Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
“Müziği görünür hâle getiren enstrümandır. O yüzden iyi bir ses sanatçısı olmak isteyen herkesin muhakkak iyi derecede enstrüman çalması gerekir.”
Müzik dünyasında elinden düşürmediği mendiliyle fenomen hâline gelen usta sanatçı Mustafa Keser ile sanat hayatına dair her şeyi konuştuk. Mustafa Keser, “Bir amacım vardı kendime ülkenin en büyük müzik adamlarından biri olacağım dedim. Hayatım boyunca da bu doğrultuda çalışmalarımı yürüttüm. Gecemi gündüzüme kattım. Allah’ın bana bahşettiği bu güzel sesi, musiki kabiliyetimi hiçe saymadım. Her gün daha çok çalışıp kendimi bilgi ve becerilerle donattım.” diyor.
“Sende bu güzellik varken
Bakılmaz mı yeşil gözlüm
Bu gönül senin aşkına
Yakılmaz mı yeşil gözlüm
Yeşil gözlerinde sevda
Yeşil gözlerinde bela
Beni bu düşürdü bu hala
Senin yeşil gözlerin”
Mustafa Keser’in hayat hikâyesinden biraz bahsedebilir misiniz?
Elazığ’ın Maden ilçesinde doğmuşum. Benden dokuz yaş küçük bir de kız kardeşim var. İlk ve Orta tahsilimi Maden’de, lise tahsilimi Diyarbakır “Ziya Gökalp” ve Sivas “4 Eylül Lisesi”nde tamamladım. Babam rahmetli çok iyi keman yapar ve çalardı. Babam ve baba tarafı akrabalarımda sanat kabiliyetleri üst düzeyde olduğundan benimde bu kabiliyetlerden nasibimi almış olmam dolayısıyla, ortaokul ve özellikle lise yıllarımda keman, ud, bağlama gibi enstrümanları iyi derecede çalmasını öğrendim. Liseden sonra tahsilime devam edemediğim için kendime müziği meslek olarak seçtim. Bu nedenle İstanbul’a gittim. Zaman zaman çeşitli şarkıcılara eşlik ettim.
Zaman zaman da kendim çalıp şarkı söyleyerek gazinolarda çalıştım. Daha sonra askerliğim dolayısıyla İstanbul’dan ayrıldım. Askerliğimin acemiliğini Manisa, kalanını İzmir Narlıdere’de bitirdim. Kendime müzik camiasında iyi bir yer edinmiş olmam sebebiyle askerden sonra İzmir’e yerleştim. 15 yıla yakın, burada ismini sayamayacağım kadar çok ses ve saz sanatçısı üstatdıyla birlikte çalıştım. Zaman içerisinde onlardan çok bilgiler edindim. Bu arada çaldığım mevcut sazlara ilaveten yaylı tambur, mızraplı tambur, buzuki, piyano gibi birçok enstrümanı da çalmasını öğrendim.
1975 yılında TRT kurumunun açmış olduğu amatör ses yarışmasını Türk Halk Müziği dalında kazandım ve 1982 yılına kadar TRT İzmir Radyosu’nda mahalli sanatçı olarak görev yaptım. Geçen zaman içerisinde müzikten kazandığım para yeterli olmadığından ilave olarak başka işler de yaptım. 1982 yılında yine TRT kurumunun açtığı yetişmiş sanatçı sınavını bu kez Türk Sanat Müziği dalında kazandım ve TRT İzmir Radyosu’nda ses sanatçısı olarak göreve başladım. Ancak 1989 yılında istemeden de olsa TRT’den ayrılıp İstanbul’a yerleştim. TRT’de çalıştığım yıllar içerisinde Hz. Mevlana’yı anma törenleri dolayısıyla on yıla yakın Konya’ya gittim. Bu arada dinî musikiyle ilgili de uzun yıllar çalışmalar yaptım.
Rahmetli Kâni Karaca Üstad’dan da büyük ölçüde feyizlendim. 1995 yılında, bildiğim kadarıyla Dünya’da ilk defa yapılan bir programa imza atarak HBB televizyonunda “Mustafa Keser ve İstekleriniz” isimli ve canlı olarak yayınlanan şarkı istekleri programına başladım. Sanat hayatımda sırasıyla bir 45’lik, bir Longplay, Ahu Gözlüm, Bana Kötü Diyen, Seviyorum-Çaresizim, Üzüm Gözlüm, Tutku ve son olarak da Sabır isimli kasetlerimi çıkardım. Hâlen, haftanın iki günü Göktürk semtinde “Mustafa Keser Sahnesi” adlı kendi işletmemde ve çeşitli konser çalışmalarıyla müzik yaşantıma devam etmekteyim. Evliyim, üç oğlum var.
Sanata, müziğe yöneliminiz nasıl başladı?
Ailem de dâhil çevremdeki herkes benim çok zeki olduğum kanaatindeydi. En az üç üniversite bitirir gözüyle bakıyorlardı bana. Ancak ben liseden sonra eğitim hayatıma devam edemedim. Babam ve ailesi müziği çok seven, müzik ruhlu ve müzik konusunda olağanüstü kabiliyetlere sahip insanlardır. Sülalemizdeki en çirkin sesi olan benim, buradan hesap edin. Allah rahmet eylesin, babam sanatkâr bir marangozdu ve çok güzel kemanlar yapardı. Bana da bir keman yapmıştı. Ancak o zamanlar bu işlere iyi gözle bakılmıyordu o yüzden annem sağ olsun ortaokulu bitirene kadar babamın yaptığı kemanı benden sakladı. Müzik sevdasına okumaktan vazgeçerim diye. Lise öğretimim için gittiğim Sivas’tan bir omzumda ud, bir omzumda cümbüş, ensemde bağlama, kolumda keman ile döndüm. Üç ay içerisinde hepsini çalmayı öğrenmiştim. Annem çok ahlandı vahlandı tabi ama daha fazla engel olmadı bana. Liseden sonra çeşitli nedenlerle eğitimime devam edemedim, askerliğime de daha bir yıl vardı bende kaçtım İstanbul’a geldim.
Tıpkı filmlerdeki gibi elimde bir bavulla Haydarpaşa tren garında buldum kendimi. Şuan o günleri düşünüyorum da tam anlamıyla bir delilik. 18-19 yaşlarında Elazığ’dan kalk elinde bir saz bir bavulla Beyoğlu sokaklarında saz çalarım, şarkı söylerim diye dolaşa dolaşa iş aradım ve buldum da. Hatta kendime baya da bir çevre edindim. Bir yıl böyle devam ettikten sonra askerlik için İzmir’e gittim. İzmir’de de gündüzleri askerlik yapıyor geceleri birlikten kaçıp müzik yapıyorduk. Bu sayede İzmir’de de kısa sürede hatırı sayılır bir çevre edinmiştim. Hazır burada da bir çevrem oluşmuşken tekrar İstanbul’a dönmeyeyim İzmir’de kalayım dedim.
KABİLİYETİMİ HİÇE SAYMADIM
Türkiye’de konservatuvar okumadan konservatuvarda hocalık yapan tek adamım. Bunun bir eşi benzeri daha yoktur sanırım. Ama bunun için çok çalıştım, devlet sanatçısı oldum, kendimi çok geliştirdim. Bu süre zarfında da müzikten kazandığım para geçimimi sağlamak için yeterli olmadığından birçok ek iş yaptım. Ancak ne olursa olsun, müzik her zaman ön plandaydı. O zamanlar müzisyenlerin iş bekledikleri kahvehaneler olurdu bizler oralara gider, düğün dernek ne olursa beklerdik. Eğer çağrılırsak gider buralarda müziğimizi yapardık. Bir süre sonra dedim ki ben ömrümü kahvede düğün bekleyerek geçirmeyeceğim. Çünkü bir amacım vardı, kendime ülkenin en büyük müzik adamlarından biri olacağım dedim. Hayatım boyunca da bu doğrultuda çalışmalarımı yürüttüm. Gecemi gündüzüme kattım. Allah’ın bana bahşettiği bu güzel sesi, musiki kabiliyetimi hiçe saymadım. Her gün daha çok çalışıp kendimi bilgi ve becerilerle donattım.
Geçimimi sağlamak adına taksicilik yaptığım dönemlerde dahi boş zamanlarımda arabanın içerisinde oturur kitaplardan okurdum; kendimi geliştirebilecek ne varsa fırsatını bulduğum her an da araştırır öğrenirdim. Bununla ilgili çok sevdiğim söz vardır: “Başarı için ömürlerinin bir bölümünü bedel olarak ödemeyenler, başarısızlığın bedelini bir ömür boyu öderler.” Ne kadar doğru ve yerinde bir sözdür. Başarılı olmak isteyenler bu sözü kendilerine şiar edinmelidirler. İşte bizde maddî manevî birçok ödünler vererek bedeller ödeyerek bugün buralara geldik. Yani sözün özü ben mecburiyetten müzisyen oldum. Okumadığım ve bu kadar çok enstrüman çaldığım için para kazanmak amacıyla müziğe başladım. Müziksiz yaşayamam ölürüm gibi düşüncelerim yok ancak sonrasında az önce bahsettiğim gibi ideallerim çerçevesinde kariyerimi planladım.
Sanat hayatınızın 60. yılındasınız? Bunca yıldır bu sanat dünyasında bu kadar kalıcı olmayı nasıl başardınız?
Allah’ın verdiği özelliklerin dışında hangi işi yaparsan yap ahlaklı bir insan olmak çok önemlidir. Bununla birlikte dürüst ve samimi olmakta gerekir, bunlar her zaman karşılık bulan özelliklerdir. Yediden yetmişe her kesimden insandan çok güzel yorumlar alıyorum. Demek ki ben onlara bir şeyler verebiliyorum ki karşılık buluyor. Gazino programlarıma her kesimden ve yaş grubundan insan gelir. Hepsiyle de keyifle ilgilenirim, onlar da keyifle eşlik ederler. Yine yolda yürürken birçok insanın sevgi gösterisine şahit oluyorum bunlar çok önemli şeyler. Hiçbir zaman insanların beni gördüklerinde acaba yanına gitsek rahatsız olur mu gibi tereddütleri olmaz. Bu tamamen samimiyetten, sıcakkanlılıktan kaynaklanan bir durum. Aksi doğru değil, çünkü biz bu insanlar sayesinde buralara geldik. Onlar bizi dinlemese kıymet verip gelmese biz şarkılarımızı kime söyleyeceğiz.
SES SANATÇISI İYİ ENSTRÜMAN ÇALMALIDIR
Sanatçı olmak için eğitim gerekli mi? Konservatuvar okumak, bitirmek tek başına yeterli midir? Bu konuda gençlere ne tavsiye ediyorsunuz?
Eğitimin gerekli olduğunu düşünmesem konservatuar düzeyinde bir okul açmazdım. Ancak insanlar da biri elimden tutsun da bir yerlere geleyim düşüncesi çok yaygın. Ancak bu çok yanlış bir düşünce. Bunun yanı sıra eğitim tabi ki şart ancak bu eğitimi illa ki konservatuardan almanız şart değildir. Eğitim nedir? Belli bir konuda bilgi ve beceri kazanma, yetişme ve gelişme işidir. Mesela, ben konservatuar okumadım ama konservatuarın vereceği bilginin on mislini zaman içerisinde edindim. Müzisyenlik yaptığım dönemlerde, assolistlerle çalıştığım dönemlerde çok şey öğrendim. Türkiye’deki assolistlerin hemen hemen hepsine çalmışımdır. Zeki Müren olsun, Müzeyyen Senar, Gönül Akkor olsun…
O dönemlerde hocalarımdan bilgiler edinirdim, bilmediklerimi öğrenmeye çalışır anlamadıklarımı tekrar tekrar sorardım. Böyle böyle yetiştirdik kendimizi yani önemli olan kişinin kendi mesleğiyle ilgili yeterli bilgi donanımına sahip olmasıdır. Bu bilgiyi ister konservatuardan alır ister kendi çabasıyla. Bir de bizim zamanımızda çok kıymetli müzik ustaları vardı, şimdiki gençlerin böyle bir şansı yok maalesef. O yüzden bu konuda eğitim almak isteyenlerin konservatuara gitmelerini faydalı buluyorum. Bir de müzik, bir heykeltıraşın öğrencisine heykel yapımını öğretmesi gibi bir şey değildir. Şimdi ben öğrenciye “Uşak Makamı” böyle okunur diyorum nasıl diye soruyor haklı olarak çünkü ortada görünen bir şey yok. Müziği görünür hâle getiren enstrümandır. O yüzden iyi bir ses sanatçısı olmak isteyen herkesin muhakkak iyi derecede enstrüman çalması gerekir.
Müziğinizin çıkış noktası nedir? Sizde günümüzde Türkiye ve dünyada nasıl bir müzik ortamı var?
Türkiye’de çok müzisyen var ama güzel saz çalamıyorlar. Sazlarını olağanüstü çalıyorlar ama teknikleri iyi değil. Dolayısıyla ben dinlerken hiç keyif almıyorum aksine rahatsız oluyorum. Çünkü, işin içine matematiği katmıyorlar. İyi kötü müzisyenler ama yüzde doksan dokuzu bu işin matematiğinden, musikiden bihaber. Özellikle konservatuar öğrencileri mezun olduklarında her bilgiye her yetiye sahip görüyorlar kendilerini. Hâlbuki asıl mesele oradan mezun olduktan sonra başlıyor ama onlar okulda öğrendiklerine bir daha ne dönüp bakıyorlar ne de üzerine bir şey ekliyorlar. Ancak bunlar piyasaya, bir mucize ya da asrın harikası gibi lanse ediliyorlar. Birine de kırk defa deli dersen deli olur… Bu yüzden dinleyenin de seçici olması ne dinlediğini bilmesi gerekiyor.
TEK BİR BESTEMİ EŞİM İÇİN YAPTIM
Bestelerinizi hangi ilham duygusuyla yapıyorsunuz? Neler sizin ilham kaynağınızdır?
Maalesef bugüne kadar besteciliğe ağırlık veremedim. Nasıl ki bu mesleğe ekmeğimi kazanmak için mecburiyetten başladıysam, bestekârlıkta benim için öyle oldu. Her kasetimde bir şekilde ihtiyaca binaen üç dört beste yapıyorum. Hepsi de piyasadaki mevcut bestelere göre olağanüstü eserler ancak ilham denen şeyin var olduğuna inanmıyorum. Çünkü, ben istediğim zaman oturup beste yapabilirim. Nasıl ki bir terzi etek dikmesi gerektiğinde oturup dikebiliyorsa bende gerektiğinde beste yapabiliyorum. Bunun için sadece gerekli malzemeye sahip olmanız gerekir. Eğer gerekli malzemeye sahipseniz ilhama ihtiyaç duymazsınız. Mesela, “Yeşil Yeşil” diye bir bestem var, bu bestemin sözlerinin yazılı olduğu kağıt yıllarca evimdeki sehpanın üzerinde durdu. Sonra bir albüm çalışması sırasında hareketli bir parçaya ihtiyaç duyduk. Oturdum 15 dakika içerisinde besteledim.
Bazen de soranlar oluyor, bu besteyi kimin için yaptın diye. Sanatçının o besteyi yapması için illa anlatılan olayın, yaşanan durumun başından geçmesi gerekmiyor ki. Kaldı ki benim otuz kırk tane bestem var sadece “Aklımda Fikrimde Hep Sen Varsın” bestesini eşim için yapmışımdır. Onun haricindeki hiçbir bestemi birini düşünerek yapmamışımdır. Sadece anlattığım duyguları yaşadığımı hayal etmiş, yaşamışım gibi kurgulamışımdır.
Türk müziğini belirli bir yaş gurubundakiler dinliyor diye bir algı var. Siz buna katılıyor musunuz?
Öncelikle şarkı söylemek ne demektir onun tarifini vereyim sana. Şarkı söylemek melodi eşliğinde sohbet etmektir. O hâlde doğru şarkı söylemenin birinci nedeni bu olmalıdır. Bir de anlatılan konuya göre yüzünüzün ifadesi değişir, gözleriniz dolar, duygulanırsınız ya da öfkelenirsiniz. Yani şarkı da bir konudur. Ortada bir güfte var ve siz bu güfteyi karşı tarafa sözlerle anlatıyorsunuz. O zaman burada asıl önemli olan sözdür. Melodi araç, söz ise amaçtır. Ama melodi ne kadar iyiyse sözleri de o derece tesirli iletirsiniz karşı tarafa. Dolayısıyla derdini iyi anlatırsan her zaman karşılık bulur. Genci yaşlısı fark etmez, çünkü insan yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Mevzu, derdini anlatabilmek… Sen anlatabildikten sonra 20 yaşındaki çocuk niye anlamasın, niye sevmesin. Ben bu tavrımla birçok gencimize, birçok önemli insanımıza hiç dinlemediği hâlde Türk müziğini sevdirmişimdir. Bugün hâlâ birçok genç yolda önümü kesip sayenizde Türk müziği dinlemeye başladım, diyor. Yani işin özü derdini iyi anlatmaktır…
SANAT BENİ DAHA İYİ BİR İNSAN YAPTI
Sanat geçmişinize baktığınızda öğrendiğiniz en önemli şey ne oldu?
Sanat beni daha iyi bir insan yaptı. Çok asabi bir insan olmama rağmen sanat sayesinde olayları daha sakin karşılayan bir insan hâline geldim. Allah’ı, kitabını bilmek, insanı sabırlı ve sakin biri yapar. Sanatında böyle bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü sanatın da derdi iyi insan yetiştirmektir. O yüzden musiki insana sabrı, sükûneti ve kötülüklerden uzak durmayı, arınmayı öğretiyor. Sadece musiki de değil tabii ki sanatın her dalının böyle bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Günün kaç saatini müzik çalışmalarınıza ayırıyorsunuz? Çalışma disiplininiz hakkında konuşmak isteriz…
Çok disiplinli bir adamımdır. Mesela, ben hiç acıkmam, uykum gelmez, yorulmam. Bu bir arıza mıdır bilemem… Diyelim ki sabah dokuzdan akşam dokuza kadar çalışmam mı gerekiyor, bir dakika bile durmadan çalışırım. İş arasındaki çay ikramı bile bana zulüm gelir, işimden çalıyor diye düşünürüm. Bir de sözüme çok sadık bir insanımdır. Hanımımı sözleştiğimiz saatte orada olmadığı için çok defa çarşıda bırakmışlığım vardır. Bir şey için sözleştiysem o saatte orada olurum, eğer karşımdaki insan orada değilse de bir dakika dahi beklemez giderim. Ben söz verdiğim saatte orada olabiliyorsam herkes orada olabilir. Bu konuda çok katıyım. Her işin olması gerektiği gibi olmasını, her şeyin yerli yerinde olmasını isterim. Sanatta da aynı fikirdeyim. 55 senedir bu işin içindeyim bir kere bile işime 55 saniye geç kaldığımı hatırlamam.
Yapmış olduğunuz müziğin Türk müzik kültürünün gelecek nesillere aktarılması adına etkili bir yöntem olduğunu düşünüyor musunuz?
Tüm dünyada musiki, en etkili iletişim ve etkileşim aracıdır. İnsanlara Türk müziğinin ne olduğunu öğretmek, gelecek nesillere aktarmak çok önemli bir iştir. Bu anlamda geçen sene hayatımın en güzel işlerinden birini yaptım. TRT Müzik kanalında 13 bölümden oluşan bir klasikler serisi çektik. Hem Türk musikisini hem de beni gelecek kuşağa taşıması bakımından miras niteliğinde güzel bir iş oldu. En az 200 şarkıdan oluşan bu çalışmanın Türk musikisi açısından yapılan en sanatsal, en hayırlı ve en kalıcı iş olduğunu düşünüyorum.
SAHNEDE BİRÇOK KONUYLA BİRDEN İLGİLENMEK ZORUNDASINIZ
Sanat hayatınız süresince birçok unutulmaz anınız olmuştur. Bunlardan bir tanesini bizimle paylaşabilir misiniz?
Yakın zamanda yaşanan bir anımı paylaşayım. Geçenlerde Muazzez Abacı ile Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda birlikte bir konser verdik. Muazzez Abacı benim 40 yıllık arkadaşımdır. Ben onu sahneye davet etmeden önce sahnede Müzeyyen Senar’dan bahsettim. Arkasından hemen sahneye davet edince dil sürçmesi ile Muazzez Abacı diyeceğime Müzeyyen Senar dedim. O sahnede konuşulacak onca şey varken hemen bu konuyu dallandırıp budaklandırdılar. Basında “Mustafa Keser’den büyük gaf” diye lanse ettiler.
Bunu yapanlara sormak lazım, hayatlarında hiç sahneye çıkmışlar mı? Sahnede o kadar çok şeyle birden ilgileniyorsunuz ki bazen sözleri unutmayı geçtim, hangi şarkıyı seslendirdiğimi unutuyorum. Çünkü, sahnede bir yandan gelen konuklarımızın istekleriyle ilgileniyorum, seslendirdiğim şarkıdan sonra hangisini seslendirsem diye düşünüyorum, seslendirmeyi düşündüğüm bir sonraki şarkının sözlerini anımsamaya çalışıyorum… Sözün özü o anda dikkatimi dağıtan o kadar çok şey var ki o yüzden bu tür olayların yaşanması çok normal.
Bununla ilgili şöyle de bir anım var; Gönül Akkor için çalıyorum. Gönül Hanım’da o zamanların en popüler eserlerinden birini seslendiriyor. Gönül Hanım birinci mısrayı bitirdi tam nakarata geliyor hâlinden tavrından anladım ki sözleri unuttu. Hemen arkasından fısıldayarak sözü hatırlattım kendisine. Benim sesimin güzel olduğunu bilirdi, yaptığım yardıma istinaden bir jest olsun diye şarkının ilerleyen zamanlarında mikrofonu bana tuttu. İnanır mısınız otuz saniye önce kendisine hatırlattığım sözleri heyecandan bu sefer ben unuttum. Herkes gülmeye başladı. Böyle de keyifli bir anımız var bu konuyla ilgili paylaşmadan geçmek istemedim.
ARAZİYE UYMAKTA FAYDA VAR
İnsanların büyük bir çoğunluğu geçmiş günleri özlüyormuş. Sizin “Nerede o eski günler” dediğiniz bir zaman var mı?
Geçip giden zamanın ardından dövünmenin, neydi o zamanlar demenin faydası olduğunu düşünmüyorum. O yüzden bunu sürekli dile getirmenin manası yok. Bu geçmişe özlemden vazgeçip mevcut duruma uyum sağlamayı daha doğru buluyorum. Askere gidenler bilirler, “Araziye uymak” diye bir tabir vardır. Söylemek istediğim de araziye uymamız gerektiği. O anki koşullar neyse onlara uyum sağlayıp o koşullar içerisinde en iyisini yapabilme gayreti içerisinde olmalıyız. Bozulan şartları düzeltmek mümkün değilse, fabrika ayarları bozulmuşsa mevcut şartlarda ne kadar düzgün yaşarım, nasıl iyi bir insan olurum; bunun derdinde olmamız gerekir.
Bir mendil koleksiyonunuzun olduğunu biliyoruz? Bu koleksiyon nasıl oluştu?
Her ne kadar sahnede mendillerimi iyi niyet içerisinde yürütmek isteyenler varsa da sağ olsunlar bir o kadar da getiren var. Evde bir sandığım var, içinde hanımımın yaptığı ve sevenlerimden hediye gelen mendillerim var. Önceden eşimin el emeği yaptığı mendilleri kullanırdım ama artık yetişemiyor kadıncağız. Bir de sahnedeyken onları hatıra olsun diye almak isteyenler çok olurdu. O sebeple hatıra olarak sevenlerimize imzalayıp vermek için ayrıca mendiller hazırlıyoruz. Sayısını bilemeyeceğim kadar çok değil ama yaklaşık iki yüz tane mendilim var sandığımda.
Tüm bunların yanı sıra iyi bir okur musunuz? Ne tür okumalar yapmayı seversiniz ve okurken nelere dikkat edersiniz?
Yeteri kadar okuyamadığım bir gerçek ama kesinlikle ortalamanın üzerinde okuyan biriyim. İstediğim kadar çok okuyamıyor olsam da coğrafya, tarih gibi konular üzerine okumalar yapmayı çok severim.
Gelecek nesillere aktarılması bakımından, sanat hayatınızla ilgili veya otobiyografi türünde bir eser kaleme almayı düşünüyor musunuz?
Aslında otobiyografi yazmayı düşünüyorum, bu konuda birçok yayınevinden de teklifler alıyorum. Ama bir türlü Kızılderililerin tabiriyle savaş baltamı çıkarıp işe girişemedim. Çünkü, röportajımız içerisinde anlattığım gibi 50-60 yıl içerisinde gerek ses gerek saz sanatçılarıyla binlerce anım var.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı
Bir cevap yazın