Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
“Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak.” Dünyaca ünlü sanatçı Andy Warhol bu sözü 1960’larda söylediğinde henüz ortada ne internet, ne sosyal medya, ne Youtuber’lar ne de Instagram fenomenleri vardı. Warhol bugünü görebilseydi muhtemelen 15 dakikanın bile fazla olduğunu düşünürdü.
Artık ünlü olmanın değil ünlü kalabilmenin marifet sayıldığı zamanlardan geçerken, ününü muhafaza edebilmenin gerginliği bir cambazın yürüdüğü ipin gerginliğine denktir. Herkes nefesini tutmuş, gözlerini dikmiş cambazı izler. Heyecanla beklenen ise cambazın yürüyüşü değil düşüşüdür. Milyonların “Ha düştü, ha düşecek” beklentisinin yarattığı tedirginliğe şimdi bir de ipin hareketliliği eklenmiştir.
“Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak.” Dünyaca ünlü sanatçı Andy Warhol bu sözü 1960’larda söylediğinde henüz ortada ne internet, ne sosyal medya, ne Youtuber’lar ne de Instagram fenomenleri vardı. Warhol bugünü görebilseydi muhtemelen 15 dakikanın bile fazla olduğunu düşünürdü.
Kapitalizm, popüler kültür, tüketim toplumu falan derken geldiğimiz noktada sistem mısır patlatır gibi her gün yeni bir ünlü patlatıyor ve sonra da bunları avuç avuç yutuyor.
Türkiye’de özellikle 1990’lı yıllar, özel televizyonların da hayatımıza girmesiyle birlikte popüler kültür çağının “Ben geelldimmm” diyerek bas bas bağırdığı, kapılarımızı çaldığı yıllardı. Kimse de “Hayrola?” demedi. Kapılar ardına kadar açıldı, evlerimizin baş köşelerine buyur ettik kendilerini. Derken diziler, reklamlar, şarkılar, klipler, mankenler, futbolcular ve “Maraba televole”ler… Kast ve mankenlik ajanslarının patlama yaptığı bu dönemde gençler ünlü olmak için akın akın ajanslara koştu. Üstümüze âdeta ünlü yağıyordu. Ya da henüz daha beterini görmediğimiz için bize öyle geliyordu…
Milenyum çağı olarak adlandırdığımız 2000’li yıllar da bundan pek farklı geçmedi. Sadece biraz daha tüketmeye meyilli, popüler olmaya hevesli bir jenerasyonla “Ünlüler pazarı” format değiştirdi. Popstar, O Ses Türkiye, Yetenek Sizsiniz gibi yarışmalar furyası başlamış, kendini göstermek ve bir şekilde ünlü olmak isteyen gençler için yeni bir alan açılmıştı. Onlarca yarışma ve binlerce yarışmacı içinden yeteneğini sergileyerek sıyrılabilen gençler, yarışma süresince “magazin ünlüsü” olmayı başarırken geriyeyse bugün hâlâ ününü sürdürmeyi başarabilen bir elin parmağını geçemeyecek kadar isim kaldı.
ŞÖHRETE GİDEN YOL
2010’lu yıllara geldiğimizde internet çağının da etkisiyle sosyal medya bir anda hayatımızı sarıp sarmaladı. Facebook, Twitter, Youtube ve Instagram televizyona çıkmadan da ünlü olabilmenin mümkün olduğunu göstererek “Şöhrete giden yol”da rüştünü çoktan ispatladı.
Artık ünlü olmak için ne plak şirketlerinin kapısında yatmaya, ne kast ajanslarında keşfedilmeyi beklemeye, ne yetenek yarışmalarında jüriyi etkilemeye gerek vardı. Kendine güvenen güvenmeyen ama her halükârda görünür olmayı isteyenler bugün bir Youtube videosuyla, bir Instagram paylaşımıyla kendilerinin bile beklemedikleri hızda üne kavuşabilirler. Hatta öyle ki aklından ünlü olmayı geçirmeyenlere dahi vurabilir bu piyango. Tiktok gibi uygulamalar sayesinde, kendi aranızda eğlenmek için çektiğiniz bir videoyla bir de bakmışsınız akşam ana haberdesiniz.
Bildiğimiz, klasik anlamda “Ünlü” olmak cazibesini çoktan yitirdi. Ünlü olmanın bu kadar sıradanlaştığı bir çağda insanlar kendisi gibi olanın popülerliğine daha çok rağbet ediyor. Hayatlarını sosyal medyaya açarak “Bugün bunu giydim, bunu yedim, burayı gezdim”cilere ilginin her geçen gün arttığını görüyoruz. Hatta “Ünlü” olarak nitelendirdiğimiz isimler bile yaptıkları işlerin yanından sosyal medya hesaplarından bu tür paylaşımlar yaparak hedef kitlesinin dikkatini canlı tutmaya çalışıyor.
Şimdi düşünelim…
Artık ünlü olmanın değil ünlü kalabilmenin marifet sayıldığı zamanlardan geçerken, ününü muhafaza edebilmenin gerginliği bir cambazın yürüdüğü ipin gerginliğine denktir. Herkes nefesini tutmuş, gözlerini dikmiş cambazı izler. Heyecanla beklenen ise cambazın yürüyüşü değil düşüşüdür. Milyonların “Ha düştü, ha düşecek” beklentisinin yarattığı tedirginliğe şimdi bir de ipin hareketliliği eklenmiştir. Akrobasi üstüne akrobasi…
PEKİ, BUNCA ATRAKSİYONA GERÇEKTEN DEĞER Mİ?
Beğenilme arzusu, onaylanma isteği, zengin olma hayalleri ve güçlü olma hırsıyla çıkılan şöhret basamakları, bunların yanında mutluluğu da getiriyor mu dersiniz?
Bu soruyu elbette ilk soran ben değilim. İnsanlığın uzunca bi süredir cevap aradığı bu soru üzerine belki de sayısız araştırma yapılmıştır. Ama bir tanesi var ki seksen yıldır sürüyor. 1938 yılında Harvard Üniversitesi’nde başlatılan “Yetişkin Gelişim Çalışması” bu zamana kadar yapılmış en kapsamlı mutluluk araştırması. İnsanı gerçekten neyin mutlu ettiğini bulmaya yönelik bu araştırmanın verileri de oldukça ilginç.
Araştırmaya katılanların yüzde sekseni daha zengin olsalardı daha mutlu olacaklarını, yüzde ellisi ünlü ve şöhret sahibi biri olmanın onları mutlu edeceğini ifade ediyor. Seksen yıllık bu araştırmanın sonuçları gösteriyor ki insanlar daha çok para ve üne sahip olmanın onları başkalarından daha değerli kılacağına inanıyor.
Aslına bakarsanız burada anahtar cümle ne para, ne de ün… İnsanın ikisinde de aradığı asıl şey; “Değerli olma” duygusu. Şöhret bir şekilde parayı da beraberinde getirdiği için “Değerli hissetmenin en kestirme yolu ünlü olmaktan geçer” algısı, insanlığın bilinçaltına yer etmiş durumda. Oysa aynı araştırmanın başka sonuçları bu algının gerçekle pek de uyuşmadığını gösterir bize. Araştırmaya katılan insanlar ancak kaliteli ilişkiler kurdukları zaman gerçek anlamda mutlu hissettiklerini söylüyor. Kaliteli ilişkiden kasıt ise güven duygusuyla insanın kendi olabildiği ilişki biçimi.
Tam bir hayaller hayatlar durumu yani…
İnsanlar şöhretle ve parayla mutluluk hayalleri kurarken, hayatlarının en mutlu zamanları aslında güven duyabildikleri kişilerle kendilerini çekinmeden, olduğu gibi açabildikleri zamanlara tekabül ediyor. Mutluluk motivasyonu şöhret olan insanın mutluluk sebebi çok da uzaklarda değil aslında. Zira ünlü insanların hayatlarına baktığımızda genelde etraflarındaki samimiyet halkasının ünü nispetinde daraldığını ve kendi olmaktan uzaklaşarak zamanla yarattığı imaja dönüştüğünü görüyoruz.
ASIL CEVAP ZENGİN VE MUTLU OLMAK MI?
Mutluluk motivasyonunun şöhret ve para olduğunu, fakat bu motivasyonun gerçeği sanıldığı gibi yansıtmadığını söyleyen sadece modern zamanlardaki araştırmalar değil elbette. Aydınlanma Çağı’nın önemli filozofu Kant, bunu iki yüz yıl öncesinden söylüyor bize. Ona göre mutluluk arayışında olan insanın üç temel motivasyonu vardır: Şöhret, iktidar ve zenginlik tutkusu. İnsan doğasından kaynaklanan bu motivasyonlar, aynı zamanda mutluluğumuzun önündeki en temel engellerdir de. İnsan şöhret, iktidar yani güç ve zenginlik arzusuyla mutluluk peşinde koştukça mutluluk da ondan aynı hızla uzaklaşacaktır. Çünkü insani arzuların sonu yoktur ve doyurulması mümkün değildir. İşte bu nedenledir ki kimse gerçek anlamda mutlu olamaz.
Kant pek de haksız sayılmaz. Zaman onu haklı çıkarmıştır. Moderniteyle birlikte bireycilik yükselmiş, refah içinde yaşamak ve bireysel arzular ön plana çıkmıştır. Bütün bunlar olurken sistem de boş durmamış, bireyin iştahını sürekli kabartan ve diri tutan bir düzen oturtmuştur. Gelişen kitle iletişim araçları ve teknolojiyle birlikte insanların beklentileri her geçen gün artarken sistem bize sürekli hayallerimizin peşinden koşmayı öğütler. Sonuçta insan için istemenin sınırı yoktur ve elde etmediği her şey onu biraz daha mutsuz eder.
“İyi de bizim de bir mutlu günümüz olmayacak mı?” diye soracak olursanız eğer “Şöhret möhret hikâye, mutluluk kendinden memnun olma hâlidir” diyen Kant gibi Rousseau’ya da kulak verelim. Rousseau’nun ilkel ve modern insanın mutluluklarını karşılaştırdığı bir savı vardır. Der ki: “İlkel ve yabanıl işçi en azından başını sokacak bir yuvası varsa, yiyecek birkaç elma ya da fındık bulabiliyorsa, akşamlarını ilkel bir enstrümanla müzik yaparak ya da keskin taşlarla bir balıkçı kanosu yontarak geçirebiliyorsa, bu dünyada hiçbir şeyinin eksik olmadığını düşünebilirdi pekala.” Özetle mutluluk ve zenginliğe giden yol illaki her şeye sahip olmaktan geçmiyor, sahip olmak istediğimiz şeye sahipsek zaten zenginiz, diyor Rousseau.
Zaman zaman magazin haberlerinde çok ünlü isimlerin bir sahil kasabasına ya da bir çiftliğe yerleşerek o şaşaalı hayatlarına veda ettiklerini, kendilerine doğayla iç içe yeni bir yaşam kurduklarını okuruz. Belki de onlar mutluluğun ünlü olmaktan başka bir yolu daha olduğunu keşfetmişlerdir. Her ne kadar şöhret, mutlu olmanın temel motivasyonlarından biri de olsa “Ünlü olmak eşittir mutlu olmak” formülünün işlemediğini herkes bir gün anlayacak. Anlayacak çünkü; herkes bir gün 15 dakikadan kısa bir süreliğine de olsa ünlü olacak!
Jim Carrey’nin dediği gibi; “Umarım, bir gün herkes ünlü ve zengin olur. Hayal ettiği herşeye kavuşur ve böylece asıl cevabın bu olmadığını anlar…”
Hatice Kübra ÖZDEMİR – Yazar
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı
Bir cevap yazın