Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Ne kadar da umutluydum 2020 yılından…
Uzun yıllardır her sene düzenli olarak gittiğim Amerika’ya son üç yıldır farklı sebeplerden dolayı gidememiştim. Bu arada çok yakın bir arkadaşım, o tatlı çekik gözlü kızından sonra ikinci bebeği olan tatlı mı tatlı oğlunu dünyaya getirmiş ve hatta bebek yürümeye başlamıştı ama ben henüz kendisini görememiştim. Sonunda işlerimi ayarladım ve kendimi heyecanla bavulumu toplarken buldum. Bekle beni New York. Sonunda geliyorum… Hatta yeni yılı da birlikte kutlayacağız, yaşasın, çok mutluyum.
Her sene yeni yıl kutlamalarında, meşhur Times Square Meydanı’nın ortasına kurulan kocaman ve disko topu gibi her renge dönen top, geri sayım sırasında yavaşça aşağı iner; en aşağıya geldiğinde geri sayım bitmiş ve yeni yıla girilmiş olur. Yıllarca New York’ta yaşamış olmama rağmen bu seremoniyi bizzat yerinde görmemiş sadece televizyonda izlemiştim.
Takvimler 2019 yılının son gününü gösterdiğinde, günlerce süren hummalı çalışmaların bittiğini ve meydanın kutlamalar için hazır olduğunu akşam haberlerinde bildirdiler. Tüm dünya ülkelerinden gelen ziyaretçiler saatler öncesinden meydanı hınca hınç doldurduğu için bizim de meydana erken gitmemiz gerekiyordu. Ama nerde… Bir türlü karar veremedik ki evden zamanında çıkalım. Sonunda karar verdiğimizde ise saatler neredeyse gece yarısını gösteriyordu. Bir koşuşturmaca, bir telaş. Tabii ki çok gecikmiştik ve ışıklı topu gören tüm sokaklar tıklım tıklım doluydu. Umutsuzca ne yapacağımızı şaşırmış hâlde birbirini paralel ve dik şekilde kesen caddeler arasında gidip gelirken bir anda, topraktan köklerini çıkararak kaldırım taşlarını yerinden oynatmış olan bir ağaç, âdeta bizi yükselterek seremoniyi daha iyi görmemize yardım etmek istermiş gibi karşımıza dikildi. Ve işte artık geri sayım başlamıştı. 2020 yılı tam on saniye sonra bütün ihtişamı ile tüm dünya insanlarını, din-dil-ırk gözetmeden kucaklayacaktı. Bu yılın ismi bile ayrı bir güzeldi, iki bin yirmi.
10-9-8-7-6-5-4-3-2-1…
Evet, ne kadar da umutluydum 2020 yılından.
İlk iki ay rüya gibi başlamıştı ama sonra bir kâbusa dönüştü. Ama ne kâbus, gitgide insanı rahatsız eden bir karabasan. Biliyorsunuz ama bir de ben anlatayım size; solunum yoluyla insandan insana bulaşan bir virüs tüm dünyayı etkisi altına almaya başlamış, herkes bu virüsten korunmak için evlerine kapanmış ve hatta sokağa çıkmak yasaklanmıştı. Sokağa çıkmanın yasak olması bir yana, ülkeler arası sınırlar kapatılmış, hatta şehirlerarası yolculuklar bile kısıtlanarak insanlar sanal bir hapishane içine hapsedilmişti. İnsanoğlu virüsten korunmak için maske takmak zorunda kalmış, tüm insanlar maske yüzünden birbirine benzer olmuştu. Dezenfektanlar karaborsaya düşmüş, tüm dükkânlar kapanmış, insanlar işsiz kalmış, ekonomi yerle bir olmuştu. Bu durumun ne kadar bir süre alacağını bilemeyen insanlar bir medet umarcasına televizyon kanallarında yorumlar yapan bilirkişileri sürekli dinleyip takip eder olmuştu. Maskeli ve eldivenli insanlar marketlere akın etmiş, kapılarda kuyruklar oluşturmuş, raflarda ürün bırakmamış ve evlerinde her türlü malzemeyi istif ederek kendilerince bu zor koşullara hazırlık yapmıştı. Sarılmak, görüşmek, öpüşmek, kutlama yapmak, bir araya gelmek insanlar için yasaklar listesine girmiş ve uzun süre de bu listede kalacakmış gibi görünüyordu.
Biran önce uyanmak ve buz gibi bir su içerek güzel uykuma kaldığım yerden devam etmek istiyordum. Âdeta ucuz bir korku filmi içinde kötü bir figüran gibi hissediyordum. Ama maalesef tüm bu yaşananlar gerçekti. Dünyayı işgal etmiş olan insanlık çok zor bir sınavdan geçiyordu. Her ne kadar uzun sürerse sürsün, toplum olarak el ele verilip bununla başa çıkılmalı, insanların hastalığa yakalanmadan sağ salim ilerideki günleri görebilmesi için gerekli önlemleri almalı, yaşlıları özellikle korumalı, çocukların ve gençlerin fiziki olarak kapanan okulları nedeniyle derslerinden geri kalmamaları için hızlıca bir online eğitim sistemi oluşturmalıydı.
Hepsi gerçekti. Hepsi yaşanıyordu.
Hiçbirimiz, sokağa çıkıp şöyle bir tur atmanın zevkini, arkadaşlarımızla bir araya gelerek sohbet etmenin hazzını, koşu yaparken rüzgârı yüzünde hissederek saçlarının savrulmasının güzelliğini, anne ve babaya uzun uzun sarılıp öpmenin yüksek manevi hissini, hepsinin ötesinde yüzünde bir maske olmadan havadaki oksijeni ciğerlerine özgürce çekmenin değerini, bize bir virüsün bu şekilde öğreteceğini tahmin bile edemezdik. Biraz Polyanacılık yapıp bardağın dolu tarafını görerek tüm bunlardan bir ders çıkarmalı ve aslında çok basit ve önemsiz gibi görünen birçok olayın bizim için ne kadar da lüks ve önemli olduğunu idrak etmeliyiz.
Hâlâ umutluyum 2020 yılından.
Her ne kadar geriye sadece birkaç ay kalmış olsa da umudumu kaybetmiyorum. Siz de mutlaka hayata pozitif bakmaya devam edin. Biliyorum, “Kolay değil bunu yapmak” dediğinizi duyar gibiyim. Umut, olumlu sonuçlar çıkabileceği ihtimaline dair duygusal inançtır ve insanın ruhunu besleyen en önemli faktörlerden biridir. Umudunuzu yitirdiğinizi hissettiğinizde gözlerinizi kapatın, derin bir nefes alın ve 1’den 10’a kadar sayın.
Önümüzdeki hafta görüşmek üzere.
Ayşıl ÖZASLAN
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı
Bir cevap yazın