Edebiyatçıların tuhaf takıntıları

Merjam Yazar: Merjam 19 Ekim 2021

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Edebiyatçıların tuhaf takıntıları

İnsan olarak hepimizin bazı sıra dışı huyları, alışkanlıkları ve takıntıları vardır. Kitaplarını olağanüstü bulduğumuz yazarların da aslında birer insan olmaları hasebiyle ilginç alışkanlıkları, tuhaf takıntıları olabiliyor. Yazarların bilinmeyen tuhaf takıntılarını ve alışkanlıklarını sizler için inceledik.

Charles Dickens

Charles Dickens
Victoria devrinin en iyi romancısı olarak kabul edilen Charles Dickens da birçok takıntıya sahip olan yazarlardandı. Takıntılarından biri boş zamanlarını kimsesizler morgunda geçirmekti. Yazar, morgda vakit geçirmenin ona ilham verdiğini düşünüyordu. Dickens’ın bir diğer takıntısı ise yatağının yönünü her daim kuzey kutbuna doğru çevirmesiydi. Eğer yatağı bu yönde değilse asla uyuyamıyordu. Sağlam bir hayvan sever olan yazarın evi, Ali Baba’nın çiftliğini aratmayan cinstendi. Evinde iki kuzgun, yedi köpek, bir kedi, bir kanarya ve bir midilliyle birlikte yaşıyordu. Dickens, “Grip” adını verdiğini kuzgununa öyle düşkündü ki öldüğünde onu gömmemiş, doldurtup çerçeve ettirerek duvarına asmıştı. Yazarın bir diğer takıntısı ise eserlerini yazmaya, her daim yeni elbiseler giyip yakasına bir çiçek taktıktan sonra başlamasıydı. Bununla da kalmayıp romanını bitirmeden evden çıkmamak için ayakkabılarını ve çalışma odasının anahtarını da hizmetçisine verirmiş.


İki Şehrin Hikâyesi – Charles Dickens

İki Şehrin Hikâyesi – Charles Dickens
Dickens’ın en popüler romanlarından biri olan “İki Şehrin Hikâyesi”, Fransız İhtilali’nin iç yüzünü, ihtilal öncesi, sonrası burjuva ve aristokrasi arasındaki kanlı çatışmaları gerçekçi bir kurgu içinde aktarmaktadır. Tarihî roman özelliği taşıyan bu eser, Dickens tarafından 1859 yılında gazetelerde tefrika edilmek ve haftalık olarak bir bölümünü yayımlamak üzere yazılmıştır. Eser ilk kez 45 bölüm hâlinde “All the Year Round” isimli edebiyat dergisinde yayınlanmıştır. Daha sonra kitap hâlinde basılmış ve tüm zamanların en meşhur edebiyat eserleri arasında yer almıştır. Roman, Paris ve Londra eksenli olmak üzere iki şehrin Fransız ihtilali öncesi ve sonrasındaki durumunu betimlemek, sosyal, kültürel siyasi ve tabakalaşma sorunlarını ortaya koymak amacı ile yazılmıştır. Paris’te devrime öncülük eden yıllar boyunca soylular tarafından ezilen Fransız köylüsünün durumunu, buna karşılık devrimin ilk yıllarında soylulara yönelik vahşeti anlatan yazar, Londra ekseninde ise aynı dönemdeki toplumlar arasındaki benzerlikleri betimlemektedir. Paris ve Londra arasında gelişen olay kurgusuyla Fransız Devrimi’nin eksen almaktadır. Monarşik rejimin halka dayattığı katı kuralları, giyotinle kafaları kesilen binlerce masum insanın acısını, ihtilal sonrasında suçlu veya suçsuz katledilen aristokratların dramlarını, dönemin toplumsal koşullarını insanlığa anlatmak istemiştir.


Friedrich von Schiller

Friedrich von Schiller
Dünyaca ünlü Alman drama yazarı Schiller, yazarken masasında mutlaka ama mutlaka çürük bir elma bulundururdu. Soranlara, doğru sözcükleri bulmak için ara ara bu elmayı koklamanın onu başka diyarlara götürdüğünü, bir ormanda, yapraklar arasındaymış gibi hissettirdiğini söylerdi. Doğa tasvirli şiirlerin şairi olarak bilinen Schiller’in tüm bu eserlerini, üzerinde sinekler uçuşan çürük bir elmayı koklayarak yazması yeterince ilginç bir takıntıydı ama daha da ilginci vardı: Ünlü şair yazmak için elmanın kâfi gelmediği zamanlarda banyoya kapanır ve suyun içinde ilham gelmesini beklerdi.


George Bernard Shaw

George Bernard Shaw
Nobel Edebiyat Ödüllü oyun yazarı George Bernard Shaw’ın en büyük takıntısı tüm eserlerini evinin bahçesine yaptırdığı bir kulübede yazmış olmasıdır.


İnsan Üstüninsan- George Bernard Shaw

İnsan Üstüninsan- George Bernard Shaw
İrlandalı yazar Bernard Shaw, yazarlığının yanında siyaset ve düşünce adamı, tiyatro kuramcısı, müzik ve sanat eleştirmeni, çağdaş İngiliz tiyatrosunun kurucusudur. Shaw, 1856 yılında İrlanda’da doğmuş ve 94 yaşında İngiltere’de bahçesindeki bir erik ağacını budamak için çıktığı merdivenden düşerek yaralanması sonucu vefat etmiştir. 19. yüzyıl İngiliz komedyasının en önemli örneklerinden ve George Bernard Shaw’un başyapıtlarından biri olan “İnsan Üstüninsan”, Shaw’un Don Juan teması üstüne yazdığı bir komedyadır. Yazar bu komedyasında, Don Juan mitini tersine çevirerek yaşam gücü ve doğurucu evrim düşüncesini işler. Bu düşünceye göre yaşamın doğurganlığı, doğanın en belirleyici yasasıdır; bu doğurganlık, daha ileriye evrilerek üstün olana yaşam verir. “Şairin de dediği gibi insan amma da muazzam bir eserdir. Evet, ama aynı zamanda da falso ve hata işleyicilerin en büyüklerindendir. İşte insan! İşte hayatın şimdiye kadar ulaşabildiği en yüksek organizasyon mucizesi, mevcut canlıların en şiddet ve canlısı, mahlûkların en şuurlusu. Ve bütün bunlara rağmen beyni ne acınacak haldedir onun.”


Honore de Balzac

Honore de Balzac
“Vadideki Zambak” başta olmak üzere birçok romanının yazarı Balzac, tam bir kahve müptelasıydı. Günde en az yirmi fincan kahve içerdi. Kahve yapacak kimseyi bulamadığında da kahve çekirdeği çiğnerdi. Bu sayede uyanık kalarak doksandan fazla roman yazdı. Balzac’ın bir başka takıntısı ise başucunda yanan bir mum olmadan hiçbir şey yazamamasıydı. Başucundaki mumu gündüzleri dahi yakardı. Balzac’ın bir takıntısı da yazı yazarken başına bir yün atkı bağlayıp ayaklarını da suya sokmasıydı.


Hüseyin Rahmi Gürpınar

Hüseyin Rahmi Gürpınar
Günümüzde de oldukça sık rastlanan rahatsızlıkların başında obsessif ve kompulsif bozukluklar gelmektedir. Bu rahatsızlıkların en bilinenleri ise simetri ve temizliktir. Türk Edebiyatı’nın önde gelen isimlerinden biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın da takıntısı temizlikti. Yazar, eldivenleri olmadan asla dışarı çıkmazdı. Bu takıntısı yüzünden 50 yıl boyunca dört mevsim eldiven kullandı. Bunun nedeni ise Gürpınar’ın mikrop kapıp hasta olma korkusuydu. Yazarın farklı bir alışkanlığı ise tığ ile örgü örmekti. Bunu o kadar ilerletmişti ki sürekli Avrupa’dan yeni örgü modelleri getirtiyor ve ördüğü takkeleri evde giyiyordu.


Immanuel Kant

Immanuel Kant
Immanuel Kant’ın en büyük takıntısı dakik olmaktı. Her gün aynı saatte aynı yolda yürüyüş yapardı. Kant’ın hiç şaşmadan yıllarca aynı saatte yürüdüğü bu yol günümüzde, “Filozof yolu” veya “Kant yolu” olarak bilinmektedir. Alman felsefesinin kurucu isimlerinden biri olan Kant’ın bir diğer takıntısı ise uyumadan önce kendisini battaniyelere sarmasıydı. Bu takıntısı yüzünden gün onun için sabah saat 05.00’te başlıyordu ve yataktan kalkabilmek için mutlaka bir yardımcıya ihtiyaç duyuyordu.


Bir Bilincinin Düşleri- Immanuel Kant

Bir Bilincinin Düşleri- Immanuel Kant
Immanuel Kant tarafından kaleme alınan eserin yazılmasındaki en temel gerekçe, Emanuel Swedenborg adlı İsveçli düşünür ve mucittir. Swedenborg, mistik bir Hristiyan din bilimcisi olduğu gibi aynı zamanda duyular üstü âleme ilişkin konularla uğraştığı da bilinmektedir. O dönem, 1755 Lizbon depreminin insanların ruhunda yarattığı infial ile yine insanın bu vesileyle maddi-görünür dünyaya duyduğu güvendeki sarsılma, Swedenborg’un göstermiş olduğu bir takım harikuladelikler nedeniyle çevresinde kendiliğinden bir hayran topluluğu oluşmasına yol açmıştır. Böyle bir oluşumda, Swedenborg’un özel bir çabası olmamakla beraber; o dönemde evrenin, sadece mekanik ve matematik ilkelerle açıklanabileceği hâkim düşüncesine katılmayışı ve karşı çıkması da bir etkendir. Ona göre, maddi-görünür âlemde gerçekleşen şeylerin tüm açıklaması bu ilkeler aracılığıyla olamaz; bunların maddi-görünür âlem üzerinde de kökleri bulunmaktadır. Ancak bu ikisinin birlikte düşünülmesiyle derinlikli ve hakiki bilgiye kavuşulabilir. Dolayısıyla Kant’ın bu eseri, oldukça hassas ve nazik olmayı gerekli kılan bir konuda yazılmıştır. “Ruh nedir? Ruhun vücuttaki konumu neresidir? Ruhla bedenin birlikteliği nasıl düşünülebilir? Bir ruh ile bir bedenin birlikte bir bütün oluşturmasına hangi zorunluluk neden olur ve belli bir yıkım olduğunda hangi sebepler bu birliği yine ortadan kaldırır?”


James Joyce

James Joyce
İrlandalı yazar James Joyce’un en büyük takıntısı; eserlerini mutlaka yatağında, yüzüstü, büyük mavi kalemiyle, beyaz giysiler içinde yazmaktı. Yazmak onun için bir ritüeldi. Bunların biri eksik olsa asla yazamazdı. Joyce’un bu takıntılı yazma ritüeli, içinde hiç kelime tekrarı ve isim tamlaması olmayan 500 kelimelik tek bir cümle yazmasını da sağlamıştır.


Sanatçının Gençlik Portresi – James Joyce

Sanatçının Gençlik Portresi – James Joyce
20. yüzyıl edebiyatının da en gözde yazarlarından birisi olan James Joyce tarafından kaleme alınmış eser, yazarın otobiyografisi özelliği taşıması sebebiyle büyük önem taşır. 1882 yılında Dublin’de doğmuş olan James Joyce Cizvit okullarında eğitim görmüş, Dublin’deki University College’de felsefe ve modern diller okumuştur. Hayatının büyük bir bölümü yoksulluk içinde Zürih’te geçiren yazar, en önemli eserlerini de burada kaleme almıştır. Joyce’un otobiyografik özellikteki bu eserinde diğer bütün eserlerinde olduğu gibi insanlar öne çıkan unsurlardır. Romanın ana karakteri olan Stephen Dedalus da James Joyce’un doğduğu yıllarda Dublin’de doğmuş, Joyce’un gittiği okullarda okumuş bir sanatçı adayıdır. Eser, yazarın sanatçı olabilmek için verdiği mücadele ve yaşadıklarını aktarması açısından da özel bir önem taşır. Yazar bu eseri ile sanki sanatçı olmak isteyen gençlere kılavuz bir eser yazmış; sanatçı olabilmek için verdiği mücadeleleri, girdiği gayretleri, yaşadığı zorlukları, karşılaştığı güçlükleri dile getirmiştir. Bir sanatçının ne gibi vasıflara sahip olması gerektiği, nasıl bir çalışma içine girmesi, neler yapması, ne gibi güçlüklerle karşılaşabileceği, bunları nasıl çözeceği veya aşabileceği sorularına verdiği cevaplar açısından çok önemli bir eserdir. “Bir adam gençliğinde bir lira çalmış sonra da bununla kocaman bir servet yapmışsa ne kadarını geri vermek zorundaydı, yalnız çaldığı lirayı mı biriken faizini mi yoksa bütün o kocaman servetini mi?”


Jane Austen

Jane Austen
“Gurur ve Önyargı” kitabıyla bilinen Jane Austen, hayatı boyunca ailesiyle yaşamış bir yazardı. Onun en büyük takıntısı, yazdıklarını ailesinin okumaması için gizlemesiydi. Yazdıklarını ailesinden köşe bucak saklayan Austen’ın, onları okuyucularından sakınmamış olması büyük şans.


Mansfield Park- Jane Austen

Mansfield Park- Jane Austen
Roman, Fanny Price’ın zengin teyzesi Lady Bertram’a ait Mansfield malikânesine getirilmesiyle başlıyor. Jane Austen, “Mandfield Park” romanıyla basit ve kendi hâlinde yaşamlardan bir masal oluşturmakla birlikte dört tane karakterleştirme yöntemi kullanıyor. İlk yöntem, Austen’in alaycı zekâsını, cevherini bolca ortaya koyan doğrudan tasvir. İkinci yöntem, doğrudan alıntılanan konuşma. Bu sayede okur eldeki malzemeyi toplayıp kendi zihninde karakteri canlandırıyor. Üçüncü yöntem ise aktarılan konuşma üzerindedir. “Kendisinin ve oğlunun kaygılarından başka hiçbir şeyin sonucunu düşünmeyen, iyi niyetli, medeni, sıkıcı ve kendini beğenmiş bir kadın olan Mrs. Rushworth de Leydi Bertram’a ille Sotherton’a gelsin diye ısrar etmekten henüz vazgeçmemişti. Leydi Bertram onun çağrısını her seferinde geri çeviriyordu, ancak davranışı öyle yumuşaktı ki Mrs. Rushworth aslında onun gelmek istediğini sanıyordu.” Konuşma, karakterin davranış tarzını alıntılıyor veya bir tasvirini ima ediyor. Dördüncü yöntem ise karakterden bahsederken onu taklit etmek. Bu yöntem bir karakter diğerini anlatırken ortaya çıkıyor. Böylelikle karakterlerin birbirleri hakkında ne düşündüğünü de anlamış oluyoruz. Romanda, belirli temalar etrafında sahneler kuruluyor ve karmaşık ilişkiler ortaya dökülüyor. Tüm bunlar olurken başkarakter Fanny Price sanki yazarın romandaki temsilcisi gibi; olayları çoğunlukla onun bakış açısından izliyoruz, bir taraftan da olayların onu nasıl etkilediğini, olgunlaştırdığını görüyoruz.


Orhan Veli Kanık

Orhan Veli Kanık
Sevgili şair ve yazarımız Orhan Veli de tıpkı Balzac gibi bir kahve tiryakisiydi. Kahvesini bulabildiği en büyük bardaklarla içtiği bilinmektedir.


Percy Bysshe Shelley

Percy Bysshe Shelley
19. yüzyıl İngiliz şairlerinden Percy Bysshe Shelley’in en büyük takıntısı okuma tutkusuydu. Eşine az rastlanır cinsten bir okuma tutkusuna sahip olan şairin, günde on altı saatini, hem de ayakta durarak kitap okumaya ayırdığı olurdu.


Sabahattin Ali

Sabahattin Ali
“Kürk Mantolu Madonna”, “Sırça Köşk”, “Değirmen” gibi eserlerin ünlü yazarı Sabahattin Ali’nin ise diksiyon takıntısı vardı. Konuşan kişinin söylediği sözcük yanlış ise hemen düzeltirdi.


Sezai Karakoç

Sezai Karakoç
Ülkemizin önemli düşünür, şair ve yazarlarından biri olan Sezai Karakoç’un en ilginç takıntısı fotoğraf çektirmeyi istememesi ve bundan özellikle kaçınmasıydı. Günümüze ulaşan fotoğrafları, ise onun haberi olmadan çekilmiş fotoğraflarıdır.


Tevfik Fikret

Tevfik Fikret
Türk şair, öğretmen ve yayıncı Tevfik Fikret’in en büyük takıntısı dört mevsim buzlu su içmesi ve sokağa şemsiyesiz çıkmamasıydı. Şemsiyeyi, sokaktaki insanlarla göz göze gelmemek, karşılaşmak istemediği kişilerden kaçmak için kullanırdı. Fikret’in bir diğer takıntısı da Tolstoy’u çok sevdiği için devamlı onun gömleklerine benzer gömlekler giymesiydi. Yürürken arkadaşlarından hep sağ tarafında yürümelerini isteyen yazar, sebebi sorulduğunda; kalbinin üzerini gösterip, “Orada Nazime var.” derdi.


Şermin – Tevfik Fikret

Şermin – Tevfik Fikret
Tevfik Fikret’in eğitimci dostu Satı Bey’in açtığı çocuk yuvası için şiir yazmasını istemesi üzerine kaleme aldığı eserdir. Çocuklar için yazılan şiirler, 1914 yılında yayımlanmıştır ve Tevfik Fikret’in kaleme aldığı son eseridir. Kitabın ilk şiiri “İthaf” çocuk yuvalarının minikler üzerindeki olumlu etkisini göstermek için okul öğrencilerine ithaf edilmiştir. “Şermin” edebiyatımızın “İlk eğitsel çocuk kitabı” ve çocuk şiiri alanındaki ilk eseri olma özelliğini de taşımaktadır. Kitap ismini, Tevfik Fikret’in erken yaşta vefat eden kız kardeşi Sıdıka Hanım’ın kızı olan Şermin’den almıştır. Şiirler tamamen sekizli hece ölçüsü ile yazılmıştır. Tevfik Fikret’in aruz ölçüsü yerine hece ölçüsü kullandığı tek eserdir.


Truman Capote

Truman Capote
“Tiffany’de Kahvaltı” adlı ünlü eserin yazarı Truman Capote, birçok takıntıya sahipti. En zararlı takıntısı ise sigaraydı ve aynı küllükte üçüncü sigarayı söndürmenin uğursuzluk getireceğine inanıyordu. Yazarın aynı zamanda Cuma günü takıntısı vardı. Hiçbir işe Cuma günü başlamayan yazar, hiçbir işini de Cuma günü bitirmezdi. Rakamları toplama takıntısı ise en tuhafı. Nerede rakam görse toplama işlemi yapardı. Ayrıca telefon numaralarını toplar, toplam sayı onun uğursuz kabul ettiği sayılardan biriyse o telefon numarasına sahip kişiyle bir daha telefonda görüşmezdi.


Soğukkanlılıkla -Truman Capote

Soğukkanlılıkla -Truman Capote
Truman Capote kaleme aldığı, 20. yüzyıl Amerikan edebiyatının en önemli eserlerinden “Soğukkanlılıkla” da cezaevinden yeni çıkan iki kişinin orta sınıf bir Amerikan ailesinin tüm fertlerini öldürmesiyle başlayan süreci anlatıyor. Dört ayrı bölümden oluşan eserde, “Onları Son Gören Kişiler” adlı ilk kısımda yazar, Clutter ailesinin tüm üyelerini tanıtıyor; onların çevrelerinde ne kadar sevilen ve sayılan insanlar olduğunu öğreniyoruz. Aynı bölümde katillerle de tanışıyoruz. İkinci ve üçüncü bölümlerde, polis soruşturmasını ve katillerin cinayetten sonra yakalanana kadar neler yaptıklarını, katillerin geçmişlerini ve detaylı profillerini okuyoruz. Dördüncü kısımda ise yargılanma süreçleri, hapishanede geçirdikleri zaman, diğer mahkûmların hikâyeleri anlatılıyor. “Sonsuzluk ne demek biliyor musun? Bir kuşun kumsaldaki kum tanelerini tek tek okyanusun kıyısına taşıdığını düşün. Kuş bütün kum tanelerini karşı kıyıya yığdığı zaman sonsuzluk daha yeni başlıyor olacak.”


Victor Hugo

Victor Hugo
En büyük ve ünlü Fransız yazarlardan biri olarak kabul edilen Victor Hugo’nun ciddi düzeyde “Beğenilme” takıntısı vardı. “Sefiller”, “Notre Dame’ın Kamburu” gibi önemli ve başyapıt olan eserlerin yazarı olan Hugo’nun bu takıntısı öyle ciddi boyutlara ulaşmıştır ki yaşlanmayı geciktirmek için türlü bakımlar yapardı. Vücudunu diri tutmak için her sabah buzlu suyla yıkanma ve sesinin güzel çıkması için çiğ yumurta içme gibi alışkanlıkları vardı. Yazar, kötü görünmekten korkar; her zaman şık giyinir, her gün ama her gün berbere gidip saçını düzelttirir, dakikalarca aynada kendini izlerdi.


Bir İdam Mahkûmunun Son Günü -Victor Hugo

Bir İdam Mahkûmunun Son Günü  -Victor Hugo
Victor Hugo’nun henüz 26 yaşındayken kaleme aldığı “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü” adlı bu romanını kendi adını koymadan takma bir adla yayımlanmıştır. Hugo, Grene Meydanında gerçekleşen bir idam sahnesini seyrettikten sonra etkilendiği bu olayı kurgulayarak bir roman hâline getirmiştir. Romanın yazılış amacı idam cezasını zevkli bir eğlenceymiş gibi izleyen insan yığınlarını eleştirmek, ayrıca idam cezasının trajik yanlarını ortaya koymaktır. “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü”, Victor Hugo’nun insancıl duygularını öne çıkaran, acıma duygusunun sevki ile yazılan romantik bir eser özelliği taşımaktadır. İnsan öldürmek suçundan hüküm giymiş ve idamını bekleyen bir mahkûmun zihninden ve birinci tekil kişinin anlatımı üzerinden yazılan eser, mahkûmun düşünceleri ile duygudaşlık kurma başarısı ve ölüme doğru yaklaşan insanın psikolojisini ortaya koyması bakımından önemlidir. Yazarın bu eseri, romancılığının ilk örneklerinden birisi olarak önem kazanmış pek çok dile çevrilerek dünya klasikleri arasına da girmiştir. “Bağlayın ellerini, çırpınmasın ölüme giderken! Saçlarını da tıraş edin kesilen kafası güzel görünsün! Gömleğinin boynunu kesmeyi unutmayın, bıçak güzelce koparsın kafasını! Ha birde söyleyin dışarıdaki insanlara, az kaldı istedikleri vahşet gelmek üzere! Merhamet diyorum, doğadaki tüm canlılarda sınırsızca bulunan merhamet neden biz insanoğlunda yok!”


Virginia Woolf

Virginia Woolf
İngiliz feminist, yazar, romancı ve eleştirmen Virginia Woolf manik-depresifti. Ancak yaşadığı dönemde henüz kimse bu rahatsızlığı bilmiyordu. Çevresindekiler onun deli olduğunu ve sık sık nöbetler geçirdiğini söylermiş. Woolf’un en ilginç takıntısı çok sevdiği kız kardeşi Vanessa’nın resim yaparken ayakta durmasından feyz alarak birçok yazısını ayakta yazmış olmasıdır.


Londra Manzaraları – Virginia Woolf

Londra Manzaraları – Virginia Woolf
Virginia Woolf’un 1931 ilkbaharında yazdığı ve “Good Housekeeping” dergisinde yayımlanan denemelerinden oluşan “Londra Manzaraları”, okuruna edebiyatçının gözünden Londralı olmayı anlatıyor. Yazar, 20. yüzyılın başındaki kenti altı başlıkta ele alıyor. Seyahatine Thames Nehri’nin doğu kıyısındaki rıhtımlardan başlıyor ve batıya doğru devam ediyor. Virginia Woolf’un kenti anlatırken uğradığı duraklar, 20. yüzyılın başındaki Londra’yı betimlemek için özenle seçilmiş görünüyor. Geleneğin etkisini yitirmesiyle esen değişim rüzgârları, kitap boyunca kendisini hissettiriyor. Virginia Woolf “Londra Manzaraları”nda kenti geçmişi ve geleceği ile birlikte ele alıyor. Kentin geçirdiği dönüşüme olumlu ve olumsuz bütün yönleriyle bakıyor.


Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio