Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Günümüzde birçok yaşlı yalnızlıktan yakınırken diğer bazı yaşlılar da yalnızlığı dinlenme, kendine zaman ayırma, anılarını tazeleme olarak değerlendirmektedir.
Doğumla başlayan dünya hayatı çeşitli evrelerden geçerek ilerlemektedir. Bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik, ortayaş ve yaşlılık yaşam boyunca geçirilen evrelerdir. Her bir evrede belli gelişim görevleri yerine getirilir. Psiko-sosyal, davranışsal ve kültürel özellikler taşıyan bu evreler sırayla değişir. En son evre olan yaşlılık evresinin süresinin ne kadar olduğu belli değildir. Bilim dünyası 60 veya 65 yaşı yaşlılığın başlangıcı olarak belirlese de ne zaman sona ereceği pek bilinmez.
Moden toplum hayatı insanların daha uzun yaşamaları için elverişli refah düzenlemeleri ile geçmişe göre ortalama yaşam süresinin uzamasına yol açmıştır. Toplumda farklı yaş kategorileri arasında oranı giderek artan yaşlıların görünürlükleri ve etkileri de artmaktadır. Toplumlar yaşlı nüfus grubunun farkına varmak zorunda kalmıştır. Bir başka ifadeyle yaşlılar toplumda giderek katkıları ve sorunlarıyla daha fazla görünür hâle gelmektedir.
YAŞLILIK STATÜSÜ
Geçmişte tarıma dayalı ekonomik yapının biçimlendirdiği geniş aile içinde yaşlılar, yüksek statülü ve aile yaşamına hâkim durumdaydı. Yaşam süresinin uzun olmadığı bu çağda (ortama yaşam süresi 50’li yaşlarda) yaşlılar sorunlarıyla dile gelmiyordu. Ne var ki, modernleşme ile değişen toplum yapısı ve buna bağlı olarak biçimlenen yeni çekirdek aile yapısı ile yaşlıların toplumsal konumları ve gündelik hayatı sürdürmek için gerekli donanımları yetersiz olmaya başlamıştır. Onca yıl biriktirilen tecrübe yerini teknolojiye bırakınca yaşlının değeri de sorgulanır olmuştur. Ekonomik, sosyal ve psikolojik temelli çeşitli sorunlarla tek başına yüzleşmek zorunda kalmaktadır yaşlılar. Bugün nüfusunun yüzde 10’undan fazlası yaşlı olan gelişmiş ülkelerde yaşlılar ve sorunları önemli hâle gelmiş ve “Yaşlı farkındalığı” oluşmuştur. Hızla yaşlanan gelişmekte olan ülkelerde de yaşlıların refahını artırmaya yönelik bilimsel çalışmalar ışığında sosyal politikalar oluşturulmaktadır.
İnsanın toplumsal bir varlık olduğu gerçeğinden yola çıkılırsa yalnızlığın nedeninin toplumsal; sonucunun ise bireysel olduğu söylenebilir. Yaşlıların yalnızlığı modern toplumda küçülmüş çekirdek aile ile daha çok konuşulur, dert yanılır hâle gelmiştir. “Biz” duygusu yerini “Ben” duygusuna bıraktıkça bireyselleşme arttıkça yaşlıların tek başına evlerinde ölü bulunduğu haberleri de artmaktadır. Yaşlılıkta yaşananların öznesi olan “Yaşlı”nın birçok özelliği genellenebilirken, bazı özellikleri ise bireysel farklılıklarla açıklanır. Yalnızlık da yaşlıların bireysel farklılıklar gösterdiği sosyal ve bireysel sorunlarından biridir.
Günümüzde birçok yaşlı yalnızlıktan yakınırken diğer bazı yaşlılar da yalnızlığı dinlenme, kendine zaman ayırma, anılarını tazeleme olarak değerlendirmektedir. Toplumsal bir pencereden bakıldığında sosyal ölçütlere göre yalnızlıkla ilgili bazı maddeler (eğitim, ekonomik durum, sağlık durumu, medeni durum vb.) sıralayabiliriz, ancak yalnızlık kişisel algılamaya göre ifade edildiğinden ya da yaşanan duygunun bireysel olması nedeniyle objektif bir ölçüme de uygun değildir. Yaşlandıkça sosyal ilişkiler içinde olma durumu ileri yaşlarda (80 yaş ve üstü) azalmaktadır. Doğal olarak yaşlı kişinin bir üst kuşak yakınları, anne babası, teyze, amca, dayı gibi birinci dereceden akrabaları, arkadaşları, akranları hızla azalarak yalnızlaşmasına yol açar. Yaşlının alt kuşaktan yakınları, yetişkin çocukları, torunları ve onların çocukları ile ilişkisini sürdürmesi ve mutlu olması beklenir. Evet, çoğu zaman yaşlılar kendinden sonraki kuşaklarla mutlu olurken ve yalnızlık hissetmezken bazı yaşlılar gençler tarafından anlaşılmadıklarını ve yalnız olduklarını hissedebilirler.
“Yaşlılıkta yalnızlığa neden olan faktörler nelerdir?” sorusuna verilen cevaplar dikkate alınırsa yakın bir duygusal ilişkinin sona ermesi yalnızlığın en yaygın nedenidir. Yaşlıların eş kaybı yalnızlık için iyi bir örnektir. Yaşlılar kalabalık bir aile içinde bile eşleri ölünce kendilerini çok yalnız hissedebilmektedir.
67 yıl evli kalan bir yaşlı çiftten erkek ölünce kadın içinde bulunduğu durumu nasıl tanımladığını şöyle ifade etmişti: “Kendimi çarşıda kaybolmuş bir çocuk gibi hissettim. Gece tek başına uyuyamadım, korktum.” Oysa bu yaşlı kadının aynı apartmanda yaşayan evli bir oğlu vardı. Diğer çocukları ve komşuları da kendisiyle çok ilgiliydi. Yaşlıların yalnızlık ifadelerinde tüm yaşamları boyunca psikolojik durumlarının etkisi olduğu kadar geçmişten getirdikleri sosyal ilişkilerin ne kadar geniş ve güçlü olduğu da yalnızlık duygusu yaşamalarında etkilidir.
Kadınların mı, erkeklerin mi daha fazla yalnızlık duygusu yaşadıkları incelendiğinde araştırmalardan farklı sonuçlar çıkmakla birlikte geleneksel toplumlarda ataerkil düzenin erkeğe daha fazla yeniden evlenme şansı vermesi nedeniyle kocası ölen kadınların daha fazla yalnızlık duygusu ifade ettikleri söylenebilir. Ancak kadınların kocalarından daha genç olmaları nedeniyle kocaları öldükten sonra tek başına daha uzun süre yaşamaları sosyal ilişkilerini de daha sağlıklı ve uzun zaman sürdürdükleri de bir gerçektir.
Çoğu zaman yaşlının evinden ayrılıp bir bakımevine yerleşmesi de yalnızlık duygusunun ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Yalnızlığın bileşenleri de kişiden kişiye değişebilir. Evde tek başına kendine zor bakabilen bir yaşlı için bakımevi iyi bir seçenek olabilirken bir başka yaşlı için evinden, eşyalarından ve anılarını çağrıştıran mekândan ayrılmak “Kökünden koparılmak” olarak algılanabilmektedir. Ayrıca yaşlılıkta yapılan zorunlu göçler de yaşlının yalnızlık yaşamasına neden olmaktadır. Kentsel dönüşüm nedeniyle evinin yıkılması ve yer değiştirmek zorunluluğu, bakıma muhtaçlık nedeniyle kızının ya da oğlunun evine taşınması, köyünü bırakıp şehre taşınmak, savaş nedeniyle güvenli bölgelere geçmek yaşlı için yeni bir çevreye uyum sağlamak zorunluluğu getirmektedir. Bu durumda fiziksel sağlık, ruh sağlığı ve kendine bakabilir olma önemlidir.
AKTİF YAŞLANMA
Yaşlının hayata genel olarak olumlu mu yoksa olumsuz mu baktığı yalnızlık açısından önemlidir. Yarısı dolu bir su bardağında boşluğa mı, dolu kısma mı odaklandığı, kendisinin yaşamına da aynı anlamı yükleyeceği düşünüldüğünde belirleyici bir önem taşımaktadır. Örneğin, bir yaşlı yitirdiği gençliğine, yetersiz hâle gelen gücüne ve yavaşlayan hareketlerine odaklanırsa eksiklik ve kayıp duygusuyla mutsuz olacaktır. Oysa her yaşadığı günü kâr sayabilirse, sosyal ilişkilerini sürdürebilirse güvenli ve mutlu olacaktır. Bu noktada, “Aktif yaşlanma” kavramından söz edilebilir. Aktif yaşlanma, yaşlının her yönüyle “İyi” olarak yaşamını sürdürmesi anlamını taşır. Fiziksel sağlığı, ruh sağlığı, toplumsal katılımı ve bağımsız olarak veya bakıma muhtaç olmadan yaşamını olumlu bir biçimde sürdürebilmeyi vurgulamaktadır. Aktif yaşlanma, yalnızlığa ve olumsuz duygulara yer vermez.
Günümüzde Batı toplumunda “Yaşçı önyargı”, “Yaşlı ayrımcılığı” gibi konularla mücadele edilmekte ve toplumun yaşlıları dışlamasını önleyici sosyal projeler geliştirilmektedir. Bizim toplumumuzda ise kişilerin yaşlandıkça olgunlaştığı, sabır ehli olduğu, bağdaştırıcı ve arabulucu olduğu kültürel ve dinî olarak kabul görmüş olumlu bir yargıdır. Yaşlıların hayat tecrübesi toplumsal bir değer olarak kabul edilir, onlara saygı gösterilir ve onların şükretmeyi bilen tarafları örnek alınmaya çalışılır. Gençlerin yaşlılara hürmet etmesi, iyi davranması toplumsal bir beklentinin devam ettiğini göstermektedir. Örneğin, her ne kadar bayramlar tatil yapmanın bir vesilesi olduysa da, bayramlarda özellikle yaşlıların ziyaret edilmesi toplumsal bir beklenti olarak devam etmektedir. Bu beklenti devam etsin; çünkü toplumu bir arada tutan sosyal ilişkilerdir, toplum üyelerinin biribirleri üstündeki sorumluluğudur. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” diyen İslam dini, toplumun üyelerini birbirine emanet etmiştir. Bu bağlamda yaşlıların kendilerini yalnız hissetmesine izin vermeyecek bir toplumsal dokunun korunması ve geliştirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle eğitim porgramları içinde yaşlılarla ilgili bilgiler yer almalı, yaşlılara da özellikle televizyondan gençlerin beklentileriyle ilgili bilgiler verilmelidir. Böylece iki taraf karşılıklı anlayış geliştirebilir ve kuşaklar arası dayanışmanın modern toplumda da sürdürülmesi sağlanabilir.
Doç.Dr. Ayşe CANATAN – Akademisyen
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı
Bir cevap yazın