Ahmet Murat Özel: Şair için şiirin kendisi bir derttir

Merjam Yazar: Merjam 27 Temmuz 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

“Şiir, bir şiir olabilmişse hem dert hem derman hem yara hem çare olarak belirir. Onun başka bir şey olmaya ihtiyacı yoktur. Dert diye adlandırdığımız şeyleri yeniden tanımlar şiir.”

Ahmet Murat Özel: Şair için şiirin kendisi bir derttir

 

Şair ve yazar Ahmet Murat Özel ile edebiyata dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Özel, “Yaşam, bizim bir kurgumuzdur. Şiir bu kurguyu bir kez daha kurgulayarak, ona henüz dışarıdan herkesçe ve hemen sezilmeyen bir boyut katar. Bu boyut da yaşama dâhildir.” diyor.

 

 

Hayat hikâyenizi bir de kendi ağzınızdan dinlemek isteriz… Ahmet Murat Özel kimdir?

 

Şimdi bu sorunun eşliğinde bakınca anlatılmaya değer bir hikâyem olmadığını görüyorum. Ya da paradoksal görünüyor ama aslında bütün hikâyeler anlatılmaya değerdir. Bu durumda sizin nasıl anlattığınıza bağlı olarak ya ortaya bir hikâye çıkıyor ya da bir hikâye gözlerin önünde silinip gidiyor. Hikâyem hakkında bazı anahtar kelimeler verebilirim: Konya, yatılılık, kütüphaneler, dergiler, Kahire, İstanbul, İlahiyat, kütüphaneler, dergiler… Yine İstanbul.

 

 

Yazmaya nasıl ve nerede başladınız? Önünüzde “Üstad” sayabileceğiniz kim vardı? Kimi görerek heveslendiniz yazmaya?

 

Önümde yazı üstadı olmasa bile okuma üstadı kimseler buldum. Birkaç yerde anlattım, yazmaya bir rekabetle başladım. Bir arkadaşımın yazdıklarına acemice burun kıvırmaya çalışırken kendimi yazmak zorunda buldum. Yazmak için genellikle bu kısmını biz yazarlar karartmaya çalışsak da bir ötekiye, bir okura, bir sevgiliye, bir arkadaşa borçlu olduğumuz şey çoktur.

 

 

Şiire olan merakınız ne zaman başladı? İlk şiirinizi ne zaman yazdınız, hatırlıyor musunuz?

 

Lise yıllarında birkaç şiir yazdım ama lisenin son sınıfında şair olacağımı anladım. O sene üç dört şiirim yayınlandı. Bu aşama benim için dönüm noktası oldu.

 

 

ŞİİR HEM DERT HEM DERMAN OLABİLİR

 

 

Şiirin bir derdi olmalı mıdır? Ve şiirin şairin aynası olduğunu düşünüyor musunuz?

 

Şiir, bir şiir olabilmişse hem dert hem derman hem yara hem çare olarak belirir. Onun başka bir şey olmaya ihtiyacı yoktur. Dert diye adlandırdığımız şeyleri yeniden tanımlar şiir. Bu dertlerin katmanlarını ve görünmeyen derinliklerini ışıtır. Bizim dert diye adlandırdığımız şeyler hakkındaki fikrimizi çeşitlendirir. Şair için şiirin kendisi bir derttir.

 

 

Yazdıklarınızın, özellikle de şiirlerinizin yaşamla bağlantısı nedir?

 

Yaşam dediğimiz şey, şiiri dışarıda bırakan bir şey midir? Yaşam ile sokakta veya evde olup biten bir seyyaliyeti anlıyorsak bile yani donmuş ve kapanmış bir dünyanın yapıtaşları gibi görünen kitapların karşı kutbundaki bir hareketliliğin kastedildiğini düşünüyorsak bile, bu hareketlilik de şiirin dışında değildir. Yaşam, bizim bir kurgumuzdur. Şiir bu kurguyu bir kez daha kurgulayarak, ona henüz dışarıdan herkesçe ve hemen sezilmeyen bir boyut katar. Bu boyut da yaşama dâhildir.

 

 

Genellikle şairler kendilerinden başkasının şiirini beğenmez diye bir görüş vardır. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Şairleri aslında gerçek anlamda sadece şairler okur. Amatör okur, şairin eserinden işine yarayacak, onu zenginleştiren kısımlarla ilgilenirken şairler şairleri meslek icabı ve yakından okurlar. Beğenmeme bu yakın okumanın yanında kusur bile sayılmaz. Bir de şu var: Şair, başkasının henüz yazmadığı ve kendisinin okumak istediği şiirleri yazan kimse olarak, elbette başka şiirleri bir miktar eksik bulmalıdır ki kendi şiirini özgürce yazabilsin.

 

 

ŞİİRİMİZE DENK VE AKRAN BULMAK ZOR

 

 

Türk edebiyatında roman, hikâye, şiir alanlarının hangisinde daha özgün eserler ortaya koyuluyor? Hangi alanı daha başarılı buluyorsunuz. Sebebi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

 

Türk şiiri önemli, büyük bir şiirdir. Bu konuda çok şey yazıldı, söylendi. Şunu ekleyebiliriz: Türk şiirinde, yakın tarihteki temel modernlik-gelenek, Doğu-Batı çelişkilerimiz en derin ve tatmin edici biçimde sergilenmiştir. Dahası bu sergileme ve hatta tartışma, gelecekteki milli çıkmazlarımız için de verimli bir kaynak olmayı sürdürüyor. Türk romanı ve hikâyesinin son zamanlarda bir hamle yaptığı doğrudur.  Ama şiirimizin aldığı mesafe bütün diğer türleri kıskandıracak seviyededir. Türk romanı ve şiirinin dünya ölçeğinde dengini bulmak zor değildir ama şiirimize denk ve akran bulmak zordur.

 

 

“Kuşlarla Sohbetin Şartları” kitabınız ismini bir menkıbeden alıyor. Geçmişin tecrübelerini aktaran menkıbelerin bugünün insanına söyleyebileceği bir şey var mı?

 

Menkıbeler, içlerindeki olayın tarihselliğinden bağımsız olarak, bir anlamı berraklaştıran dramatik yapılardır. Bugüne de yarına da söyleyecekleri çok şey var.

 

 

Kitabınızda tasavvufun özetle nefsi bir terbiye yöntemi olduğunu vurguluyorsunuz. Tasavvuf büyüklerinin nefsi terbiye konusundaki kendi tecrübelerini, iç dünyada yaşadıklarını, kullandıkları yöntemleri günlükler şeklinde aktarmamalarına hayıflanıyorsunuz. Bunun sebebini açıklayabilir misiniz?

 

Kitaptaki bir yazıda bunu tartıştım. Özetle şöyle: Bizim anlatı geleneğimizde itiraf kültürü olmadığı için (Gazali’nin “Munkız”ının Batıda bir tür Augustinus’un “İtiraflar”ı gibi karşılanması, oradaki itiraf janrının baskınlığına bir işaret sayılabilir) kendimizden bahsederken tutuk davranmışız. Bu sadece sufiler için geçerli değil. Mesela İbn Haldun, kendi hikâyesini anlattığı kitabında, ailesinin ve malının tamamının denizde battığını haber aldığını anlattığı bölümde, olayın içerdiği bütün duygusal kapasiteyi es geçer, neredeyse duygusuzca anlatıyı geçiştirir. Biz, yaşadıklarımızı yazgıya bağlamaya yatkınlığımız sebebiyle anlatırken kaderle çekişmeye benzer bir rahatsızlık duymuş olmalıyız. Manevi hâlleri anlatmanın yaratacağı bir böbürlenme payından kaçınmak da sebeplerden biri olmalı.

 

 

Eserlerinizi ne kadar sürede ve ne şekilde oluşturuyorsunuz bilgi verebilir misiniz?

 

Kitaptan kitaba değişiyor. Bazılarını kitap olarak tasarlayıp yazdım bazıları zamanla biriktirdiklerimden oluştu. Yazamadıklarım da sürünüyor. Akademik yazıları yazarken daha disiplinliyim. Edebi yazım ise bir tür serbesti dayatıyor.

 

 

İLHAMLA KİTABÎ OLAN YAN YANA DURMAK ZORUNDA

 

 

Bir ifadenizde kalbi tecrübenin yolunun tasavvuftan geçtiğini belirtiyorsunuz. Peki, sağlam bir tasavvuf çizgisinde hangi özellikler bulunmalıdır?

 

Bu konuda yeni bir şey söyleyemem. Tasavvuf klasiği hâline gelmiş kaynakların tamamında, denetlenebilir, hesap verebilir ama aynı zamanda tıkız ve kabız olmayan bir tasavvufi hayat öngörüsü vardır. Bu öngörüde ilhamla kitabî olan yan yana durmak zorundadır.

 

 

Bir Müslüman olarak mutmain bir kalbe nasıl ulaşılabilir?

 

Allah’ı anmakla.

 

 

Son zamanlarda okuduğunuz ve beğendiğiniz birkaç kitap ismi verebilir misiniz bize?

 

Masamda birçok kitap birlikte bulunur. Şöyle böyle okumakta olduğum kitaplar: Kenneth Garden’ın “The First Islamic Reviver”ı, Erlend Loe’nin “Doppler”i; Thomas Bauer’in “Müphemlik Kültürü ve İslam”ı, Furkan Çalışkan’ın “Uzakların Saldırısı” kitabı.

 

 

Bir başucu kitabınız var mı?

 

Sıkça döndüğüm bir kitap var: Ataullah İskenderi’nin “Hikem-i Atai”si.

 

 

Son olarak yeni projelerinizle ilgili buradan okuyucularına bir müjde verebilecek miyiz?

 

Bir cami risalesi yazıyorum. Cami üzerine bir okuma. Şimdilik hakkında net konuşabildiğim tek dosya bu.

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı