude düşüncelerden, kederden ya da kaygıdan kaçmasını; sağlıklı ve verimli bir hayat yaşamasını sağlamak amacıyla ortaya atılan Carpe Diem felsefesi, ne oldu da gününü gün etmeye, çılgınca tüketmeye, ahlaki kaygılardan azade, değer yargıları olmayan bir hayat yaşamaya dönüştü? Ne oldu da, modern zamanlar, insanları birer “Haz” yaratığına çevirdi.

 

 

BELİRSİZLİKTEN VE ÖLÜMDEN KAÇMAK

 

 

Kanaatimce bunun iki nedeni var; ilki geleceğin belirsizliği. Elbette modern öncesi zamanlarda da insanların gelecek kaygısı vardı, ama gelecek ve kader Tanrı’nın inayetine bırakılmış olduğu ve şeyler gelenekselleşmiş belli bir sıra uyarınca yapıldığı için belirsizlik, öngörülemezlik, kestirilemezlik bugüne oranla çok daha azdı. Oysa modern zamanlarda kutsalların yerine insan aklı, rasyonellik ve bireysellik geçmiş olduğu için ve aklın insanı her zaman kurtuluşa erdirmediği müteaddit tecrübelerle test edilmiş bulunduğundan belirsizlik eski dönemlere oranla daha tehditkâr biçimde karşımızda duruyor.

 

İkinci sebep modern insanın ölümden kaçma isteği. Modern öncesi dönemlerde ölüm hayatın bir uzantısı olarak şehirlerin içindeki mezarlıklar, uygun defin törenleri ile kabullenilmiş bir fenomendi. Oysa modern dünyada akıl meydan okuduğu ölümü alt edemediği için ondan kurtulmaya, onu yok saymaya, mezarlıkları şehir dışına taşıyarak onu göz önünden kaldırmaya ahdetmiş gibidir. Ölümden de, belirsizlikten de kaçış ancak anın dibine vurmakla ilgilidir. Peki, gerçekten öyle midir? İkisini de açalım.

 

 

İSTİYORUM, O HÂLDE YAPABİLİRİM

 

 

İnsanların hayatta belirsiz olanla, nüfuz edilemez olanla ve beklenmedik olanla yüzyüze gelmesi yeni bir durum değil. Bu, eskiden de vardı. Yeni olan şu: İnsan kaderinin ve umutlarının belirsizliğinden kaynaklanan korkunç psikolojik sonuçlardan kaçınmayı sağlayan kadim ve Ortaçağ’a ait sınanmış araçların artık olmayışı. Tanrı’ya mutlak güven kayboldu, insan ilâhî takdirin yüce gizemine sığınmayı da reddetti. Teknolojinin bunca geliştiği, mesafelerin bunca kısaldığı, doğanın neredeyse tamamen alt edildiği, mimari ve tıptaki ilerlemelerin bunca göz alıcı olduğu dünyamızda, insanın geleceğinin de insani bir denetime tâbi tutulabileceğine inanıldı. Denetime tâbi tutulamayacak olan bölümler, varoluşun gizemi gibi konular ise tamamen inkâr edilmese de akılcı gündemden düşürüldü ve beceriksiz oldukları kabul edilen insanların, şairlerin eline bırakıldı.

 

Modern zihin hâlâ varolan belirsizliği aşmak için, “Düzen”i öne çıkardı. Freud’un tanımıyla düzen, ”Bir kez kurulduktan sonra insanın bir şeyi, nerede, ne zaman, nasıl yapması gerektiğini belirleyen ve böylece benzer durumlardaki belirsizlik ve kararsızlıkları önleyen bir tür tekrarlama takıntısıdır.” Modern zamanlarda düzen çabası, insan iradesinde ise “Yapabilirim” ve “İstiyorum” arasındaki uyumu güvence altına alma gayreti olarak belirdi. Yani modern insan “İstiyorum, o hâlde yapabilirim” ayartıcısıyla ele geçirildi. Bu “Haz” demekti. Ama herhangi bir kısıtlayıcı, vicdan, ahlak, etik gibi sınırlayıcılar olmadan “Modern düzen gereği”  istediği her şeyi yapabilme rahatlığına kavuşan modern insan, yine de mutlu olmadı. Modern dünyanın gündelik meselelerinde de, insan iradesinde de, ilâhî takdirde de belirsizlikler hiç bitmedi. Carpe Diem felsefesi ise anın farkına varmak olarak değil, anı tüketmek ve anla birlikte tükenmek anlamına geldi…

 

 

HAYAT: ÖLÜMDEN ÖDÜNÇ ALINMIŞ BİR BORÇ

 

 

Modern insanın anı yaşaması, hatta anın içinden hiç çıkmamayı tercih etmesinin bir nedeni de ölümün kaçınılmaz olduğunu hayatın başından itibaren biliyor olması ve bu bilgiyi bastırma çabası. Zira ölümle başa çıkılamaz, ölüm ertelenemez; yaşayan her insan öleceğini bilir, bunun önüne geçemeyeceğini de bilir. Geleneksel insanlar bu gerçeği kabullenerek huzura ermişti, oysa kendi kontrolü dışında bulunan, öngörülemez olan her şeye savaş açan modern insan, zihin ölüm fikriyle asla barışamadı. Olsa olsa ona farklı bir bakış açısıyla yaklaşmayı ya da unutmayı ve unutturmayı denedi. Yine de yaşayan her insan, istese de istemese de, ama açıktan ama gizliden gizliye, yaşamın Schopenhauer’in sözleriyle “Ölümden alınmış kısa vadeli bir borç” olduğunu hep bildi.

 

Bu yüzden Carpe Diem öğretisi, ölüme karşı mücadele içindeki modern insanın bu korkunç akıbeti unutma temrinlerine zemin teşkil etti. Anı yaşamak geçmişin kederinden de, geleceğin endişesinden de azade olmayı temsil ettiğinden, haz ve tüketim gibi anlık zevk ve eğlence vadeden her türlü etkinlik fetişleştirildi.

 

Gelinen noktada ise insan ne yaparsa yapsın, belirsizlikten doğan endişeden de, ölümlülük acısından da kurtulamadı. Dahası, her şeyi unutmak için sarıldığı “Anın dibine vurma” yolunda elindeki etikten, kalbindeki vicdandan oldu…

 

Özlem ALBAYRAK – Yazar

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio