Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Aşkın mutluluk getirdiği hikâyelere ne kadar şahit oldunuz bilemem ama arzuların, hazzın, sahip olma ya da fedakârlık yapmanın beklenti doğuracağı ve karşılanmayan beklentinin de acıyla sonuçlanacağı aşikâr.
Mum ışığında romantik akşam yemekleri, kalpli yastıklar, sevgililer günü, Whatsapp’tan gönderilen vıcık vıcık kamyon arkası yazıları, Facebook duvarından ilanı aşklar, tek taşlar, kuaföre bin lira ödenen gelin başlar… Mutluluk için üretilen tüm klişelerden ve sığlıklardan uzakta, orda bir huzur var uzakta… Abartı yorar… Bu yüzden mutlu aşk yoktur, tatlı huzur vardır.
Arama motorunu aç “Aşk” yaz, enter… aşk sözleri, aşk nedir, aşk filmleri…
Arama motorunu aç “Mutluluk” yaz, enter… mutlu olmak için on kural, mutluluk nedir, mutluluk ile ilgili özlü sözler…
Arama motorunu aç “Aşk ve mutluluk” yaz, enter… aşk ve mutluluk mümkün mü, mutlu aşkın süresi ne kadar, mutlu aşk için beş altın kural…
Sığ, yavan, basit.
Anlam ne kadar göreceli ise hakkında atıp tutmak kolaylaşıyor. Kelimeler ne kadar çok kullanılırsa o kadar derinliğinden uzaklaşıyor. Abartılan her şey gözü yorduğu kadar gönlü de yoruyor.
Şarkılar, şiirler, filmler, diziler… Çoğunda mutluluğa ve acıya dair ne varsa aşkla besleyerek ortaya çıkıyor. Aşktan geriye kalan “Mutlu son”lar acıyla yoğrularak final yapıyor.
Aşkın da mutluluğunda belli bir tanımı yok. Ya da o kadar çok tanımı var ki herkes kendi üzerine olanı giyiyor. Fakat şunu söyleyebiliriz; mutluluğa giden yol olarak sürekli “Aşk” telkin ediliyor. Bu, günümüzde aşktan ve mutluluktan anlaşılanın genellikle “Haz” olmasıyla da ilintili olsa gerek. Sadece haz değil hiçbir duygu başladığı yoğunlukta kalamaz. Hayranlık, üzüntü, öfke… Yoğun yaşanan duygular hep ürkütmüştür beni. Ne kadar hızlı ve yoğun başlarsa kayboluşu da o kadar hızlı olur. Aşk da bu yoğun duygulardan biri. Belki de bu yüzden aşka belli süreler biçiliyor.
Aşkın mutluluk getirdiği hikâyelere ne kadar şahit oldunuz bilemem ama arzuların, hazzın, sahip olma ya da fedakârlık yapmanın beklenti doğuracağı ve karşılanmayan beklentinin de acıyla sonuçlanacağı aşikâr.
AŞK NE İSTER?
Aşk her ne kadar fedakârlık gibi görünse de özünde beklentidir, umut etmektir. Beklentinin karşılandığı durumlarda yeni bir beklenti oluşturur. Yetinmeyi bilmeyen, şımarık ve mızmız bir çocuğun bağımlılığı gibidir. İstediğine ulaştığında gözünde büyüttüğünün aslında içindeki ile alakası olmadığını anlar. Şarkıdaki gibi “Sen sandığım şey belki benim yüreğimdi” aşamasına gelene kadar ister de ister. Sonra “İçimdeki Leyla’ysa sen kimsin, sen Leyla isen içimdeki kim?” mertebesinde düğüm çözülür. Böyle bir aşkta aşk ya yön değiştirir -hakikat arayışı varsa- ya da Frederic Beigbeder’in öngörüsü gerçekleşir.
“Sivrisineklerin ömrü bir gündür, güllerinki üç gün. Kedilerin ömrü on üç yıldır, aşkınki üç. Böyle işte. İlk yıl tutku, sonra bir yıl şefkat ve nihayet bir yıl can sıkıntısı.
İlk yıl ‘Beni terk edersen kendimi öldürürüm.’ denir.
İkinci yıl ‘Beni terk edersen acı çekerim, ama kendimi toparlarım’ denir.
Üçüncü yıl, ‘Beni terk edersen şampanya patlatacağım’ denir.
Sizi aşkın hayat boyu sürdüğüne inandırırlar, oysa aşk kimyasal olarak üçüncü yılın sonunda yok olur.
İlk yıl eşyalar satın alınır.
İkinci yıl eşyaların yerleri değiştirilir.
Üçüncü yıl eşyalar paylaşılır.’’
Aşk boşluktan, mutsuzluktan doğar. Bağlanma, aidiyet duyma duygusunun en baskın olduğu dönemlerde olmayacak kişilere âşık olunabilir. Âşık olduğu kişinin bir sözünden, bakışından, duruşundan mutluluk sebepleri aramaya-bulmaya başlar sonra insan. Oysa “Umut en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır.” (Nietzsche)
Mutluluk beklentilerin gerçekleşmesine bel bağlanmayacak kadar yakındır aslında. Sürekli bir huzuru geçici bir mutluluğa tercih ettiğinizde sebepler aramaya da gerek kalmaz. Bukowski’nin dediği gibi “Dünyaya mutlu olmaya gelmediğini kabul ettiğinde mutlu olmaya başlıyorsun.”
MUTLULUKTAN ANLAŞILAN…
İnsan kemalatına çıkan merdivenleri tırmandıkça, çocukluk ve ergenliğin abartılı, sürekliliği olmayan duygularından arındıkça sadeleşir. Bunun yaş almakla alakası da yoktur. Elli yaşında ergenlikten çıkamamış, on altı yaşında hayatın sırrını aramaya kendini adamış örnekleri görüyoruz. Sadeleşmek tutarlı ve güvenli bir kimliğin işareti…
Bu tutarlılık ve güven iç huzuru beraberinde getirir. İçinde huzuru yakalayan ilişkilerini bu huzurun emin ellerine bırakır ve güven üzerine bina eder. İnsandan beklentiye girerek huzurunu kaçırmaz. Beklentisi gerçekleşmediğinde umut etmekten vazgeçmez. Sebeplere sarılmaz, sonuçlardan etkilenmez. Sevmeyi alışverişe dönüştürmez. Ne istediğini bildiği için boşluktan doğan duygulara kapılmaz ya da öyle bir boşluk hayatında yer etmez. Sevgisi makbul olan ibadete benzer. Yoğun değil fakat istikrarlı. Daha az ama devamlı… Mutluluğun gürültüsü yerine huzurun sessizliğine sığınır.
“Aşk görme engelli bir coşku, görmezlikten kaynaklanan bir bağdır” diyor Ali Şeriati Kevir kitabında. Ve devam ediyor, “Oysa sevgi bilinçlice bir bağ; apaçık duru bir görmenin sonucudur.”
Kalıplardan sıyrılmış, “Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan kadın” egosundan, otoritesini kadını sindirmekle sağlayacağını sanan erkek hegemonyasından kopmuş, çarpışan benliklerinin aşk ihtiyacını hediyeler, eşyalar, gezmeler tozmalar ya da “Ya benimsin ya kara toprağın” cinayetlerinden sağlamayan bir huzur var.
Tıpkı “Ömür Dediğin” TV programında ninelerin, dedelerin anlattığı upuzun saadetlerin gölgesi gibi. Dingin ve ağır ağır yaşanan, sabırla işlenen, şükürle süslenen hayatın huzuru. Birlikte markaların peşinde koşan, bonuslarla coşan aşk böcükleri, toprakta, tohumda elleri buluşan bu ihtiyarları anlayamaz muhakkak. “Sen hiç âşık oldun mu nineciğim?” diye sorulduğunda yüzü kızaran ninelerin, beyini gösterip “Ben bununla görmeden evlendim, Allah yokluğunu göstermesin” derken mutlu olmak için sebep aradığını hiç sanmıyorum.
Ya da şöyle bir diyaloğun aşk sahnelerinde geçeceğini;
Dede: Fakiriz emme yoldan geçeni illa buyur ederiz. “Bi kalender çorbası içelim, bi kalender gaavesi içelim” deriz.
Nine: Bu benden önce ölsün. Ben bundan önce ölüceg olursam bu çog erezil olur. Bakan olmaz buna.
Ne demiştik… Abartı yorar… Bu yüzden mutlu aşk yoktur, tatlı huzur vardır. O zaman birlikte söyleyelim o şarkıyı;
“Aşk bir dengesizlik işi,
Dengeye dönüşendir sevgi, sensiz olmaz…
Yine kendi kendime sormadan duramadım,
Niye seni böyle istiyorum diye bulamadım…”
İsmihan ŞiİMŞEK – İletişim Danışmanı
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı
Bir cevap yazın