Türk sinemasının tartışmalı ismi: Yılmaz Güney

Merjam Yazar: Merjam 9 Eylül 2022

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Türk sinemasının "Çirkin Kral"ı, oyuncu, yönetmen ve senarist Yılmaz Güney, vefatının üzerine 38 yıl geçti. Türk sineması adına büyük başarılara imza atan Güney, birçok tartışmaları da gerisinde bıraktı. Yılmaz Güney kimdi? Gelin yakından bakalım.

Türk sinemasının tartışmalı ismi: Yılmaz Güney

Asıl adı Yılmaz Pütün olan sanatçı, Hamit ve Güllü Pütün çiftinin çocuğu olarak 1937’de Adana’nın Yenice köyünde dünyaya geldi. Güney, verdiği bir röportajda çocukluk yıllarını şu sözlerle açıklamıştı: “Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve baş eğmez anlamına gelir. Soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. 1937 yılında, Türkiye’de, bir güney şehri olan Adana’nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti.”

Lise yıllarında film afişlerini sergilerken sinemayla tanıştı

İlk ve orta öğrenimini Adana’da tamamlayan sanatçı, harçlığını çıkarmak üzere, henüz 13 yaşındayken bisikletiyle sinemalara 16 milimetrelik film bobinleri taşıdı, sırtındaki panoda ise film afişlerini sergileyerek sinemaya ilk adımını attı. Yılmaz Güney, And Film ve Kemal Film şirketlerinin bölge temsilciliklerinde film dağıtıcılığı yaptı. Sanatçının edebiyata ilgisi sinemaya yönelmesinde en önemli sebeplerden biri oldu.

Lise yıllarında çıkardığı “Doruk” adlı sanat dergisinde hikâyeler de kaleme alan sanatçıya, yazdığı bir hikayeden dolayı 1955’te dava açıldı. Sanatçı, Yaşar Kemal aracılığıyla Yeşilçam’ın usta yönetmenlerinden Atıf Yılmaz’la tanışarak, bir süre onun asistanlığını yaptı. “Yeni Ufuklar”, “Onüç”, “Pazar Postası” ve “Bir” dergilerinde de yazıları çıkan Güney, 18 yaşındayken kaleme aldığı “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adlı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle bir buçuk yıl hapis cezası aldı.

Öğrenim hayatı neden yarım kaldı?

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne 1956’da giren Güney, 1957’de ayrılarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kayıt oldu. Güney, yaptığı bir açıklamada, eğitimine devam edememesini şu sözlerle aktarmıştı: “1957 yılında İstanbul’a, İktisat Fakültesi’nde öğrenim görme hayalleriyle geldim. Fakat devam edemedim. 1955’ten beri süren takibat ve mahkeme sonuçlanmıştı ve ben başlangıçta 7 buçuk yıl ağır hapis ve 2 buçuk yıl sürgün cezasına çarptırıldım. Daha sonra temyiz mahkemesi kararı bozdu. Yeniden görülen mahkeme sonucu cezam 1 buçuk yıl ağır hapis ve altı ay sürgün cezasına çevrildi. Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım.”

“Bu Vatanın Çocukları” ve “Alageyik” filmleriyle ilk kez beyazperdede yer aldı

Yılmaz Güney, 1959’da senaryosunu kendisinin kaleme aldığı, Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Bu Vatanın Çocukları” ve “Alageyik” filmleri ile ilk kez profesyonel anlamda oyunculuk yaptı. Bu filmlerin ardından “Güney” soyadını kullanmaya başlayan sanatçı, 1961’de Atıf Yılmaz’ın “Tatlı Bela” film setinde yönetmen yardımcılığı yaparken tutuklandı. Sanatçı, 1962’ye kadar cezaevinde kaldı, 6 ay Konya’ya sürgün edildi.

1963’te yeniden sinemaya dönerek, ağırlıklı olarak macera filmleri çeken ve 1963 yapımı “İkisi de Cesurdu” adlı filmle seyirci karşısına çıkan sanatçı, senaryosunu yazdığı ve başrolünü oynadığı filmde, “Kabadayı” karakterini oynadı. Filmlerinde haksızlığa uğrayan bir Anadolu çocuğunun isyanını işleyen Güney, aynı yıllarda Çirkin Kral lakabını aldı.

Yönetmenliğini Lütfi Akad’ın yaptığı 1967 yapımı “Hudutların Kanunu” filmindeki rolüyle, 1967 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu” seçilen sanatçı, “Kahreden Kurşun”, “Ben Öldükçe Yaşarım”, “Kızılırmak”, “Karakoyun”, “İnce Cumali”, “Çirkin Kral”, “Seyit Han”, “Toprağın Gelini”, “Aç Kurtlar”, “Zeyno”, “Acı”, “Vurguncular”, “Baba” ve “Ağıt”ın da aralarında bulunduğu yüzü aşkın filmde yönetmen, senaryo yazarı ve oyuncu olarak yer aldı.

Nebahat Çehre ile dünya evine girdi

Yılmaz Güney, 1964’te “Kamalı Zeybek” filminin çekimleri sırasında tanıştığı oyuncu Nebahat Çehre ile 1967’de evlendi. Sanatçı, 1968’de Güney Film Yapım’ı kurdu ve aynı dönem çıkarmaya başladığı “Güney” dergisinde sinema ve sanatla ilgili görüşlerini, şiir ile öykülerini okurların beğenisine sundu.

Askerliğini 1968-1970 yılları arasında tamamlayan Güney, 1970 yılında senarist, yönetmen, yapımcı ve başrol oyuncusu olarak yer aldığı “Umut” filminde, define bulmak umuduyla bir hocanın peşinde tüm hayatını harcayan yoksul at arabacısı “Cabbar” karakteriyle sinemada büyük yankı uyandırdı. “Umut” filmi, Adana Altın Koza Film Festivali’nden 6 ödülle dönerek, Türk sinema tarihinde bir dönüm noktası olarak yer aldı.

Sinema tekniği, dili ve politik yönü ile Yılmaz Güney’in diğer filmlerinden ayrılan “Umut”, daha sonra çekilecek siyasi filmlerin de öncüsü oldu. Yapım, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden “En İyi Erkek Oyuncu” ve Grenoble Film Festivali’nden “Seçici Kurul Özel Ödülü”nü kazandı. Sansür Kurulu tarafından yasaklanan film, 2015’te “47. Sinema Yazarları Derneği Türk Sineması Ödül Töreni”nde, yüzyılın en iyi 10 Türk filmi arasında ilk sırada yer aldı.

“Boynu Bükük Öldüler” romanıyla “Orhan Kemal Roman Ödülü”nü aldı

Güney, yaklaşık bir buçuk yıl evli kaldığı Nebahat Çehre’den 1968’de boşandıktan sonra 1970’te Jale Fatma Süleymangil’le evlendi. Çift, dünyaya gelen çocuklarına Remzi Yılmaz adını verdi. Sanatçı, 1972’de Orhan Kemal Roman Ödülü’nü aldığı “Boynu Bükük Öldüler” adlı romanında, kendi çocukluğunu anlattığı karaktere oğlu ile aynı adı verdi. Sanatçının ayrıca Elif Güney adında biri kızı daha oldu.

Tutukluluk dönemleri

12 Mart muhtırasının ardından yeniden tutuklanan sanatçı, bir hafta gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılarak 3 ay Nevşehir’e sürgün edildi.

Yılmaz Güney, 1971 yılında Efraim Elrom’un öldürülmesinden sorumlu olan başta Mahir Çayan olmak üzere diğer Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi üyelerini sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi. Yılmaz Güney içeride kaldığı süre boyunca sinema ve sanat ile ilgili fikirlerini; şiir ve öykülerini o dönemde çıkarmaya başladığı Güney dergisinde yayınlamıştır. 1974’te cezaevinden çıktı. İki yıldan fazla cezaevinde kalan Yılmaz Güney aynı yıl Arkadaş filmini çekti. Yine aynı yıl Endişe adlı filmi çekerken Yumurtalık ilçesindeki bir gazinoda ilçe yargıcı Sefa Mutlu’yu öldürmekten tutuklandı ve 25 Ekim’de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan yargılamaların sonucu 13 Temmuz 1976’da 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Yurt dışına firar etti

Beş yıl hapis yattıktan sonra 9 Ekim 1981 tarihinde izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevinden yurtdışına firar etti. Yılmaz Güney’in hapisten kaçışı da filmlerini anımsatmıştır. Hapse girmeden önce çekmiş olduğu Şeytanın Oğlu filminde: bir günlük bayram izininde dışarı çıkan ve kayıplara karışan bir adamın hikâyesini anlatmıştır. Filmine benzer bir yaşantı tecrübe etmiştir. Bir günlük izin ile hapisten çıkan Güney, Antalya’nın Kaş ilçesinden Yunanistan’a bağlı Meis adasına, oradan da İsviçre’ye kaçmıştır. Daha sonra Fransa’ya geçer ve yaşamının geri kalanını orada geçirir.

Cezaevinde sinema ile olan ilgisi devam etti. Bu dönemde yazdığı Zeki Ökten tarafından çekilen Sürü ve yurt dışında ve yurt içinde büyük ilgi gören ve Şerif Gören tarafından Yol çekildi. Cezaevindeyken GÜNEY adlı bir sanat-kültür dergisi çıkardı. Yol’un kurgusunu tekrar yaptı ve Cannes Film Festivali’nde ödül aldı. Yurt dışına kaçtıktan sonra Fransa’da Duvar filmini çekti. Güney’in, 1976 yılında Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde tanıklık ettiği, çocuklar koğuşunda çıkan ve tüm cezaevine yayılan bir isyanın sinemaya aktarıldığı Duvar onun son filmi olmuştur.

“Yol” Cannes’dan “Altın Palmiye” ile ayrıldı

Yılmaz Güney’in cezaevindeyken senaryosunu kaleme aldığı “Sürü” filmi, yönetmen Zeki Ökten tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Senaryosunu Güney’in yazdığı, yönetmenliğini ise Şerif Gören’in üstlendiği 1981 yapımı “Yol” filmi ise 1982’de Cannes Film Festivali’nden “Altın Palmiye” ödülüyle ayrıldı. 1982’de Türk vatandaşlığından çıkarılan sanatçı, Fransa’da 1983’te çektiği “Duvar” filmiyle 1984’te Cannes Film Festivali “Jüri Özel Ödülü”ne aday gösterildi.

Türk sinemasının dünyaya açılmasında önemli bir yeri olan, eserleriyle yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda ödül alan Güney, 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 15 filmde yapımcı, 64 filmde ise senarist olarak yer aldı.

Ne zaman öldü?

Son yıllarını Paris’te geçiren Güney, mide kanseri nedeniyle 9 Eylül 1984’te yaşamını yitirdi. Mezarı Paris’te bulunan Père Lachaise Mezarlığı’nda 62. kısımda bulunmaktadır. Ölümünden sonra kurulan “Yılmaz Güney Vakfı” eşi Fatoş Güney öncülüğünde eserlerini korumaya ve yayınlamaya yönelik çalışmalar yürütüyor.

Kaynak: AA

Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio