Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Unutmayalım ki moda geçicidir, baki olan “Gerçek mana, sanat ve estetik”tir
Moda kavramının dönüp dolaşan bir tekrardan ibaret olduğu birçoğumuz tarafından biliniyor. Bu yazıda sizlere salt moda kavramı dışında sanatın da bir modası olup olmadığını anlatmaya çalışacağım.
Moda denince akla ilk olarak giyim ile alakalı olan tarafı gelir. Bir kıyafeti alır, henüz kullanmaya doyamadan dolabınızdan çıkarmak zorunda kalırsınız. Tabii kapitalist sistemin çarklarında ezilenlerden iseniz. Kapitalizm, oluşturulmaya çalışılan “Modern dünya” ve “Modern yaşam” adı altında hepimizi kıskacında tutmaya ant içmiş bir olgudur. Yalnızca tüketmek üzerine kurulu olan bu düzenin içinde insan olarak var olmanın yanı sıra Müslüman olarak var olabilmek daha da zordur. Çünkü kapitalizm olgusuyla hayatımıza giren ideoloji, bireyleri İslam’ın çok dışında yaptırımlara mecbur kılmaktadır. Örneğin; İslam’da israf kabul görmez ve bu Allah’ın kendi kelamı ile Müslümanlara bildirilmiştir. Fakat kapitalizmin teşvik ettiği tüketim, israfın çok daha ötesinde bir şeye insanları sürüklemektedir. Sahip olduğu ile yetinmeyen, mutlu olamayan ve hep daha fazlasını isteyen bireyleri inşa eden kapitalizm, insanları aynı zamanda bencilleştirir.
Aynı toplumda yaşayan bireyler olarak özellikle alışveriş yaparken yahut herhangi bir dergide gördüğümüz metaa sahip olmak arzusu içindeyken pek fazla aklımıza israf etmenin yanlış olduğu düsturunu getirmiyor, aslında aşırı tüketimimizi israf olarak görmüyoruz. O hâlde sevgili okur, bir şey almaya karar verdiğinde yahut tüketim çılgınlığın ile yüzleşeceğinde bu Allah kelamını aklından çıkarmamaya çalış. Çalış ki yemek bulamadığı için açlıktan ölen yahut giyecek kıyafeti olmaM dığı için donarak ölen diğer insanların vebalini daha fazla omuzlarında taşıma.
Vav Modası
Konuya giyim ve alışveriş üzerinden girme sebebim, moda olgusunun ve tüketmek üzerine kurulu olan kapitalizmin bu kavramlarla doğrudan özdeşleşmiş olmasıdır. Şimdi soralım; giyimde, otomobilde, evimizin içinde, başörtü tarzımızda, saç şeklimizde vs. kısacası her yerde karşımıza çıkan moda kavramının sanatla ilişkisi nedir ve sanatın da bir modası var mıdır?
Moda ve sanat arasında var olan ilişki sanat ve sanat akımları üzerinden incelendiğinde, öncelikle akımların ortaya çıktığını, sonrasında bu akımların modayı etkilediğini gözlemlemek mümkündür. Herhangi bir sanat akımı ortaya çıktıktan sonra içinde bulunulan topluma mimari, giyim, ürün vb. üzerinden etki etmeye başlar ve etkileşim böylelikle devam eder. Eninde sonunda moda, yeni bir şeyler üretmekten ziyade dönegelen bir sirkülasyona insanları mecbur bırakır ve sanat ile doğal olarak etkileşim hâlinde oldukları için birbirlerinden ayrı düşünülemezler.
Söz konusu sanatın modası olunca yakın tarihte Ocak (2018) ayında Akaretler’de bulunan bir galeride ziyaret ettiğim sergi geliyor aklıma hemen. Kişisel olarak genel anlamda sergileri gezerken dikkat ettiğim şeylerden biri; sanatçının olduğu gibi göründüğü ve göründüğü gibi olup olmadığıdır. Örneğin; bu sergisini gezdiğim sanatçının iç dünyasını bizatihi kendisiyle tanışmadığım, hayatta olmadığı için tanışamayacağım ve konuşamayacağımdan sebep kat’i suretle bilmem mümkün değildir. Fakat PR olarak adlandırılan, Türkçesi reklam-pazarlama olarak çevrilen ve o sanatçıyı tanıtım amaçlı yazılanlara bakıldığında sanatçı ile ilgili kendimi ister istemez şöyle düşünürken buldum: “Eserinde kullandığı rahlenin yahut caminin onun hayatında yeri var mıydı? Yurtdışında sergilenecek eserleri için yaptırılan afişinde kullanılan vav harflerinin onun hayatında yeri var mıydı? Neden sanatçı özellikle yurtdışına kendini tanıtırken böyle bir şey yapma ihtiyacı duydu?” Bu soruları cevaplarını bilmeme rağmen soruyorum kendime, çünkü bireylerin hiç itibar etmediklerini bildiğim, inandıklarını düşünmediğim ve çoğunun kendi ülkesinde rahle ile haşır neşir yaşayan insanlara saygı bile duymadıkları hâlde sanat işlerinde benzer metaları kullanıyor ve bundan nemalanıyor olmalarını sanatçı ahlakına uygun bulmuyorum.
Sanatçı, eserini inşa ederken inanmadığı değerleri kullandığında o değerleri hayatında var etmek zorunda mıdır, bilinmez; fakat sorunun cevabına hayır desek bile anlamadığım nokta hep şu olur: İnsanlar neden “Mış” gibi yapmak zorunda kalırlar? Hem de söz konusu sanatken, gayet özgürken ve özgün üretimler yapabilecekken neden kendileri yeni bir olgu üzerine çalışmayıp hazzetmedikleri fakat iş yapacağını bildikleri, geçmişten gelen motif, desen yahut yazı vb çeşitlerini kullanırlar?
Para Para Para!
Yurtdışındaki sergi vb. yerlere kendilerini taşırken kullanılan bu akıllıca! yolda bir diğer üstünde durulması gereken konu şudur: Çoğumuz bilir ki Batılı ülkelerde bizde var olan unsurlar çokça prim yapmakta ve Batı insanı Doğu medeniyetinden gelen ahengi, farklılığı ve tekliği çok kıymetli bulmaktadır. Geçmiş yıllarda Sanat ve Tasarım Fakültesi’nden bir hocamın “Batı her şeyini Doğu’dan almıştır.” demesi, böyle bir şeyi kabul etmesi beni hayli şaşırtmış ve bir kere daha ülkemizde ve Doğu medeniyetlerinde var olan sanat algısının, desenlerin, renklerin ve tarzın Batı’da olmadığını ispatlamıştır. Geçtiğimiz günlerde bu ve benzeri konularda objektif olduğunu bildiğim ve güvendiğim ressam bir arkadaşımla görüşerek bir ressam yahut sanatçının inanmadığı herhangi bir projenin içinde yer alıp almayacağını ve inanmadığı herhangi bir değer ile ilgili olguyu eserlerinde neden kullanabileceğini sordum. Tek bir sebeple kişilerin bunu tercih edebileceğini söyledi: Para!
Tabii ki para! İnsanlar, ideolojileri için ötekileştirmeyi dahi göze aldıkları bireyler ve objeler üzerinden sırf para için düşünce ve davranış değiştirmeyi normal görmeye başlamışlardır. Maalesef kapitalizm yine karşımıza çıkmış, bu sefer parada vücut bulmuştur. Bu algı ısrarla günümüzdeki sanatçılar için de değişmez olarak bir kenarda durmaktadır. Benim birey olarak bu gibi konularda duruşum nettir: Kutsalımı övmek zorunda değilsiniz, fakat sövemezsiniz de.
Sanatın belli bir kesimin tekelinde olduğu düşünüldüğünden beri maalesef kendini sanatçı olarak nitelendiren bazıları, üretecekleri işlerinde sövdükleri geçmişlerinden günümüze ulaşan desenler, motifler vs ile ciddi itibar ve paralar kazanıyor, bunu özellikle yurtdışında sergilenecek yahut satışa çıkarılacak eserleri ile sağlıyorlar. Tıpkı Akaretler’de sergisini ziyaret ettiğim sanatçı gibi… Daha önce de belirttiğim gibi hayatta olmadığı için o sanatçının kalbini, inancını, tasavvufla (yurtdışı sergisi için hazırlanan afişinde kullandığı vav harflerine istinaden) olan bağını tabii ki bilemeyiz, fakat acı olan kendi ülkesinde tanıtılırken bunların hiçbirine sahip yahut vâkıf değilmiş olarak sunulmasıdır.
Ben o sanatçıyı, “Türkiye’nin ilk kadın seramik sanatçısı” ve “o kadar erkeğin içinde seni tek başına kadın olarak çalıştırmazlar” tarzı bir şey söylendiğinde inşaat tahtalarının üzerinde duvara mozaik işleyen, çalışan, üreten bir kadın sanatçı olarak hatırlamayı yeğliyorum. Bu ve benzer durumların sonucunda bir izleyici olarak objeyi üreten sanatçı kim olursa olsun değer kaybediyor diye düşünüyorum. Bahsettiğim sergi üzerinden de görüleceği gibi sanatın modası sanat işi üretecek bireylerin keyfiyetlerine yahut maddiyat, itibar vb olguları nasıl edinmek istediklerine bağlıdır. Bana göre sanatın modası olmamalıdır; nasıl ki sanat evrensel ise aynı şekilde moda gibi sürekli değişen bir olgu üzerinden yönlendirilemiyor olması gerekmektedir.
Selçuklu Modası
Moda hâline getirilen ve sanatçı bireylerin inisiyatifine göre şekillenen sanatı maalesef hayatlarımızın dışında tutmamız mümkün değildir. Çok uzakta aramayıp bugüne dönsek birçok örnekle karşılaşabiliriz. Özellikle son zamanlarda sokakta yürürken kafamızı kaldırıp baktığımızda binaların dış cephelerinde Anadolu Selçuklu medeniyetine ait motifleri rahatlıkla görebilir, otellerde halıların yahut duvar kâğıdı desenlerinin yine aynı medeniyete ait motiflerle kaplanmış olduğuna şahitlik edebiliriz. Keza iç mekânın yanı sıra balkon için üretilen ferforjelerin dâhil has be has “Selçuklu Yıldızı” motifinden oluşuyor. Peki neden? Çünkü hem insanlar geçmişlerini merak etmeye başlayıp gerçek tarihleri hakkında bilgi (maalesef dizilerden öğreniliyor ki bu ayrı bir yazı konusudur, keşke gerçek kaynaklarda öğrenilebilse) edinmeye başladılar hem de devlet ve tebaası bu ve benzer medeniyetlere ait olguları kullanmaya başladı.
İşte tam da burada koca bir sorun baş göstermeye başlıyor: Muhtevasızlık. Dış cephesi yahut balkon ferforjeleri herhangi bir medeniyete ait motifle bezenmiş binada oturacak kişi bu sorundan mesul tutulamaz belki, fakat maalesef binanın mimarı da o desenlerin nereden geldiğine yahut hangi medeniyette kullanıldığına ilişkin cevaplara vâkıf olamıyor çoğu zaman. Keşke herkes neyi niçin yaptığını bilse ve evet, bir mimar kullanacağı motif nereden hangi uygarlıktan geliyor yahut herhangi bir anlamı var mı, diye düşünse, araştırsa ve toplum olarak hepimizin estetik algısının gelişmesine katkıda bulunsa. Manasını bilmeden sadece yaranabilmek ve yamanabilmek adına yapılan işler başarısız ve estetik yoksunu olmaya mahkûmdurlar.
Aynı zamanda günümüzde hüküm sürmeye devam eden bu furyanın, sanatın yanı sıra giyimkuşam, mimari, iç dekorasyon vb. bu kadar etkilemesinin psikolojik olarak da bir altyapısı olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, siz bir toplumu asıl değerlerinden uzakta tutar ve bu değerleri yok sayarsanız sonucunda günümüzdekine benzer bir furyanın başlamasına sebep olursunuz. İyi yahut kötü olduğu ayrı bir konu olmakla beraber burada asıl soru, bu furyanın sebep olduğu olumsuz durumun içinden nasıl çıkılması gerektiğidir.
Hiçbir araştırma yapmayıp bilgiye ulaşmadan, sadece moda olduğu için geçmişten kopya edilerek ortaya çıkarılan “Şey” ve sahip olduğunu düşündüğü ideolojisini para uğruna hiçe sayabilen bireylerin ortaya çıkaracağı sanat; estetik açıdan tutarsız, samimiyetsiz, fecaat hâle gelecektir ve bu kaçınılmazdır. Önemli olan ve çözümü bulunması gereken durum tam da budur. Dönemlere dair bilgisi ve ilgisi olmayan, kullanmak istediği tarihsel olguları araştırma zahmetinde bulunmayan, fakat bu dönemlerden nemalanmak isteyen bireylerin (sanatçı, mimar, ressam, heykeltıraş, tasarımcı vs.) başlarını elleri arasına alıp bir durup düşünmeleri gerekmektedir. Evet, tabii ki sanat kimsenin tekelinde değildir ve olmamalıdır fakat bireylerin hazzetmedikleri her hâllerinden belli olan sanat konuları ile ilgili bir şeyler üretiyor olmaları, yine aynı bireylerin liyakat diye tutturmalarının da samimiyetsizliğini göstermektedir.
Sanat Yaraları İyilieştirir
Bu toplum, artık birbirini ötekileştirmeden de eserler üretebilen sanatçılara sahip bir topluma dönüşmelidir. Her zaman sanatın toplumsal yaraları iyileştirici gücü olduğuna inanan biri oldum. Buna istinaden diyebilirim ki, bırakın isteyen istediği sanat alanında ehil olmak kaydıyla çalışsın, koşullar belirlensin, çalışılmak istenilen konu ile ilgili gerekli ve yeterli ihtimam gösterilsin, araştırma yapılsın, değer verilsin ve konu üzerinde edinilmiş bilgiler üzerinden bir sanat işi yahut değer ortaya çıkarılarak topluma kazandırılsın.
Sonuç olarak, bu konuyla alakalı işin en içinden çıkılamaz durumu maalesef dönüp dolaşıp bilgisizliğe, tembelliğe ve iş bilmezliğe gelmektedir. Kendini inanmadığı değerler üzerinden parlatmak, sanatçı olsun olmasın kişiyi değersizleştirir. Ortaya çıkacak olan eser, kıyafet, bina vs. her ne olursa olsun estetikten uzak ve sığ kalır. Bir üretimde bulunacaksak ecdadımıza saygımız olmalı ve onların ürettiği herhangi bir şeyden esinleneceksek, bu dozunda kalmalı ve gerekli gereksiz her yerde sırf “Moda” diye kullanmamalıyız. Unutmayalım ki moda geçicidir, baki olan “Gerçek mana, sanat ve estetik”tir.
Zeynep UÇMA BALCI – Araştırmacı
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı