Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
Servet-i Fünûn Dönemi’nin ferdiyetçi düşüncesine ve “Sanat, sanat içindir” anlayışına karşı çıkan Fatma Aliye, sanatını toplumun bilinçlenmesi doğrultusunda kullanmış ve serbest sanat anlayışını sürdürenler arasında yer almıştır. Bu yönüyle Namık Kemal’le başlayan ve ustası olarak gördüğü Ahmet Mithat Efendi ile devam eden “Halk için roman” anlayışını sürdürmüştür.
Türk Edebiyatı’nın ilk kadın romancısı olması sebebiyle biricik olan Fatma Aliye Hanım, 9 Ekim 1862’de Ahmet Cevdet Paşa ve Adviye Hanım’ın kızları olarak dünyaya gelir. Osmanlı Devleti’nde ilk medeni hukuku “Mecelle”yi kaleme almış, hukukçu kimliğinin yanında devlet adamı, bilim insanı, tarihçi ve şair olan Ahmet Cevdet Paşa’nın bir Osmanlı aydını olması sebebi ile kızı Fatma Aliye, dönemindeki pek çok kız çocuğuna göre daha iyi bir eğitim alma imkânına sahipti. Ahmet Cevdet Paşa da dönemin toplumsal yapısının aksine kızının yetenek ve ilgisini destekler.
Öğrenme Merakı ve Entelektüel Potansiyeli
Kızındaki öğrenme merakı ve entelektüel potansiyeli göz ardı etmez ve geliştirmesine yardımcı olur. Fatma Aliye, piyano dersleri almış, Arapça, Fransızca öğrenmiş ve bu dillerde tercüme yapabilecek yetkinliğe ulaşmıştır. Aynı zamanda matematik, edebiyat, tarih, hukuk, Arap tarihi ve felsefesi dersleri almıştır. Romanlarında müzik enstrümanları ile tarih ve makam bilgisi vermesi, yazarın müziğe de meraklı olduğunu göstermektedir. Dönemin kız çocuklarından farklı olarak ailenin yaşadığı konakta harem dairesi dışında babası ile birlikte selamlıkta vakit geçirmeyi seven Fatma Aliye, annesi ile babasına nazaran çok daha az vakit geçirmektedir.
Babasının isteği ile on yedi yaşında iken II. Abdülhamid’in yâverlerinden Kolağası Fâik Bey ile evlenir. Babasıyla yaptığı fikri tartışmaları, eşiyle yapamaması; evlilikte aradığını bulamamasına neden olur ve bu durumu yazdığı eserlerde “Eşler arası denklik” olarak sıklıkla dile getirir. Başta eşi Fâik Bey’den destek ve onay göremese de zamanla edebî kişiliğini ve çalışmalarını eşine kabullendirir.
Hatice, Ayşe, Nimet ve İsmet isimlerinde dört kız evlada sahip olan Fatma Aliye, kızlarını büyütürken bir yandan da gelecekte basılacak eserleri ile ilgilenmektedir.
İlk Çalışmaları ve Edebi Kişiliği
İlk eserleri genellikle yaptığı yabancı dil çeviriler olan Fatma Aliye Hanım, kendi gayreti ile özellikle Fransızcasını ileri bir seviyeye taşımıştır. İlk çevirisi “Meram” adıyla yayımlanan George Ohnet’in 1888 yılında yazdığı “Volente” isimli romanıdır. Bu kitabı “Bir Hanım” imzası ile 1889 yılında yayımlanır. Fatma Aliye ilk çevirisinden sonraki çevirilerinde “Mütercime-i Meram” takma adını kullanır. İlk Türk kadın romancı unvanı ile tanınan Fatma Aliye Hanım; “Muhazarat”, “Hayal ve Hakikat”, “Refet”, “Udi”, “Levayih-i Hayat”, “Enin” adlı romanları kaleme almakla birlikte “Tercüman-ı Hakikat”, “Hanımlara Mahsus Gazete”, “Mehasin”, “Ümmet”, “İnkılap” adlı gazete ve mecmualarda da yer almıştır.
İslâmiyet’in en güzel şekilde yaşandığı Asr-ı Saadet’te olduğu gibi kadınların asıl değerine ulaşmasını, kadın-erkek ayrımı yapılmadan herkesin bilimden faydalanmasını, İslâmiyet’te kadının ilim öğrenmesini engelleyecek bir emrin bulunmadığını İslâm tarihinden örnekler vererek savunan yazılar yazar. Fatma Aliye, edebî kişiliğinin yanında sosyal yaşamda da oldukça aktif bir hanımdır. Kız kardeşi Emine Semiye ile birlikte ilk resmi kadın derneklerinden biri olan “Nisvan-ı Osmaniye İmdat Cemiyeti”ni kurmuştur. Aynı zamanda Fatma Aliye Hanım, Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin, günümüzdeki adıyla Kızılay’ın ilk kadın üyesidir. Savaş yıllarında öncülük ettiği ve içinde bulunduğu dernek çalışmalarıyla da kadınların toplumsal hayata katılması ve hayatlarını kendi başlarına sürdürmeleri konusunda destek vermiştir. Yaptığı çalışmalar sonucunda II. Abdülhamid tarafından “Şefkat Nişanı” ile ödüllendirilir.
Servet-i Fünûn Dönemi’nin ferdiyetçi düşüncesine ve “Sanat, sanat içindir” anlayışına karşı çıkan Fatma Aliye, sanatını toplumun bilinçlenmesi doğrultusunda kullanmış ve serbest sanat anlayışını sürdürenler arasında yer almıştır. Bu yönü ile Namık Kemal’le başlayan ve ustası olarak gördüğü Ahmet Mithat Efendi ile devam eden, “Halk için roman” anlayışını sürdürmüştür. Fatma Aliye Hanım’ın çoğunluğu erkek edebiyatçılardan oluşan bir dünyaya kazandırılması ve tanıtılması konusunda kuşkusuz babası dışında önemli rol oynayan bir diğer isim, dönemin aydınlarından Ahmet Mithat Efendi’dir. Kendisi, Ahmet Mithat Efendi tarafından “Manevi evlat” olarak görülür. “Hayal ve Hakikat” romanını birlikte hazırlarlar. Roman “Ahmet Mithat Efendi” ve “Bir Kadın” imzasıyla yayımlanır.
Eserlerini Eski Alfabe İle Kaleme Aldı
Romanda, “Vedat” isimli kadın karakterin dilinden anlatılan bölüm Fatma Aliye tarafından yazılmıştır. Kadın romancı olarak, edebiyat dünyasından kendine yer edinmeye çalışan Fatma Aliye’nin durumu, çağdaşı olan diğer Batılı kadın yazarların durumundan pek de farklı değildir. Aynı yüzyılda yaşamış pek çok kadın yazar da Fatma Aliye gibi eserlerinde ismini saklı tutmuş veya farklı isimler –özellikle erkek adları- kullanarak eserlerinin telifini gerçekleştirmişlerdir. Örneğin, İngiliz yazar Mary Shelley’in yazmış olduğu ünlü “Frankenstein” romanının kapağında yazarın adı yazmamaktadır. Ancak Fatma Aliye Hanım için bu durum uzun sürmeyecek ve “Muhadarat” eserini kendi ismi ile imzalayarak ilk Türk kadın edebiyatçı olarak karşımıza çıkacaktır.
Fatma Aliye Hanım, yazıları ile uluslararası bir okur kitlesine sahip olmayı da başarmıştır. “Nisvan-ı İslâm” isimli eseri İngilizce, Fransızca ve Arapçaya çevrilmiştir. Anı türünde kaleme alınan bu eserin amacı, Avrupa’daki kadınlara İslâm’ı ve Müslüman kadın yaşamını tüm gerçekleri ile anlatmaktır. Romanları ve diğer çalışmaları ile Avrupa ve Amerika basınında kendisinden söz ettirmiştir. Eserlerinden bazıları Arapça ve hatta Fransızcaya çevrilen Fatma Aliye, Chicago’da bulunan “Dünya Kadın Kütüphanesi Sergisi ve Kataloğu”nda eserleri ve biyografisi ile yer almaktadır. Tüm eserlerini eski alfabe ile kaleme alıp yayımlaması, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı ve yeni eğitim sisteminde Fatma Aliye’nin yeni kuşaklar tarafından tanınmayıp unutulması sonucunu doğurmuştur. Kızlarıyla ilgili hadiseler nedeniyle sağlığı bozulan Fatma Aliye Hanım 13 Temmuz 1936 tarihinde İstanbul’da vefat etmiş, Feriköy Mezarlığı’na gömülmüştür.
Muhadarat – Fatma Aliye
“Fâzıla, o gece ilk defa kocasını beklemeyip yatağına girdi, uyudu. Hem de pek güzel uyudu. Remzi’nin geldiğini, hafif olan uykusu arasında duyduysa da duymamış gibi davranıp kalkmadı. Ertesi günden itibaren Fâzıla kitaplarıyla, piyanosuyla ilgilenmeye ve gelin olduğundan beri unutmuş olduğu dostlarıyla görüşüp konuşmaya başladı. Sıkılmıyor, aksine çok güzel vakit geçiriyordu.”
Yazarın kendi ismi ile yayınladığı ilk kitap olma özelliğini taşıyan “Muhadarat”, Fatma Aliye Hanım’ın hayatı ve eserlerinden hareketle romanın kaleme alındığı dönemde kadının eğitimine dair fikirlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu dönemde sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda toplumun genelinden daha üstün konumda olan ailelerin, özel eğitmenler aracılığıyla kızlarının eğitimlerini devam ettirdikleri bilinmektedir. Fatma Aliye Hanım’ın iyi eğitimine, zekâsına, birikimine rağmen devrin ahlak algısından temellenen itaatkâr tutumu romanın baş kişisi Fâzıla’yı anımsatır. Eserde kadının eğitimine ve sosyal konumuna dair bulguların merkezinde yer alan Fâzıla’nın gerçek yaşamla ve Fatma Aliye’nin öz yaşam öyküsü ile örtüştüğü görülmektedir. Romanının temel meselelerinden biri kadınların nasıl olması ve nasıl yaşaması gerektiğidir. Bu açıdan “Muhadarat”ın karakterleri iyi ve kötü tiplemelerden meydana gelir. Fâzıla, bu kişiler arasında mutlak iyiliğin temsilidir. Her yönüyle ideal bir kadın tipi olarak çizilen Fâzıla, devrin algıları ile biçimlendirilmiştir.
Refet – Fatma Aliye
Ahmet Mithat Efendi’nin ön takdimiyle “Kerime-i maneviyemiz Fatma Aliye Hanımefendi hazretlerinin ‘Refet’ narnı ile kaleme aldıkları şu eseri bir ‘Roman’ diye telakki edenler o narndan umdukları şeyi bunda bulamayarak intizarlarında yanılmış olurlar. Bu bir roman değil tasvirdir.” diyerek okuyucuya sunduğu eser, ilk baskısını 1897 yılında Kırk Anbar Matbaası’nda yapmıştır. Romanın olay örgüsü, Fatma Aliye kitaplarının alameti farikası olan güçlü bir kadın karakter üzerine inşa edilmiştir. Öyle ki Ahmet Mithat Efendi, kendi sanat anlayışını sürdüren Fatma Aliye Hanım’ın romanına bir takriz yazarak okuyucuların –bilhassa kadın okurların- Refet’i örnek almalarını tavsiye eder. Bu dönemde Türk roman anlayışı henüz tam anlamıyla şekillenmediğinden; abartılı üsluplar ve imkânsız tesadüfler ile Fatma Aliye teknik açıdan yetersiz kalsa da kurgulanan karakterler ve verilmek istenen “Halk için edebiyat” mesajı oldukça kuvvetlidir.
Roman’ın kahramanlarından Binnaz; Hayati Efendi ile onun ikinci eşi olarak evlenir. Bu evlilikten, “Refet” adını verdikleri bir kızları dünyaya gelir. Konakta yaşayan diğer taşralı eşler, doğduğu ilk günden itibaren Refet’i çekemez ve onu hor görmek için fırsat kollarlar. Hayati Efendi’nin ölümüyle koruyucusuz kalan ana-kız, diğer eşlerin ve üvey kardeşlerin tutumlarına dayanamaz ve çareyi İstanbul’a kaçmakta bulurlar. Ancak İstanbul’da da tutunmak kolay olmayacaktır. Refet, iyi bir eğitim almak adına Daru’l Muallimat’a kaydolur ve güçlükle okulunu tamamlar ancak annesi, artık eski gücünü yitirmiştir ve sıklıkla hastalanır. Refet’in okulu birincilikle bitirdiği gün, hayata veda eder. Annesinin kaybıyla tümüyle kimsesiz kalan Refet’e uzak akrabalarından Mucib evlenme teklifi eder. Ancak bu teklif, iyi ve temiz bir niyetten çok uzaktır. Refet, bu teklifi reddeder ve öğretmenlik yapmak için yurdun taşra vilayetlerinden birine atanır.
Edebiyatı, “Halkı aydınlatmak için bir araç, bir eğitim yöntemi” olarak gören Fatma Aliye; romanlarını da toplumsal konular üzerinden inşa eder. Birden fazla kadınla evliliğin doğurduğu sonuçlar, cehalet ve yoksullukla mücadele için eğitimin gerekliliği, kadınların iş ve meslek sahibi olması gerektiği, “Refet” romanında ele aldığı başlıca konulardır. Fatma Aliye “Üstad” olarak gördüğü Ahmet Mithat Efendi gibi roman akışını zaman zaman keserek okuyucusu için eğitici bilgiler vermeyi ihmal etmemiştir. Romanda yazarın sözcülüğünü Refet ve annesi Binnaz Hanım’la birlikte Refet’in arkadaşı Şule de üstlenmiştir. Fatma Aliye, kadınların sorunları ve eğitimi ile ilgili düşüncesini, bu kahramanların sözcülüğünde okuyucusuna aktarmayı hedefler.
Udi – Fatma Aliye
“Beni yalnız sen terk etmedin, benden yalnız sen geçmedin, bana hıyanet etmedin! Bir zaman zevk ve sefa kaynağım eğlencem oldun. Şimdi de geçim kaynağım, ekmek teknemsin. Benim yârim sensin!” Roman, son derece seçkin bir ailede yetişen Bedia’nın iffetinden ödün vermeyerek kalkıştığı var olma mücadelesini konu edinir.
Bedia, musiki ile yakından ilgilenir. Daha on üç yaşında kanun ve kemanda usta bir sazende olur ancak asıl gönlünde yatan daha sonraları tanışacağı ud olacaktır. Ağabeyinin Bedia’ya hediye ettiği ve üzerinde “Aşkta hıyanetten başkası çekilir.” yazan ud, hem yolunun habercisi hem de yoldaşı olacaktır.
Bedia, evlenme çağına geldiğinde onun için münasip bir eş olarak gözüken Yüzbaşı Mail ile evlendirilir ancak bu evlilik bir müddet sonra Mail Bey’in onu hafif meşrep bir rakkase olan Helvila ile aldatmasıyla son bulur. Bedia, ihanete göz yummaz ve bu saatten sonra Udi Bedia için iffetinden asla ödün vermediği bir var olma mücadelesi başlayacaktır. Bu mücadelede en büyük destekçisi; onun sırlarını dinleyen, ona ihanet etmeyen, bir erkeğin kanatları altında yaşamak zorunda bırakmayan ve sayesinde geçimini sağladığı ududur. “Udi” romanında kendi ayakları üzerinde duran güçlü Bedia portresi, yazarın özellikle “Muhadarat” romanındaki baş karakter Fazıla ve “Refet” romanındaki baş karakter Refet ile benzerlikler gösterir. Bu üç Osmanlı kadınının da ortak noktası, uğradıkları haksızlıklara karşı mücadele azimleridir.
Osmanlı’da Kadın, Cariyelik, Çokeşlilik, Moda – Fatma Aliye
Yaşadığı dönemin sosyal olaylarına bir kadın gözüyle bakan Fatma Aliye, romanlarında aile, evlilik, cariyelik, eşitlik, kavramları üzerinde durur. Kitap, özellikle 19. yüzyılda Avrupalıların Türk ve Müslüman toplumundaki kadınlar hakkında yanlış bildiği pek çok hususu ele alır. Eser sayesinde Osmanlı kadınlarının yaşamı, birinci ağızdan meraklılarına aktarılır.
“Müslüman ailelerin bir kısmı, güya, eğitim ve öğretimin kadınlara günah olduğunu düşünerek, değil Fransızca öğrenmek, Türkçe de öğrenilmesi zorunlu şeylerden fazla eğitimi bile kabullenememektedirler. Bunlar, Hazreti Peygamber’in hanımları ve Ehl-i Beyt’ten gelen kızlar ile İslâm’ın ilk devirlerinde yaşamış olan nice kadın âlim ve yazarların ilim ve fazilette ne kadar yüksek derecelere varmış olduklarını bilmeyenlerdir.”
Eser, birbirinden bağımsız üç sohbetten oluşur. İlk sohbet; harem hayatı ve cariyeler, Ramazan ve oruç, Kur’an’daki Hazreti İsa ve İncil’deki Hazreti Muhammed’i ele alır. İkinci sohbet; çok kadınla evlilik, Hazreti Peygamberin evlilikleri ve eşleri, örtünme konusu, dinler ve felsefe üzerinedir. Son bölüm ise giyim-kuşam ve moda, boşanma, alaturka giyim ve ev işlerinde kadın konusu üzerine kaleme alınır.
“Ben, ‘Onlarda boşanmak çok zor bir şey!’ diye hatırlatmada bulundum tekrar. ‘Hele öyle kocanın karısının parasını yemesi yüzünden boşanmak… Hiç mümkün değil. Bizde ise bunun için boşanma zahmetine girmeye bile gerek yok. Çünkü kadının parasına kocasının hükmü geçmez ki yiyebilsin.”
Uzak Ülke – Fatma Barbarosoğlu
“19. yüzyılın son çeyreğinde, Ahmet Mithat Efendi, ‘Bu kitap sensin’ diyerek satırlar üzerine kaydedilmiş hayatınızı, verilebilecek ‘En güzel hediye’ olarak takdim etmişti size. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bu defa bendeniz, huzurunuzda ‘sizi’ ve dahi ‘bizi’ getiriyorum. Lütfen kabul buyurunuz.” diyerek başlar Fatma Barbarosoğlu sözlerine. “Uzak Ülke”, yazarın “Arayışların kitabı” olarak nitelediği ve Fatma Aliye’yi araması üzerine kaleme aldığı eseridir. 1862’de Fatma Aliye’nin doğumu ile başlayan hikâye, yazarın neredeyse yüz sene sonra ilk Türk kadın roman yazarı Fatma Aliye Hanım’ı anlatmak için verdiği konuşma ile son buluyor.
“Uzak Ülke”, kızının gidişiyle yüreğine düşen yangını söndüremeyen Fatma Aliye’nin, kendini yaşarken bir uzak ülkeye dönüştürmesiyle geçen ömrünü ortaya koyuyor. “Uzak Ülke” bizim için hem Osmanlı tarihi hem de Fatma Aliye’nin bizzat kendisi olduğunu söyleyen Fatma Barbarosoğlu, verdiği bir röportajda bu romanın o mesafeyi bir parça da olsa kırabilmek, uzak ülkeyi yaklaştırmak ümidiyle kaleme aldığını belirtiyor. Eser, Barbarosoğlu’nun yedi senelik bir çalışması üzerine kaleme alınmıştır.
Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu – Ahmet Mithat Efendi
Osmanlı’nın son dönem yazarları arasında kadın kimliği ile sivrilerek öne çıkmayı başaran Fatma Aliye’nin hayatı, “manevi baba” olarak gördüğü Ahmet Mithat Efendi tarafından “Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu” kitabında anlatılır. Hayatının otuz iki yıllık bir süresini kapsayan eserde, Ahmet Mithat Efendi’nin gözünden Fatma Aliye’nin; yaşamı, eğitim hayatı, evlilik ve aile hakkındaki düşüncelerine yer verilir. Bir “Kadın yazar” olarak kendini gerçekleştirmesi ve tarih içerisinde görünür olması hakkında yazılan bu eser ile doğrudan ilişkilidir. Ahmet Mithat, dönemi için fark edilmesi nerede imkânsız olan bu ismi, hususi olarak tanıtmayı ve bilinmesini arzu etmiştir.
Levayih-i Hayat – Fatma Aliye
Beş farklı kadının birbirine gönderdiği on bir mektuptan oluşan “Levayih-i Hayat”, 1898 yılında yayımladığı eseridir. İsmi “Hayattan Sahneler” anlamına gelen eserin öncelikli konusu evliliktir. Görücü usulü evliliklerin oldukça yaygın olduğu bir dönem olan Tanzimat Dönemi’ndeki toplum ve yazılı olmayan evlilik kuralları göz önüne alınarak yazılmıştır ve bu konular üzerinde pek çok eleştiri getirir.
“Evet, şairane hayallerimin, mutluluk heveslerimin tamamı bunlardan ibaretti. Beni sevecek, beni düşünecek, bana acıyacak.”
Fehame, Mehabe, Sabahat, İtimad ve Nebahat isimli beş kadın, yazdıkları mektuplarda evliliklerinden ve eşleriyle olan ilişkilerinden bahsederler ve mektup aracılığıyla birbirleriyle dertleşirler. Ataerkil aile yapısının hakim olduğu bu evliliklerde hanımlara tanınan hiçbir söz hakkı yoktur. Bu dönemde evliliklerdeki bir diğer sorun olan “Denklik problemi” de önemli bir husus olarak kitapta verilmiştir.
Hayal ve Hakikat – Fatma Aliye Hanım / Ahmet Mithat Efendi
“Gayetle câlib-i enzar-ı ibret olan şu fıkra iki kısımdır. Bir kısmı fâzılat-ı nisvan-ı Osmaniyemizden olup bir hayli âsârı Tercüman-ı Hakikat’imizin sütunlarını tezyin etmiş olan bir hanımefendi kaleminden ‘Vedad’ sernamesiyle sadır olmuştur. İkinci kısmı ise güya fıkranın esasen mütealliki olan Vefa tarafından bu muharrir-i acize yazılmış bir mektup suretindedir ki hakikatte kalem-i acizin mahsul-i naçizidir. Bu da “Vefa” diye derc olmuştur.”
“Hayal ve Hakikat” eseri, ortaklaşa yazılmış ilk Türk Edebiyatı romanı olması sebebiyle kendi döneminde tektir. “Yazı makinesi” Ahmet Mithat Efendi’nin manevi kızı saydığı Fatma Aliye ile birlikte kaleme aldıkları eseridir. Ahmet Mithat Efendi, eseri kendi ismi ile imzalarken Fatma Aliye eserde; “Fazılat-ı nisvan-ı Osmaniyemizden olup bir hayli âsârı Tercüman-ı Hakikat’imizin sütunlarını tezyin etmiş olan bir hanımefendi” yani “Erdemli Osmanlı kadınlarından olup bir hayli eseri Tercüman-ı Hakikat’imizin sütunlarını süslemiş bir hanımefendi” olarak takdim edilir ve romanı “Bir Hanım” olarak imzalar. Roman, 15-26 Aralık 1891 tarihleri arasında Tercüman-ı Hakikat gazetesinde “Fıkra-ı Mahsûsa” ismi ile dokuz bölüm olarak tefrika edilir. 1892 yılında ise tek bir kitap olarak basımı gerçekleştirilir.
Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı – Fatma Aliye
Başarılı bir devlet adamı ve tarihçi olan Ahmet Cevdet Paşa, 1844 yılında başladığı memuriyet hayatında pek çok sadrazam ile birlikte çalışır. 1850’de Meclis-i Maarif’e âza, Daru’l Muallimin’e müdür tayin edilir. “Tarih-i Cevdet” eseri ile devletin resmi tarihçisi olurken 1866 yılında İlmiyye sınıfından vezirliğe geçer. Fatma Aliye, merhum babası ile ilgili bildiklerini ve onun kendisine anlattıklarını Paşa’nın, “İyi belle! İyi hıfz et! Benim neşretmeye muvaffak olamadıklarımı belki bir gün sen neşredebilirsin!” sözleri üzerine kaleme almaya başlar. “Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı”, Fatma Aliye’nin kaleme aldığı son eser olarak bilinir. 1914 yılında kaleme aldığı eserin yayınlanmasının ardından 1922 yılı itibariyle gönüllü bir unutuluşu seçer ve aktif yayın hayatına son verir.
“Hayât-ı târihiyyeye dâhil olan insanların tercüme-i hâli yazılır. Öyle bir kimsenin hayât-ı husûsiyyesi bile öğrenilmek istenir. O kimseyi, öyle bir mertebeye îsâl eyleyen hayât-ı huûsiyyesi olmadığı hâlde, onu hayât-ı târihiyyeye nâil eyleyen esbâbdır ki onun ahvâl-i husûsiyyesinin dahi öğrenilmesi arzusunu husûle getirir. Ahmet Cevdet Paşa’nın tercüme-i hâli demek, onun hayât-ı ilmîsi, siyâsîsi, mesâîsi olup o cihetlerin nazar-ı itibara aldıracağı hayât-ı husûsiyyesi de miyânına girer.”
Ahmet Cevdet Paşa’nın Aile Mektupları – Doç. Dr. Ahmet Cihan
Ahmet Cevdet Paşa çok yönlü bir âlim, mühim görevler icra etmiş önemli bir devlet adamıdır. Kendisini, Osmanlı toplumunu “Gelenek içinde modernleşme” yöntemi ile geliştirmeye ve yüceltmeye adamıştır. Ahmet Cevdet Paşa’nın hayata aile penceresinden bakışı, toplum ve devleti dönüştürmede fikrinin ondaki bir tezahürüdür. Eser, iki bölüm hâlinde hazırlanmıştır. İlk bölüm Ahmet Cevdet Paşa’nın kişisel yaşamı; çocukluğu, eğitimi, Tanzimat reformcularıyla tanışması, ilmiye zümresine girişi, üstlendiği kimlikler, dünya görüşü ve değişen Osmanlı aydın kimliği üzerine inşa edilmiştir. Bu bölümde edebiyata, hukuka ve tarihe yönelik eserleri hakkında bilgilere erişmek de mümkündür. İkinci bölüm; Cevdet Paşa’nın aile kurumuna bakışı, çeşitli görev yerlerinden evine, eşine yazdığı mektuplar ve bu mektupların dil-içerik açısından incelemelerine yer vermiştir.
“İki Gözüm Nuru, Efendim
Ali Sedat’ın ve Fatma Aliye’nin ve Emine Semiye’nin yüzlerini öperim.
Perşembe günü çıkan posta ile yazdığım mektupta beyan olunduğu üzre birbiri arkası sıra iki hafta mektubunuz gelmediğinden aklım başımdan gidip telgraf çekmiştim. Cevabı geciktiğinden postayı nasıl mühürlediğimi bilemedim.
Sonra telgrafın cevabı geldi, yeniden dünyaya gelmiş gibi sevindim. Biraz keyifsiz olduğunuzdan vakıa pek keder ettim. Lâkin elhamdülillah, kessb-i sıhhat ve afiyet eylediğinizden ne kadar memnun olduğumu tarif edemem. Cenab-ı Hak afiyet ihsan buyursun. Yarın buradan kalkmak niyetinde bulunduğumdan şayet ki yolda mektup yazmağa vakit bulunmaz diye ihtiyaten bu mektubu yazıp burada bıraktım… ”
Ahmet Cevdet Paşa’nın aile bireylerine yazmış olduğu mektupların satır aralarında, sâyesiz ve sermayesiz bir Osmanlı bürokratının aile yapısını, aile üyeleri arasındaki ilişkileri, ailenin gelir gider durumunu, bakanlık yaparak devletin üst kademesine yükselmiş bir insanın zor ve meşakkatli hayat hikâyesini bulabiliriz. Eser, 2018 yılında Gökkubbe Yayınları tarafından ikinci baskısını gerçekleştirmiştir
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı