Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Dil modası, Türkçeye zarar vermekle kalmayıp Fransızcanın da kurallarını veya telaffuzunu bozmaktadır. Neyse ki kısa bir süre sonra Amerika dolayısıyla İngilizce merakı artacak ve yeni moda, Fransızcayı kurtaracaktır.
Neden “Yazıcı” yerine “Printer” veya “Kayıt dışı” yerine “Offtherecord” deriz? Kullandığımız kelimeler neye “Refere eder”? “Yapabilitemizi” mi gösteririz çevremize? Daha “Cool” mu hissederiz yoksa?… May be. But I belief among other things it is trend that shapes our world choices. Because “Dilin kemiği yoktur ama modası vardır!”
Üstelik “İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma”1 olarak tanımlanan dilin modanın elinde girdiği bu biçim, belki yeni, ama modanın elinde malzeme oluşu epeyce eskidir. Fransız düşünür sosyolog Jean Baudrillard’ın,“Hem akla gelebilecek en yapay oyun hem de en derinlere kadar inebilen bir toplumsal biçim” olarak tanımladığı moda, 19. asırdan itibaren “Hepimizin yakasına yapışmış gibi”2 varlığını her geçen gün biraz daha güçlendirerek devam ettirirken dili de etkilemiş; bireyin “düşündüklerini ve duyduklarını” anlatırken yaptığı tercihler, kimliğini ifade eden “Alamod göstergeler” sırasına girmiştir… Öyle ki erken Cumhuriyet yıllarında neşredilen romanlara yansıyan dil modaları, çeşitliliği ve yoğunluğu ile bugünün okurunu şaşırtabilir; ancak kaynakları ve beslendikleri, modanın yöntem ve söylemlerine aşina olanlara hiç yabancı gelmeyecektir.’’
Önce yaklaşık üç asır boyunca diplomatların ve Avrupa saraylarının dili olmuş olan Fransızca,3 Tanzimat’ın ilanının ardından Batı ile ilişkilerin artması sonucu siyaset, kültür ve ticaret alanlarına ait Batı dillerinden pek çok kelimenin ithal edildiği yıllarda alamod bir dil olarak itibar görmeye başlar. Ancak kendisinden kelime ithal edilen bir diğer yabancı dil olan İtalyanca ile Fransızca arasındaki tercihe dikkat edilirse Fransızcanın alamod bir dil olarak itibar görmesinin, entelektüel bir faaliyet yahut siyasi veya ticari ilişkilerin yarattığı bir zorunluluk olarak Fransızca öğrenmekten farklı olduğu anlaşılır. Fransızcadan daha yaygın olmasına rağmen mesela mobilya (İt. mobilia) yerine möble (Fr. meuble), kitara (İt. chitarra) yerine gitar (Fr. guitare), taraça (İt. terazza) yerine teras (Fr. terrace) kelimesinin tercih edilmesinin sebebi, İtalyancanın Fransızcaya kıyasla “Bayağı” bulunmasıdır.4 Çünkü egemen kültür, Fransız kültürüdür.
Fransızca modasının romanlardaki örnekleri öylesine çoktur ki genç yaşlı, kadın erkek pek çok şahısın gerekli gereksiz “Cümlelerine Fransızca kelimeler katarak”5 konuştuklarına yahut İhtiyat Zabiti’nde, birbirlerine “Monşer” diye seslenen “Şık gençler”6 ile örneklendirilebileceği gibi hitap ve selamlamaların neredeyse tamamen Fransızca kelimelere dönüştüğüne sıklıkla şahit olunur. Artık Türkçe sözlüklerde dahi yerini almış olan “Moncher”, “Azizim, dostum’’ anlamında kullanılan bir seslenme sözü”dür ve tanımın devamında kelimenin “davranışlarında Batı özentisi içinde bulunan” şeklindeki sıfat anlamı gelmektedir. Bu, önemlidir. Nitekim İhtiyat Zabiti’nde anlatıcının, gençlerden bahsederken kullandığı “Şık” da sözlük anlamının yanı sıra alafrangalar için kullanılan isimlerden biridir. Bu da önemlidir. Zira yabancı dil modasına uyarak anadillerine ciddi zararlar veren ve bunun farkında dahi olmayanların başını alafrangalık modasının emirberleri çeker ve yazarlar, şahıslarını yaratırken bu durumdan sıklıkla istifade ederler. Ancak iş burada kalmaz. Ankara’da Neşet Sabit’ten bahsederken “Ne terbiyesi terbiyeye, ne maniére’imaniére’e, ne söyledikleri söze benziyor.” diyen Hakkı Bey7 gibi bazıları, cümle içinde de Fransızca kelimeler kullanırken bazıları ise diyaloglarını Fransızca kurarlar. Su Sinekleri’nde Kâmil Bey, ihtiyaç olursa kampa kuaför yollayacağını söylemesi üzerine kızı Dürdane sevinçle, “C’estexquis, moncher papa!” der. Kâmil Bey’in cevabı da Fransızca’dır: “N’est cep a, machere fille?”8
Frenk Dili Bilmek Lazım
Romancılara diyalog yazdırtacak dereceye varan Fransızca modası, esasen bir meseledir ve bazen bir anlatıcı yahut bir şahıs tarafından açıkça dile getirilir. Mesela Su Sinekleri’nde anlatıcı, sonradan görme bir ailenin kızı olan Dürdane için, “Dürdane, yabancı bir dili okumak, öğrenmek kaygısıyla değil; sokakta, vapurda, sinemada, çetrefil konuşmak, lisan bildiğini anlatmak için öğrenmişti. Arkadaşlarının yanında, Fransızcayı imsâk etmesi, onların cehaletlerine karşı, bir nevi protesto makamında, mahiyetinde idi.”9 der. Yahut Çapkın Kız romanında bizzat Çapkın Kız, “Ben İngilizceyi, matmazelimle en kuvvetli ağız kavgası edebileyim diye öğrendim, Fransızcayı modadan ayrılmış olmamak için su gibi ezberledim.”10 sözleriyle bu yoldaki gayretini izah eder. Su Sinekleri’nde anlatıcıya veya Çapkın Kız’a bu izahı yaptıran Fransızca yerine başka bir alamod unsur koyulabilir. Zira alamod yaşamın temel saiki, bir kimlik edinmek ve bu kimlikle diğerlerinden farklı veya üstün olmak değil midir? Ancak Dürdane, işi ileri götürerek evinde babasıyla da Fransızca konuşmakta; babası Kâmil Bey de ona Fransızca karşılık vermektedir ki bu sahnede izlenen bireysel ve toplumsal sorun yumağının çözülmesi bile başlı başına bir meseledir.
Sebebi veya sonucu ne olursa olsun Dürdane ve Çapkın Kız, Fransızca modasının nispetle başarılı uygulayıcılarıdır. Bir de Cumbadan Rumbaya’da, “Ben biraz Fransızca gonversasyon dersi alıyorum. Hocam ihtiyar bir Yahudi. Sana da verir ders. Apartmanda sosyete görünce biraz Frenk dili bilmek lâzım.”11 diyen Tahsin Bey gibiler vardır ki daha neden Fransızca öğrenmeleri gerektiğini anlatırken akim kalırlar. Zâniyeler’de Fitnat, Şişli’nin kibar muhitine karıştıktan sonra tanıdığı harp zengini Hâmit Nejat Bey’in asrî yaşantıya uyum sağlamaya çalışırken düştüğü gülünç hâli, “İşin asıl tuhaf tarafı, Türkçeyi dürüst konuşamayan bu adamın bir de konuşurken sözleri arasına, başını gözünü yararak, Fransızca kelimeler sokması ki, insana katıla katıla gülmek ihtiyacını veriyor.”12 sözleriyle anlatır. Fitnat, Hâmit Nejat Bey’le eğlenmektedir. Ancak bazıları lisan bilmek, lisan biliyor görünmek hevesi ile düşülen bu gülünç hâlden bahisle meselenin ciddiyetine dikkat çekerler. Yalnız Dönüyorum’un kahramanı Yıldız, bunlardan biridir. Genç kadın, eşi Hasan’ın metresi olacak Kadıköylü Raife Hanım’ın “Lisan biliyor, görünmek” hevesini anlatırken “alışmamış ağzında Fransızca kelimeler yeni yeni kalıplara” girdiğini söyler:
Kendisine sigara ikram eden bir erkeğin gözlerinin içine kadar girip süzülerek; şöylece uzanıp oturduğu yerden tembel tembel başını kaldırarak:
― Çok (jantiye) siniz; mil mersi! diye teşekkür ediyordu.
Bir gün de kendisini ziyarete gelmeyen bir tanıdık kadına:
― Artık bizi hiç (frekante) etmiyorsunuz; diye sitem ederek hepimizi güldürdü.
Zaten, millî dil cereyanlarından, ne şundan ne bundan haberi olmayan birçok kadın vardı ki hep böyle yarı Türkçe, yarı Fransızca kelimelerle cümleler yaparak konuşmayı büyük bir meziyet, bir Avrupalılık sanıyorlardı.13
Dil Modası Fransızcayı da Bozuyor
Anlaşılan dil modası, Türkçeye zarar vermekle kalmayıp Fransızcanın da kurallarını veya telaffuzunu bozmaktadır. Neyse ki kısa bir süre sonra Amerika dolayısıyla İngilizce merakı artacak ve yeni moda, Fransızcayı kurtaracaktır. Ancak baskın dil değişse de Türkçedeki istila aynı şekilde hatta daha ağır şartlarla devam edecektir.
Bahçemde Bir Gül Açtı romanının kahramanları romancı Nevres Vacit, oğlu Rasih Nevres, kardeşi Hürrem Hakkı ve köşk komşuları Belma ile Ferhunde’dir. İkisi yetişkin, üçü genç bu beş şahıs, diğer pek çok roman kişisi gibi konuşurken yabancı kelimeler kullanırlar; ancak burada Fransızcanın yanına İngilizce de eklenmiştir. Meselâ Hürrem Hakkı Bey kardeşini “Bonjur, Vacit” diye selamlarken14 Belma, Ferhunde’ye “Hello” diye seslenir ve aynı şekilde cevap alır.15 Kızlar, karşılaştıkları yerde Rasih Nevres’e de İngilizce selam vermektedirler.16 Rasih ise bir gün amcasının kendisine gösterdiği bir resim ile Belma arasındaki benzerlik üzerine konuşulurken “Neresi, hangi hâli, hangi tavrı benzemiyor? Bunu katiyetle söyleyemeyeceğim, gösteremeyeceğim. Bir ‘je ne saisquoi’ var.”17 derken olduğu gibi Fransızcayı tercih etmektedir. Bu tablodan okunması gereken ilk şey, yabancı dil modasındaki değişimdir. Yetişkinlerin Fransızcası, yerini İngilizceye bırakmıştır. Bu yüzden Rasih’e “Hello” diye seslenen kızlar, Hürrem Hakkı Beyi “Bonjur Beyefendi!”18 sözleriyle selamlarlar. Öte yandan hayatlarını sinemalardan, dergilerden ve tercüme romanlardan öğrendikleri ile biçimlendiren kızların akranı Rasih’in Fransızcası, yazarın genç adamı diğerlerinden ayırmak için kullandığı bir unsur olarak kabul edilmelidir. İngilizceleri ile kendilerini belli eden sinema neslinin yanında herhâlde Rasih, kötünün iyisidir. Yazar, Yalnız Dönüyorum’da okunan Yıldız’ın dil bilinci ve hassasiyetini geçmiş; belki de daha problemli addettiği zamanın gençliğinden farklı bir şahsiyet olarak kaleme aldığı Rasih’e Fransızcayı hak yahut bir yazarın oğlu ve eğitimli bir genç olmasına rağmen Rasih’in de konuşurken Fransızcadan yararlanmasını hoş görmüştür. Erken modernleşme döneminin değişim lokomotifi alafrangalık modasının gidişatını anlamak için buraya bir mim koymak gerekir. Ayrıca Ferhunde’nin misafir gittiği Belma’nın evinden ayrılırken arkadaşına “Orövvuar Belma!”19 diyerek vedalaşmasından yola çıkarak kızların da en azından selamlaşıp vedalaşabilecek kadar Fransızca bildikleri, söylenmelidir. Modernleşme döneminin son düzlüğü olan Cumhuriyet’in ilk yılları, alafrangalık modası devam etmekte, ancak alafranga değişmektedir.
Sinemalardan Kapma Bir Kapris Telâkki
Sodom ve Gomore romanında Leyla ve “Kapitan Cakson Rid”, telefonda İngilizce konuşmaktadırlar. Necdet’in bu konuşmadan rahatsız olduğunu fark eden kolejli Nermin, Necdet’e “Esasen Amerikalılar da İngilizleri hiç sevmezler.” der. 20 Evleri İngilizler tarafından zapt edildiği için Necdet’le o an için empati kurduğu düşünülebilecek olan Nermin, belki de İngilizlere karşı hislerini Amerikalılar üzerinden ifade etmektedir. Ancak Nermin’i, evlerinin ellerinden alınmasından ziyade anne ve babasının her fırsatta birilerine başvurup tanıdıkları işgal kuvvetlerinin adamlarına dert yanmaları rahatsız etmekte; genç kız, “…bir insanın hususî hayatına dair başkalarına bu kadar tafsilât vermesini ‘‘Şoking” bulmaktadır. 21 Özetle İngilizcenin modalaşmasının sebebi İngiltere değil; Amerika’dır ve her ne kadar Nermin kolejde eğitim görüyor olsa da gençlerin İngilizceye gösterdikleri merak, Su Sinekleri’nde anlatıcının söylediği gibi “Yabancı bir dili okumak, öğrenmek kaygısıyla”22 doğmadığı için genellikle bilinenler sinema perdesinden öğrenilmektedir.
Âdem ve Havva romanında, Cahit’in sevgilisi Deniz Fransızcadan başka lisan bilmemesine rağmen son günlerde sık sık İngilizce kelimeler kullanmaya başlamakta; genç adamın boynuna sarılırken onu “Dearling, my dear…” diye sevmektedir. Cahit, bu tavrı “Sinemalardan kapma bir kapris telâkki” eder.23 Romanın devamında Deniz’in İngilizce kelimeler kullanmasının sebebinin bambaşka bir şey olduğu anlaşılacaktır. Ancak burada, Cahit’in kanaati, devri yansıtması bakımından anlamlıdır.
Fransızca yahut İngilizce, yabancı dil modasının konuşma diline bir diğer etkisi, Türkçe kelimelerin telaffuzunda izlenir. Yolpalas Cinayeti’nda anlatıcı, Sallabaş ailesinin evindeki bir eğlencede bulunan misafirleri okura tanıtırken erkekler arasında “Şişli bayanlarının cep köpeği nevinden, ‘r’leri Fransız gibi söyler, peltek ve jigolo makulesi gençlerden”24 kimse olmadığını haber verir. Sallabaşların toplantısında bir teki dahi bulunmamakla birlikte Düşkünler’de Fahamet’in “golf pantolon giymeyen, Amerikan iskarpini olmayan, pipo taşımayan, Türkçeyi İngilizce şivesi ile söylemeyen, İngilizce birkaç şarkı bilmeyen”25 delikanlılardan hoşlanmadığını söylemesinden anlaşılacağı üzere Türkçe kelimelerin Fransız yahut İngiliz aksanıyla söylenmesi makbul, hatta cazip hâle gelmiştir.
Erken Cumhuriyet dönemi romanlarından alınan örnekleri arttırmak ve yapılan değerlendirmeyi derinleştirmek mümkündür. Ancak bu kadarı bile dil modaları hakkında bilgi vermeye yahut dünden bugüne süregelen benzerliği/ akışı “İgnore” etmeyi imkânsız kılmaya yetiyor aslında, değil mi?
1 Türkçe Sözlük, TDK.
2 Jean Baudrillard, Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm, çev. Oğuz Adanır, 4. bs., İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2016, s. 152-153.
3 D. Waquet- M. Laporte, Moda, Çev. Işık Ergüden, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2011, s. 110-111.
4 Fahir İz, 221-222
5 Mebrure Sami, Leylâklar Altında, İstanbul, İkbal Kitabevi, 1936, s. 215.
6 Burhan Cahit, İhtiyat Zabiti, İstanbul, Kanaat Kütüphanesi, 1934, s. 69.
7 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, 7. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 1998, s. 131.
8 Mahmut Yesari, Su Sinekleri, İstanbul, Semih Lütfü Sühulet Kütüphanesi, 1932, s. 167.
9 Mahmut Yesari, Su Sinekleri, İstanbul, Semih Lütfü Sühulet Kütüphanesi, 1932, s. 73.
10 Aka Gündüz, Çapkın Kız, İstanbul, Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, 1930, s. 18.
11 Server Bedi, Cumbadan Rumbaya, s. 72.
12 Selâhattin Enis, Zâniyeler, º, İstanbul, Ali Toygar Cumhuriyet Kitabevi, 1943, s. 104.
13 Şükûfe Nihal, Yalnız Dönüyorum, İstanbul, Kenan Basımevi, 1938, s. 162.
14 Mahmut Yesari, Bahçemde Bir Gül Açtı, s. 8.
15 Mahmut Yesari, Bahçemde Bir Gül Açtı,s. 11.
16 Mahmut Yesari, Bahçemde Bir Gül Açtı, s. 93.
17 Mahmut Yesari, Bahçemde Bir Gül Açtı, s. 61.
18 Mahmut Yesari, Bahçemde Bir Gül Açtı, s. 94.
19 Mahmut Yesari, Bahçemde Bir Gül Açtı, s. 206.
20 Yakup Kadri, Sodom ve Gomore, İstanbul, Hamit Matbaası, 1928, s. 25.
21 Yakup Kadri, Sodom ve Gomore, İstanbul, Hamit Matbaası, 1928, s. 24.
22 Mahmut Yesari, Su Sinekleri, İstanbul, Semih Lütfü Sühulet Kütüphanesi, 1932, s. 73.
23 Yaşar Nabi, Âdem ve Havva, İstanbul, Muallim A. Halit Kitaphanesi, 1932, s. 72.
24 Halide Edip, Yolpalas Cinayeti, İstanbul, Muallim Ahmet Halit Kitap Evi, 1937, s. 14.
25 Sadri Ertem, Düşkünler, İstanbul, Resimli Ay Basımevi T.L.S., 1935, s. 103.
Çilem TERCÜMAN – Akademisyen
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı