Terk edilmiş mekânlar

Merjam Yazar: Merjam 29 Temmuz 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Çok değil, 1922-45 yılları arasında çizilen Pervititch haritalarına baktığımızda İstanbul’un bahçeleri, evleri, bostanları, meyve bahçeleri, şehri oluşturan sokakları, kendine has İstanbul evleri ve topografyası hepsi bir ahenk içerisinde gündelik yaşamın pratiklerini oluşturan mekânlardı.

Terk edilmiş mekânlar

 

Terk etmek, bir eylem olarak algılansa da, aslında eylemi gerçekleştirmek öncesinde psikolojik olarak geçirdiğimiz bir süreci anlatıyor bizlere.

 

Yavaş yavaş istememek üzerine kurulu eylemler hakkında bir şey duymak, görmek, herhangi bir ilişki kurmak istememek ile başlayan bir süreç sonrasında her şeyden vazgeçmek. Bir işten, bir eylemden, bir kişiden yahut bir yerden. Bir mekândan…

 

Şuanda burada duruyor, yeni eylemlerin istekleriyle nerede olmadığıma yahut ne yapmadığıma bakıyorum, keşfetmeye çalışıyorum.

 

Çalıştıkça eski bir tını, bir tat, bir koku, bir söz, bir dinleyiş, bir hikâye bir şeyler anımsatıyor, henüz tam ne olduğunu bilmediğim.

 

Yaşadığımız yerlere sınırlarla gelen ayrışma, zihnimizde ulaşamayacağımız kopuklukları getiriyor. Tarihsel ve kültürel söylemlerle bir şekilde bağlantılarını diri tutmaya çalışıyoruz. Mesela Semerkant Buhara dediğimizde merakınız varsa zihnimizde canlanıyor. Zamansal ve mekânsal olarak uzak algılıyoruz. Fakat bir yerden bu topraklarda yaşamamızı sağlayan bir devletin köklerini var eden coğrafya. Tarihsel bir bilginin ötesine geçmeyen uzaklığı ve eksikliği kanıksanmış bir yer olarak.

 

 

MEKÂN TELAFİSİ

 

 

Kendimizi Müslüman olarak konumlandırıyoruz. Mekke’den ve Medine’den başlayan, Kudüs’le Şam’a varan, sınırları tanımayan bir güçle Kuzey Afrika üzerinden Avrupa’ya taşan medeniyeti ulaştıran ve bu medeniyetin kurguladığı mekânları ortak bir dil üzerinden, bir ümmetin mekânı olarak tanımlayan bir fikri terk ederek, sınırların kurgusu üzerinden uzak olma, ait olmama, geçmiş zaman ve eski olarak algılıyoruz. Ve, terk ediyoruz.

 

Zihniyetimizle beraber mekânlarımızı, topraklarımızı terk ediyoruz.

 

Evet, bu bahsettiğim coğrafyalar büyük, geniş alanlar. Daha mikro bir ölçeğe baktığımızda yaşam pratiklerimizi etkileyen sokaklarımız, evlerimiz, alışveriş yerlerimiz, kafelerimiz var.

 

Her gün evden çıktığımızda gündelik işlerimizi gerçekleştirirken o süre içerisinde şahit olduklarımız, yaşadıklarımız aslında bizi biz yapan şeylerdir. Bu nedenle evlerimizin bir uzantısı da olsa, sosyalleşmemize olanak tanıyan mekânlarımıza değineceğim. Büyük coğrafyaların eylemsizlik etkisinden kurtulmak adına.

 

Çok değil, 1922-45 yılları arasında çizilen Pervititch haritalarına baktığımızda İstanbul’un bahçeleri, evleri, bostanları, meyve bahçeleri, şehri oluşturan sokakları, kendine has İstanbul evleri ve topografyası hepsi bir ahenk içerisinde gündelik yaşamın pratiklerini oluşturan mekânlardı.

 

 

Semiha Ayverdi, İstanbul’u anlatan yazılarında bahçelerinde çiçek yetiştiren ve yetiştirdiği çiçeklerle anılan İstanbul beyefendilerinden bahseder. Bir erkek düşünün; bahçesinde özenle güllerini yetiştiren Ahmet Bey’in güllerinin nam saldığı bir dönem. Bir erkek düşünün; sabırla bitki yetiştiren, emek harcayan ve bir şeyleri oldurmanın süreçsel bir durum olduğundan haberdar. Emekle gelen karşılığın da. Ve bir mekân düşünün; bir ev ve bahçe, bu davranışı gündelik pratiğe dökebilmeyi sağlayan.

 

Zamanla apartmanlar için, daha yeni evler için terk ettiğimiz bahçelerimiz, yaşam alanlarımız.

 

Bizler, şimdi terk edilmiş mekânlar üzerine inşa edilen, çoğumuz hikâyelerden dahi uzak yeni pratiklerin nesliyiz.

 

Çınaraltlarımız, edebiyatçıların, soluklanmak isteyenlerin gölgelerine sığındıkları mekânlar. Kocaman yapraklarıyla serinletirken bizleri yazı hissettiğimiz, önümüze düşüveren sararan yapraklarıyla mevsimin döndüğünü hüzünle anımsadığımız, darken bir kış günü dökülen yapraklarıyla güneşin geçirgenliği ile bizleri ısıtan bir mekân.

 

Sonra kışları üşümeyelim diye, çınar altına yerleştirdiğimiz plastik ve naylonlarla oluşturduğumuz kapalı alanlarımız var; yazın size sınır oluşturan, kışın ise daha az üşüten mekânlar.

 

 

O plastik duvarları inşa ettiğimizde, açılır-kapanır muşambalarla terk ettiğimiz çınar altlarımızdı. Terk ettiğimiz mevsimlerimizdi ve her mevsim farklı esen rüzgârlarımız.

 

Çınar altlarını terk ettiğimizden beri şemsiyelerin altında gölgeleniyoruz.

 

Bir de terk ettiğimiz kokularımız var; her sabah evimizden çıkınca bir yerlere gittiğimizde mekânları bizim için hafızalarımıza kazıyan, günümüzü değiştiren rengârenk kokularımız. Avrupalı seyyahlar İstanbul’a geldiklerinde çiçek kokularından başlarının döndüklerini yazarlar. Çiçekler, mevsimin habercisi, zaman göstergeleridir. Hepsinin bir vakti ve yanlarından geçerken sizlere armağan ettikleri kokuları vardır. Sümbüller, leylaklar, kirazlar, hanımelleri, erguvanlar, manolyalar, ortancalar, gülibrişimler, oya çiçekleri, ıhlamurlar… Evet, ıhlamurlar.

 

İstanbul’u anlatan bir roman yoktur ki içerisinde ıhlamur kokusu olmasın.

 

Meyve bahçelerimiz, çocukları bir araya getirip Ahmet Amca’nın erik ağacına dalmak üzere örgütleyen, erik ağacımız. Ya da incir, kiraz, çağla… Çocuklar ve saldırılara karşı savunma geliştiren ya da göz yuman Ahmet Amca’mız, birer birer terk ettiler bizleri, bizler erik ağaçlarını terk ettikten sonra.

 

Her sabah Akasya kokusu ile başlayanlara şarkı yazdıran, çocukların hanımelleri ile karnını doyurdukları, annelerinin helva yapacağı zaman sokaktan çam fıstığı toplayan çocukların hikâyeleri bu dünyadan göçenlerin değil, hâlâ aramızda yaşayanların hikâyesi.

 

Bizler en önce sokaklarımızdaki cennetin renklerini terk ettik. Her yeni günle değişen, her yeni günle farklılaşan baktıkça onlara ve bizlere hayatı bahşedeni hatırlatan cennetin renklerini terk ettik.

 

Bizlere kokuları, renkleri, tatları, görsellikleri ile çeşitlilik sunan mekânları terk ettik.

 

Her mevsim yeniden açışları ile zamanı idrak etmemizi sağlayan ve hep olmaları ile zaman ötesinde bir anı yaşatan mekânlarımızı terk ettik. En uzak ya da en yakın, terk ettikçe bizim olan mekânlarımızı.

 

Eksildik.

 

 

Şimdi, etrafımıza bakıp elimizden gelen ile cennetin renklerini kazanabilmemiz, eylemi gerçekleştirebileceğimiz her mekânda mümkün. Yeter ki tekrar bizim olmasını isteyelim.

 

Nihal BİRTEK – İç Mimar

 

 

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio