Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Her anı ölümsüzleştirme derdi ile elimizden düşürmediğimiz telefon ile anıları telefona kaydederken, onları tam da cereyan ettikleri yerde yaşamayı ıskalıyor, bu yüzden anılarımızı hatırlamak için hafızamıza değil telefonumuza bel bağlıyoruz.
Bizi içten içe yiyen ancak bir türlü adını koyamadığımız, kalbimizde amansız şekilde duyduğumuz. Hayatımızda büyük bir eksikliğin olduğunu işaret eden, içimizi kasıp kavuran, huzursuz eden ancak gün yüzüne çıkıp da kendini göstermeyen o his: Yalnızlık. Özellikle çağımızda yaşayan insanın tanımlamak şöyle dursun fark etmekte zorlandığı insanı kıskıvrak girdabına alan baskın bir duygu. Hele ki insanların birbirleriyle en çok iletişimde olduğu, yüzyılın icadı olan “Sosyal medya” vasıtasıyla sözüm ona en “Sosyalleştikleri” devirde en yalnız hissetmeleri ise şaşırtıcı gibi görünse de tam olarak sebebi kendisinde saklı (menkul). Küreselleşmeyle birlikte her anlamda birbiriyle bağlantı ve iletişim hâlinde olan günümüz insanı, dünyanın en ücra köşesinde bile yaşayan kişiler ve onların hayatlarına dair bilgilere vâkıf olabiliyorken, bu kadar “Kalabalığın” ve “Bilgi bolluğunun” arasında en çok depresyon ve yalnızlıkla ilgili problemler yaşamaları ise mercek altına alınması gereken önemli bir konu olarak önümüzde duruyor. İçinde yaşadığımız yüzyılın getirdiği imkânların baş döndürücü çeşitliliği göz önüne bulundurulduğunda, “Yalnızlık” gibi “Basit” görünen bir soruna kolay bir çözümün sunulmaması ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. En komplike hastalıkların, türlü kanser çeşitlerinin dahi tedavileri bundan önce hiçbir devirde olmadığı kadar kolay ve mümkün iken insanlığın en gelişmiş çağını yaşadığı şu zaman diliminde “Yalnızlık” gibi bakıldığında kolay görünen bir meselenin çok rahat bir şekilde hallolması beklenebilir. Aslında meselenin de en can alıcı noktası burası. Somut bir problem olarak görülmeyen bu modern hastalığın, tam da bu yüzden üzerine gidilip teşhisi konulamıyor. Fakat ironi de o ya; kimse tarafından sahiplenilmeyen bu yalnızlık duygusu hepimizi bir şekilde zaman zaman etkisi altına alıyor.
SOSYAL MEDYA ETKİSİ
Peki, nasıl oldu da insanlık medeniyetinin ve teknolojinin en ileri seviyelerine eriştiğini düşündüğümüz bu zaman diliminde yalnızlık gibi bir mesele çağın problemi hâline geldi? Bu sorunun cevabını bir nedene indirgemek mümkün olmasa da küreselleşme ve onun yanında getirdiği istenmeyen sonuçlarla açıklayabiliriz. Küreselleşme ile tüm dünyaya bağlanırken kendimizden bir nevi koptuğumuzu söylemek sanırım abartı olmaz. Bizi bizden ve olduğumuz andan koparan küreselleşmenin en önemli ürünlerinden biri olan dijital medyanın bundaki rolü azımsanmayacak kadar büyük. Zira bir zamanlar yalnızlık, yaşlıların en büyük problemi olarak addedilirken, bugün en çok gençlerin kendilerini yalnız hissetmeleri tesadüf olamaz. Sosyal medyayı en çok kullanan yaş grubunun gençler olduğu düşünüldüğünde sorunu çok da uzaklarda aramaya gerek kalmıyor. “Sosyal medya etkisi” ismini verdiğimiz bu durum, kişileri dünya ve dünyadaki olaylarla daha çok irtibata geçirdikçe kendileri ile olan bağlarını sarsıyor, kendilerini oluşturan temel unsurlar zaman içinde ya ihmal ediliyor ya da tümden unutuluyor. Kişiler kendileri ile “O an”da yaşamaktan çıkıp kendilerini, sınırı ve çizgisi belli olmayan bir dünyada buluyor ve bu oluşan “Araf” durumu, kişilerin temellerini ve gerçekliklerini görme konusunda netliği göz görmeyecek şekilde bulanıklaştırıyor.
Hepimizin çok iyi bildiği, çoğumuzun hayatının belki en önemli parçası hâline gelen dijital mecralar, önce bizim kendimize olan bakış açımızı sonra da hayata ve olaylara karşı yaklaşımımızı/perspektifimizi çoğu durumda olumsuz yönde etkiliyor. En basitinden insan doğası gereği ister istemez sosyal platformlarda gördüğümüz kişiler ve hayatlarla kendimizi hiç de adil olmayacak şekilde karşılaştırma eğilimine giriyoruz. Hele ki sosyal medyada hiç olmadığı kadar hayatların teşhir edildiği, kişilerin normal şartlarda vâkıf olamayacağımız o kadar farklı yönlerine, hayatlarında maddi olarak sahip olduklarına şahit oluyoruz ki bu durum doğal olarak insanda özellikle de henüz karakter oluşturma sürecinde gençlerde çeşitli “Ruh hâli bozukluklar”ına neden oluyor.
Gösterişli hayatlara, dünyanın en imrendirici yerlerine seyahatlere, standartları yüksek hayatlara ve daha birçoğuna bu mecralar vasıtasıyla şahitlik eden, maruz kalan sadece gençler değil. Olgun insanlar dahi böyle bir tablo karşısında kendini “Eksik” hissediyor. Sosyal medyanın, bu saydıklarımızdan daha da vahim olan ve asıl yalnızlık duygusunu pompalayan özelliklerinden biri de insanın etrafında çok fazla dostu, çok fazla takipçisi ve bir o kadar da çok “Beğeni/like” alan bir etkileşim alanı olması gerektiğine dair oluşturduğu yanlış algı. Kişi ne kadar çok arkadaşı varsa, ne kadar çok bunlarla sosyal medyada görünüyor ise o kadar sevildiğini, o kadar değer gördüğünü düşünüyor. Her ne kadar sosyal medya böyle bir amaç üzerine kurulu olmasa da kullananlarından elinde sanal platformun en öne çıkan özelliği hep bir “Kalabalık” görünme imajı üzerine kurulu oluyor.
Çoğu kere görmüşüzdür, insanların sosyal platformlarında ne kadar çok ismi bir fotoğrafta etiketletme çabası içinde olduklarını, belli kişilerle “Birlikte” olduklarını insanlara gösterme uğraşına girdiklerini. Kullandıkları #friends, #squad, #youcantsitwithus gibi Batı’dan ithal edilmiş çeşitli hashtag’lerle kendilerinin nasıl özel olduklarını, o an o grubun içinde olmayan/olamayanların ise ne kadar da dışarıda kaldıklarını dolaylı da olsa ima eden ifadelere yer verdiklerini. Dijital medyanın bu amaç dâhilinde kullanımı, hem paylaşım yapan kişiyi büyük bir yanılgıya sokmakla kalmıyor servis edilen kişilerde de eksik hissetme, dışlanma ve yalnızlık gibi dışarıdan baktığımızda belli olmayan ama hayat kalitelerini, hayata bakış açılarını olumsuz etkilenmesine yol açıyor. Kişiler sosyal medya sayesinde belli bir grupta olmaları üzerinden kendi değerlerini ölçüyor, gerçek, organik olarak geliştirilmesi gereken ilişkiler olduğu gerçeğini ıskalıyorlar.
Gerçek olanın sanal ile sahici olanın sahte ile karıştırıldığı bir ortamda bireyler bu yapay dünyada kendini o grupta, belli imajda görebildiği kadar bir “Çevreye” ait olduğunu, bunun gerisinde kaldığında ise kendini yalnız hissediyor. Bu insanı öylesine karanlığa iten bir duygu ki hem içinde olan kişinin arkadaşlığa, hayata olan bakış açısını sahte, sahici olmayan dinamikler üzerinden kurmasına neden oluyor hem de dışında kalan kişinin pasif olarak da olsa kişinin kendisini halka dışında kaldığını algısı yaratıyor. Bu durumu daha da açıklayacak olursak; hepimizin zaman zaman yakındığı, elimizde bulunan telefonda bir paylaşım derdinde olmaktan ya da başkalarını o platformlarda takip etmekten tam da içinde olduğumuz o anı, içinde olduğumuz güzellikleri, nimetleri hep kaçırmamız, telefondan başımızı kaldıramadığımız için. Her anı ölümsüzleştirme derdi ile elimizden düşürmediğimiz telefon ile anıları telefona kaydederken, onları tam da cereyan ettikleri yerde yaşamayı ıskalıyor, bu yüzden anılarımızı hatırlamak için hafızamıza değil telefonumuza bel bağlıyoruz.
DÜŞÜNMÜYOR ÜRETMİYORUZ
Dijital medyanın insanı yalnızlık duygusuna ittiği bir gerçek iken öte yandan da insanın aklını bir yandan sürekli oyaladığı, sürekli bir köşesinde durduğu için kişinin kendisi ile kalmasını, meseleleri derinlemesine düşünmesini engelliyor. Dikkati sanal âlem ile dağılan günümüz insanında, dikkat dağıtıcı öğelerden uzaklaşarak kenara çekilip meseleler üzerine düşünmek, üretmek için dünyadan bir süre kopmak gibi mefhumlarının artık olmadığını görüyoruz maalesef. Düşünülmediği için de maalesef üretemiyor, sadece bize sunulan ve maruz kaldığımız örneklerin kötü kopyalarını yapmaktan ve yaşamaktan ötesine gidemiyoruz çoğu durumda.
Yeni bir şeyler söylemek ve ortaya çıkarmak için, sosyal medyanın ve içindekilerin bize yanlış bir algı olarak sunduğu kişiyi yıpratan yalnızlık duygusundan “Değerli yalnızlık”a yönelmek, yani dikkatimizi dağıtan, bizi düşünmekten alıkoyan şeylerin fişini çekip kenara çekilip derinleşmek gerekiyor. Burada tamamen sosyal medya ve sağladığı yararlara göz ardı edelim, bir kenara kaldıralım demiyorum. Aksine çağın bize sunduğu bu imkânı yerinde, bize ve kişisel gelişimimize katkı sağlayacak şekilde sarf edelim, hayatımızın merkezine koymadan bizi kendimizden ve kendi gerçekliğimizden koparmayacak şekilde istifa edelim. Cenab-ı Hakk Ayet-i Kerime’de, “Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve oyalanmadan başkası değildir.” buyurduğu gibi çağın getirdiği oyalanma araçları ile ne daha fazla kendimizi kaybedelim, ne dünyaya asıl geliş amacımızı unutalım.
Sare Selvi DOĞAN – Gazeteci
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı