Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!
“Don Kişot’un hem hayal gücü hem o cesur tavrı hem de delilikle akıllılık arasında gittiği o tatlı yol beni çok etkiliyor. Sancho Panza’ya baktığınız zaman da bir kadının kendinden vazgeçmiş olması durumu çok etkileyici.”
“Don Kişot’um Ben” oyunuyla Baba Sahne’de seyircisiyle buluşan oyuncu Günay Karacaoğlu ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Sancho Panza karakterine yepyeni bir soluk getiren Günay Karacaoğlu, “Yapılmışın, alışılmışın dışında bir şey yapmak her insan için heyecan vericidir ve bambaşka bir heyecanı vardır.” diyor.
Öncelikle sizi biraz tanımak isteriz. Günay Karacaoğlan’ın hayat yolculuğu nasıl başladı nasıl devam etmekte?
İlkokul, lise bütün eğitim hayatım İstanbul’da geçti. Konservatuara girme fikrim lise döneminde başladı. Çünkü o zamanlar okullarda meslek kolları vardı ve bu kollar bizim için çok önemliydi. Müzik kolu, kitap kolu, tiyatro kolu, kütüphane kolu gibi… Bende tiyatro kolundaydım. Tiyatro kolunda bulunan arkadaşlarımla hazırladığımız bir oyunda sonrasında çok güzel övgüler aldım. Bu oyun sayesinde de liseler arası tiyatro festivalinde “En İyi Oyuncu” ödülünü aldım. Bu hem beni hem ailemi çok etkiledi ve zaten kafamda olan oyuncu olma fikri daha da perçinlemiş oldu. Sonrasında konservatuar sınavına girdim. O gün bu gündür de hayatımı oyuncu olarak devam ettirmeye çalışıyorum.
Hiç başka bir meslek yapmayı düşündünüz mü?
Başka bir meslek yapmayı hiçbir zaman düşünmedim. Ama bu mesleksiz de yaşayamam gibi kibirli bir tavrım da yok. Hayatın kime ne göstereceği bilinmez. Başka bir zamanda başka bir yerde başka bir iş yapıyor da olabilirim. Ama şu anda yaptığım işten son derece keyif alıyorum ve devam ettirmek için elimden geleni yapıyorum.
SÜREKLİ YENİ ŞEYLER BULMANIN DERDİNDEYİZ
Meslek hayatınızın ilk gününden bugüne hayatınızda neler değişti?
Bu meslek sayesinde algılarınız çok açık oluyor. Hem öğrencilik yıllarınızda hem de profesyonelliğe geçmeden önceki o amatör yıllarınızda kendinizi sürekli bir eğitimin içinde buluyorsunuz. Mesela, bugün Don Kişot’un 64. oyununu oynayacağız ama hâlâ prova yapıyoruz. Hâlâ yeni şeyler bulmanın derdindeyiz. Uzayan ya da seyirciyi memnun etmeyen yerleri tespit edip gerekiyorsa biraz törpülenmesi gerektiğine inanıyoruz.
Her gün her an kendinizi yenilemek zorundasınız. Oyunculuk disiplin gerektiren bir meslek. Ben bugün gelemiyorum diyebileceğiniz, yerinize başkasını koyabileceğiniz bir iş değil. Ben bugün oynamayayım, yerime başkası oynasın diye kaçacağımız bir alanımız olmadığı için hem insanı fiziksel olarak kısıtlayan hem de bir o kadar özgür bırakan bir meslek, oyunculuk. Her mesleğin bir deformasyonu oluyor bizim mesleğimizin de böyle cilveleri var.
Dünyanın en bilinen kahramanlarından biri olan Don Kişot ve Sancho Panza, Baba Sahne’nin yeni oyunu “Don Kişot’um Ben” ile sahnede hayat buluyor. Bu oyunu sahneleme fikri nasıl doğdu?
Fikir bizden doğdu. Sancho Panza yıllardır erkek oyuncuların oynadığı bir karakterdi. Biz de hikâyeyi daha etkileyici kılmak için hikâyenin anlatımını ve bütünlüğünü bozmadan bu karakteri kadın yaptık. Ancak Don Kişot’un hayallerini, dünyaya bakış açısını, içindeki ve dışındaki savaşı olumlu ya da olumsuz olarak etkileyecek bir değişiklik yapmadık. Bu değişiklikle oyunu hem daha cazip hem de seyirci tarafından daha çekici bir hâle getirmek istedik ve çıktığımız bu yolda başarılı olduğumuzu gördük. Don Kişot, yine bildiğimiz Don Kişot.
BİR İLKİ YAŞIYOR VE YAŞATIYORSUNUZ
Sancho Panza karakteri ilk defa bir kadın tarafından canlandırılıyor. Bir kadın olarak Sancho Panza gibi kültleşmiş bir karakteri canlandırmamın sizin için ekstra bir zorluğu oldu mu?
Aksine çok keyifli oldu. Yapılmışın, alışılmışın dışında bir şey yapmak her insan için heyecan vericidir ve bambaşka bir heyecanı vardır. Kimsenin yapmadığı bir şeyi yapıyorsunuz. Bu rolde öyleydi benim için. Hiç kimsenin aklına gelmeyen bir şeyi “Baba Sahne” adı altında yeniden yorumlayıp kadın olarak oynamak tabi ki çok keyifli. Bir ilki yaşıyor ve yaşatıyorsunuz.
Böylesine kültleşmiş bir karakterleri canlandırırken nelere dikkat ettiniz. Karakterin herkesçe bilinen özelliklerinden mi yola çıktınız? Yoksa karakteri kendi Sancho Panza imajınızla mı harmanladınız?
Normalde Sancho Panza, köylü kurnazı bir karakter ve işine geldiği için Don Kişot’un peşinden gidiyor. Yolumu bulurum, belki gerçekten beni vali yapar düşüncesiyle. Ama bizim sergilediğimiz oyundaki Sancho Panza, evin beslemesi. Kısa boylu, çirkin ve işe yaramayan biri. Don Kişot’un yanında zorla gönderiliyor, ama bu yol macerası sırasında ondan etkileniyor ve ona hayranlıkla aşk arasında bir duygu besliyor.
Bıçak sırtı bir durum vardır ya insanı deli eden, aşık mısın değilim, hayran mısın değilim, ikisi birdenim ama bir aşk yaşamak ister misin diye sorsalar istemezsin, Sancho Panza’nın yaşadığı da böyle bir durum. Dolayısıyla çıktığı bu yolda bu hisler sebebiyle Don Kişot’a, Don Kişot’un maceralarına inanan hatta bazen ondan daha fazla inanan bir Sancho Panza görüyoruz. Böyle olunca da Don Kişot’u çok besleyen bir karakter oldu Sancho. Bu karakter de; etrafındaki herkes tarafından dalga geçilen, erkek kılığına zorla sokulmuş bir kadının kendine erkek olduğunu kabul ettirecek büyüklükteki hayranlığıyla karşılaşıyoruz.
OYUNDAN BİRÇOK METAFOR ÇIKARABİLİRSİNİZ
Peki, kişisel olarak bu iki karakterden hangisine daha yakın hissediyorsunuz kendinizi?
İkisinde de kendimi yakın hissettiğim noktalar buluyorum. Don Kişot’un hem hayal gücü hem o cesur tavrı hem de delilikle akıllılık arasında gittiği o tatlı yol beni çok etkiliyor. Sancho Panza’ya baktığınız zaman da bir kadının kendinden vazgeçmiş olması durumu çok etkileyici. Yani asıl hayranlık uyandıracak kısmı da burası. İnsanın, eğer inanırsa başta nefret ettiği bir durumdan vazgeçebileceğinin çok canlı bir örneği. İkisinin de çok etkileyici yanları var ve bu oyundan birçok metafor çıkarabilirsiniz.
Uzun yıllar tek kişilik oyunlar oynadınız. Tek kişilik bir oyunda seyircinin karşısına geçtiğiniz anda neler hissediyorsunuz? Tek kişi oynamanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Tek kişilik oyunlar oynamanın hiçbir dezavantajı yok. Aksine çok büyük bir pratik, çok büyük bir tecrübe. Sahnede yalnızsınız, lafınızı verecek ya da sizi toparlayacak kimse yok. Tek başınıza 1,5-2 saatlik bir performans sergiliyorsunuz. Kalabalık oyunlarda ise hem başarıyı hem de başarısızlığı bölüşüyorsunuz, kendinizi yalnız hissetmiyorsunuz. Dolayısıyla sahne üzerinde kalabalık olmak her zaman çok güzel.
KOMEDİ ZEKÂYA HİTAP EDER
Sizi hep komedi ağırlıklı rollerde beğeni ile izledik. Aslında bir oyuncu için en zor olanın güldürmek olduğunu söylenir? Sizce de doğru mu?
Drama duygulara, komedi zekâya hitap eder. Bu dünya literatüründe bir bilgidir. Acıklı bir hikâyeden bahsetsem yüz kişiden doksan dokuzu ağlar. Ama yaptığım bir mizaha yüz kişiden belki yirmi kişi güler, belki doksan kişi güler, belki de kimse gülmez. Onun ortalamasını tutturamayız. Çünkü mizah, ortalama zekâyı yakalama telaşıdır. Dolayısıyla mizah her zaman çok zordur.
Drama sekiz tane temel duygu üzerinden gittiği için bu duyguları harmanladığınızda zaten ortaya çıkıyor. Yani neye ağlarız; bir şeyi kaybettiğimizde, sevgilimizden ayrıldığımızda, ölümde… Karşımdakinin neye güldüğünü ise bilemem durum mizahına mı güler, karikatüre mi güler… Dolayısıyla mizah yapmak, seyirciyi güldürmek daha zor ve ancak bunun ortalamasını tutturabildiğinizde oyuncu oluyorsunuz.
TİYATRO SALONUNUN NASIL OLMAMASI GEREKTİĞİNİ ÖĞRENDİK
Baba Sahne kurulalı iki yıl oldu. Kuruluş aşamasında siz de büyük emekler verdiniz. Bugün Baba Sahnenin geldiği nokta için neler söyleyebilirsiniz?
“Baba Sahne” Şevket Çoruh’un çok büyük fedakârlıklarla kurduğu bir sahne. Bende her zaman yanındaydım. Biz Şevket’le çok uzun yıllar tiyatro yaptık ve bir tiyatro salonunun nasıl olmaması gerektiğini öğrendik. Normal bir tiyatro salonunda hiçbir zaman oynamadığımız için bütün örnekler bize nasıl olması gerektiğini değil de nasıl olmaması gerektiğini gösterdi. Sahnesiz salonlarla bile oynadık, kulis falan hayaldi zaten, tozlu bir ayna bulabiliyorsak şükrediyorduk.
Dolayısıyla biz yoklukların neler olduğunu çok iyi gördüğümüz için var olması gerekenin ne olduğunu da çok iyi öğrendik. Var olandan örnekle değil, yok olandan örnekle bir salon kurmaya çalıştık. Duşu, baylara, bayanlara özel kulisi, her ampulü yanan bir makyaj aynası, çayı, kahvesi olan son derece temiz bir ortam oluşturduk. Bunlar hep özendiğimiz şeylerdi ve sonunda hayalimizdeki tiyatroyu kurduk. Maddi ve manevi açıdan hiç kolay olmadı hâlâ da bunun yüklerini taşıyoruz. Ancak iki yılın sonunda dört tane yapım çıkarttık.
BABA SAHNE YAPIMLARININ BİR MARKA DEĞERİ OLDU
İlk oyunumuz “Aşkölsün” sonrasında “Baba Hamlet”, “Kanlı Komedya ‘Calıgula’” ve şimdi de “Don Kişot’um Ben”. Gelen seyircilerden gördüğümüz şu ki, Baba Sahne’de oynanan Baba Sahne’nin yapımı oyunların bir marka değeri olmuş. Her salon kendi üslubunu kendi oluşturuyor. Tiyatronun gönüllüleri Şevket Çoruh başrolde olmak üzere fikri olan insanlarız. Tiyatronun nasıl olması gerektiği düşünüyor ve hissettiğimiz şeyi ortaya koymaya çalışıyoruz. “Oyun Atölyesi” başka bir lezzet, “Moda Sahnesi” başka bir lezzet, “Emek Sahnesi” başka bir lezzet herkesin kendi üslubu var ve bu çok keyif verici.
Biz çok bölünmeye parçalanmaya ayrılmaya ayrıştırılmaya özenle yol verilmiş gençliğiz. Böyle büyütüldük… Ama bugün Kadıköy’de aynı dili konuşmadan da aynı anın, aynı duygunun, aynı atmosferin içinde olabilen 85 tane tiyatroyuz. Hepimiz birbirimize desteğiz. Birinin dekoru eksik oluyor buradan dekor gidiyor, prova aşamalarında ihtiyaç oluyor Moda Sahne’den bize tekerlekli sandalye geliyor… Herkes birbirine yardım ediyor.
İKİ MANAV YAN YANA İŞ YAPAR MI?
Hani iki dükkân yanana açılır mı mantığı vardır ya, iki manav yan yana iş yapar mı, derler. Yapar kardeşim niye yapmasın; biri Çanakkale domatesi satar, biri turşuluk domates satar. Her şeyin alıcısı farklıdır. O kadar seviniyoruz ki bütün salonların dolu olmasına, bilet bulunamamasına. Çünkü kardeş tiyatrolarız ve hepimiz bir mücadelenin peşindeyiz. Hiçbir tiyatro zengin olunmak amacıyla açılmaz. Bu tiyatroyu çok büyük zorluklarla kurduk ama kafamızı yastığa koyduğumuzda rahatız. Çünkü mutlu olduğumuz işi yapıyoruz. “Don Kişot’um Ben”, 12 kişilik oyuncu kadrosu, 8 kişilik teknik kadrodan oluşuyor ve herkes akşam evine giderken buradan bir şekilde mutlu ayrılıyor. Bu yüzden bir işi iyi yapmanın huzurunu inşallah herkes tadar günün birinde.
Sahnede olmak sizin için ne ifade ediyor?
Hem özgürlük hem disiplin hem korku… Her akşam başka bir telaş… Her akşam 300 kişiyi mutlu etmenin ya da bir maceraya sokmanın telaşı. Onlara oyunu seyrettirmek zorundasınız, onların kafalarının dağılmamasını sağlamak zorundasınız bu da müthiş bir sahne dinamizmi gerektiriyor.
MOTİVASYON KAYNAĞIM SAHNEDE OLMAK
Sahnedeyken motivasyon kaynağınız ne oluyor?
Beni en motive eden şey zaten sahnede olmak. Mutlu oluyorum sahnede olmaktan.
Peki, iyi bir okur musunuz? Yakın zamanda okuduğunuz ve okurlarımıza tavsiyede bulunabileceğiniz kitaplar var mı?
Evet, iyi bir okurum. En son Aslı Kotaman’ın “Zihin koleksiyoncusu” ; Mihayl Afanasyeviç Bulgakov’un “Köpek Kalbi” ve Orhan Kemal’in “Cemile” kitabını okudum. Ve bunların hepsini bir arada okudum.
Peki, bir başucu kitabınız var mı?
Dönüp baştan okumam ama Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi” beni çok etkilemiş bir kitaptır. Beni çok etkileyen cümleleri var ve o cümleleri dönüp dönüp okurum.
Yakın zamanda hayata geçirmeyi düşündüğünüz bir projeniz var mı?
Yeni projelerimiz var ama henüz bahsetmek istemem. Çünkü her an her şey değişebiliyor. Kafamızda iki üç proje var ama hangileri yapılacak, yapılacak mı, yapılamayacak mı bilemiyoruz o yüzden henüz bir şey söylemeyeyim.
Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı