Edebiyat tarihinde baba öyküleri

Merjam Yazar: Merjam 31 Ekim 2020

Bu haberi arkadaşlarınla hemen paylaş!

Anneler günü gibi babalarında bir günü olması gerektiği düşüncesiyle ortaya çıkan ve pek çok ülkede her yıl Haziran ayının üçüncü Pazar günü kutlanan “Babalar Günü”ne özel edebiyatın baba-oğul öykülerini sizler için derledik.

Edebiyat tarihinde baba öyküleri

 

 

Eskici ve Oğulları – Orhan Kemal

 

“Eskici ve Oğulları”, toplumsal gerçekçi bir romancı olan Orhan Kemal’in bu görüşlerine uygun ve toplumcu gerçekçi düşünceye uygun sosyal roman türünde bir eserdir. Sanat, toplum içindir düşüncesi ile yazan Orhan Kemal, bu romanında da çocukluk yıllarını geçirdiği ve çok yakından tanıdığı Çukurova, Ceyhan ve Adana’da yaşayan insanların fakirliğini, yaşam zorluklarını, hayat mücadelelerini dile getirmektedir.

 

 

Orhan Kemal’in romanlarında zor koşullarda, ekonomik sıkıntılarla boğuşan ve doğal olarak çocuklarına karşı sevgisiz, kızgın baba figürlerine rastlanır. “Eskici ve Oğulları”nda da ekonomik zorluklar nedeniyle çözülmenin eşiğine gelmiş aile ilişkilerini tüm canlılığıyla gözler önüne serer. Romandaki ana çatışma sert ve küfürbaz babayla, baba tarafından hem sevilen hem de aşağılanan küçük oğlu arasındadır.

 

 

Sert Mizacın Altındaki Kişilik

 

Baba Topal Eskici, karısı, oğlu Ali, kızı Zeliha, oğlu Mehmet, karısı ve üç çocuğu, işlerin eskisi kadar iyi olmadığı eskici dükkânı ile geçinmektedirler. Eskici, büyük oğlu Mehmet’in başka bir iş bulup başının çaresine bakmasını ister, bu düşüncesini küçük oğlu Ali’nin ağabeyine duyurmasını ister. Ali, babasına karşı çıkar ve onu; oğlunu ve torunlarını düşünmemekle suçlar. Topal Eskici, huysuz, hemen sinirlenen, küfürbaz, geçinilmesi zor bir kişidir. Ancak onu böyle yapan yaşam koşullarının zorluğudur. Aslında bu sert mizacın altında oğullarından ayrılmak istemeyen, onları seven bir kişilik vardır. Romanı, Orhan Kemal güç yaşam koşulları ile karşı karşıya kaldığı bir dönemde yazar.

 

“Sertçe baktı babasına. Babasının on sekiz yaşında, küçük bir modeli. Babasına hatırlatan püskül kaşları hırsla çatıldıysa da karşısında oturan ağası masanın altından ayağıyla ayağına gene hafifçe bastı. Ağası ne babasına benziyordu, ne de kendine. Uzun boylu kupkuru, kavrulmuş… Saygısı sonsuzdu ona. ‘Çemkirme babana sakın!’ demek istediğini anlamıştı. Anlamıştı ama kendi çemkirmiyor, saygıda kusur etmiyordu da ne oluyordu? Evde anasına ‘İşler kesatlaştı. Büyük oğlan fazla geliyor, başının çaresine baksın. Evlenip üç çocuk sahibi olmayı nasıl bildiyse karınlarını doyurmayı da bilsin. Ben Cenab-ı Allah değilim ki rızk vereyim!’ yollu bağırıp çağırmıyor muydu?”

 

 

Kuşlar Yasına Gider – Hasan Ali Toptaş

 

Modern Türk Edebiyatı’nın dil ve kurgu ustalarından Hasan Ali Toptaş, “Kuşlar Yasına Gider” romanında baba-oğul ilişkisini hem yerel hem de evrensel çizgide anlatır. Roman, yalnızlığı, yaşlılığı, ölümü, babaoğul ilişkisini yazarın usta kalemiyle yansıtır. Edebiyat dünyasında baba-oğul çatışmasını işleyen çok sayıda eserden farklı olarak, babasıyla hesaplaşmak yerine onu anlamaya çalışan, ona merhametle yaklaşan yazaroğul ile karşılaşırız.

 

“İçimden kalkıp babama sarılmak geçti aslında ama yapamadım bunu, baktım sadece. O da bana baktı gözlerini hiç kırpmadan. O an birbirimize bakışlarımızla sarıldık sanki.”

 

 

Baba Figürü Şiirsel İfadelerle Anlatılır

 

Yol, onun hem babasını hem de kendisini keşfetmesini sağlayan önemli bir metafor olarak karşımıza çıkar. Yol tutkunluğu ile bilinen baba Aziz, şoförlük yaptığı yıllarda yolları hep iyilik ve merhamet için aşar. Bir öğrencinin okula kaydının yetişmesi, bir hastanın hastaneye yetişmesi veya bir çobana hakkının verilmesi için yollara düşen baba figürü şiirsel ifadelerle anlatılır. Ankara’dan baba ocağına defalarca tekrarladığı yolculuklarda dinlediği türküler, hem kendi geçmişinin hem de geçtiği irili ufaklı yerleşim birimlerindeki insanların geçmişini bugüne taşır ve romanın odak noktasında yer alır. Romanda zamanın durması veya akması da adeta türkü formundadır.

 

“Babam dağa bakan pencerenin dibinde, dirseğini yastıklara dayamış, sessizliğin içine bırakılan başka bir sessizlik gibi öylece yatıyordu. Yaklaşıp elini öptüm. Ağzı birazcık aralandı ama konuşamadı, nemli gözlerle yüzüme bakıp üst üste başını salladı sadece.”

 

 

Babalar ve Oğullar – İvan Sergeyeviç Turgenyev

 

Dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan “Babalar ve Oğullar”, adından da anlaşılacağı gibi eski ve yeni arasındaki ilişkilerin kopukluk ve sürekliliklerin romanıdır. “Babalar ve Oğullar”ın konusu önemli ölçüde kuşaklararası çatışmalardır. Babaların değerlerine kesin bir dille karşı çıkan oğullar ve bu karşı çıkış karşısında şaşkına dönen babalar vardır. Bununla beraber babalar ürkek, kibar ve alabildiğine anlayışlı; oğullar ise reddiyeci, kaba ve alabildiğine anlayışsızdır.

 

Nikolai Petroviç Kirsanov, Rusya’nın kırsal bölgelerinden birinde yaşamaktadır. Nikolai oğlu Arkady Nikolayeviç’i çok seven, orta yaşlı, nazik biridir. Oğlu Arkady, Petersburg Üniversitesi’ndeki öğrenimini tamamlar ve babasının yanına döner. Yanında çok samimi arkadaşı Yvgeny Vasiliç Bazarov da vardır. Bir tıp öğrencisi olan Vasiliç Bazarov, nihilisttir bir gençtir. Oğlunun, üniversite tahsilini tamamlarken aslını kaybetmemiş olmasını dileyen baba Nikolai Kirsanov, oğlunun arkadaşı nihilist Vasiliç Bazarov’dan pek hoşlanmaz. Bunu fark eden Arkady babasından Vasiliç Bazarov’a iyi davranmasını ister.

 

 

Mario Puzo – Baba

 

Mario Puzo’nun kaleme aldığı roman yayımlandığı ilk günden beri kült eserler arasında yer almıştır. Eserin sinemaya uyarlaması da yapılmış ve çok ses getirmiştir. “Baba” romanı, erkeklerin dünyasını, baba-oğul ilişkisini anlatır. Aile kavramı, baba-oğul ilişkisi Corleone’ler için her daim kutsaldı. Ailenin babası Don Vito Corleone, herkesin yardım istemek için başvurduğu, kimseyi de hayal kırıklığına uğratmayan bir kişiydi. Boş vaatlerde bulunmaz ya da çaresiz kaldığını elinin kolunun bağlı olduğunu söyleyerek kaçamak cevaplar vermezdi.

 

Dostu olmanıza, hatta yaptığı iyiliğin karşılığını ödemenize bile lüzum yoktu. Yalnız bir tek şey isterdi. Sizin, kendinizin onun dostu olduğunu bildirmenizi. O zaman yardım isteyen kişi ne kadar yoksul, ne kadar güçsüz olursa olsun Don Corleone onun dertlerini kendine dert edinirdi. O kişinin derdini çözümlemek için elinden geleni yapardı. Karşılığında ne mi elde ederdi? Dostluk ve saygıdeğer “Don” sıfatını… Corleone ailesi, zirvede kalmaya çalışan geleneksel bir güç. Hem de öyle bir güç ki devletin kendisi buna göz yumuyor ve senatörler onlardan randevu almaya çalışıyor. Bu güç ve kontrolün içinde Corleone ailesine tehdit olabilecek tek unsur ise diğer İtalyan aileleri.

 

“Eğer oğlumun başına bir kaza gelirse veya bir polis onu vurursa ya da kendisini hücresinde asarsa, hatta kafasına yıldırım bile düşse bu salondaki bazı kişileri suçlarım. Ve o zaman affetmem.”

 

 

Mutlu Bir Hayatı Temsil Eden Her Şeyden Vazgeçiş

 

Tüm bu güç ve saygınlık içerisinde, aile işleriyle en ufak alakası olmayan Michael Corleone, iyi bir Amerikan vatandaşı olmak istemektedir. Ömrünü Amerikan ordusunda askerlikle geçirmiş ve şiddeti zerre anlamayacak Amerikalı, öğretmen bir kadına âşık olmuştur. Bir gün gazetede babasının vurulduğunu görür ve kim olduğu gerçeğinden daha fazla kaçamayacağını anlar. Babasının eski gücünü kaybedip emekli olmak istemesi ve diğer kardeşi Sonny’nin kurşunlanarak öldürülmesi Michael’ın hayatını sonsuza kadar değiştirir. İşleri eline almak zorunda kalan Michael artık sonsuza kadar değişmiştir. Sevgilisinden yani onun için umutlu ve mutlu bir hayatı temsil eden her şeyden ailesi, babasından ona kalan koltuk uğruna ayrılır.

 

“Hayatım boyunca toplum içinde yükselmek ve her şeyin yasal ve dürüst olduğu daha üst bir noktaya erişmek için uğraştım. Ama ben yükseldikçe, eriştiğim yerler daha kötü çıktı. Hangi cehennemde son bulacak?”

 

 

Babaya Mektup – Franz Kafka

 

Kafka bu eserinde, babasını hem ne kadar küçümsediğini hem de ona ne kadar çok hayranlık duyduğunu anlatır. Babasına ve kendine duyduğu güvensizlik sık sık anlatımında yer alır. Yaklaşık iki haftalık zaman diliminde yazdığı “Babaya Mektup”un en önemli özelliği, biyografik olması ve Kafka’nın yaşam öyküsüne açıklık getirmesi açısından da büyük önem taşır. Yazarın ruh halini daha iyi anlamak için diğer eserleriyle birlikte değerlendirdiğimizde; aile kurumu, aile içindeki suçluluk duygusu, toplum içinde yabancılaşma, kendine olan güven kaygısı gibi faktörlerin hangi durum ve duygulardan kaynakladığını çok rahat görebiliriz.

 

“Değersizdim, mahkûm edilmiş, çiğnenmiştim, başka bir yere kaçmak için büyük bir çaba gösteriyordum gerçi ama bu bir iş değildi, çünkü sahip olduğum güçlerle ulaşamayacağım, anlamsız bir şeydi söz konusu olan”

 

Bu mektubun muhatabı ise babası Herman Kafka’dır. Kafka bunu yapma sebebinin ise yazarak cevap vermeyi denese de söylemesi gereken pek çok şeyi yine de söyleyemeyeceğini ve yazamayacağını ifade eder. Çünkü babasının kendisinde oluşturduğu korku ve bu korkunun oluşturduğu derin etkiler aslında yazarken bile ona engeldir. Babası Kafka’nın, aile içindeki soğukluğunu, yabancı duruşunu beğenmez ve onu nankör olarak görüp küçümser.

 

 

Korkunun Oluşturduğu Derin Etkiler

 

Baba Kafka, bu tavrıyla sadece oğlunun biraz değişmesi için çaba harcadığını söyler. Ancak Kafka, babasının sürekli önünü kestiğini, başka bir yola girmesi için uyardığını ve hazır olup olmadığını önemsemediğini anlatır. Yazar, sadece babası ile aynı düşüncede olduğu zamanlarda babasının yanında olduğunu, o zaman değer gördüğünü söyler.

 

“Şimdi sana yazıyla yanıt vermeye kalkıyorsam, bu yanıtta da yine pek çok boşluk kalacak, çünkü söz konusu nedeni kaleme alırken, senden duyduğum korku ve bunun yol açacağı sonuçlar sana karşı özgür davranmaktan beni alıkoyacak, konunun büyüklüğü belleğimle zekâ gücümü enikonu aşacaktır.”

 

“Babaya Mektup”un çıkış noktası yazarın kendi kişisel sıkıntısından doğar. Görünürde evrensel bir baba-oğul çatışması anlatılıyor gibi görünse de aslında burjuva toplumun ataerkil ilişkisi, güçlü ile güçsüz, ezen ile ezilen, birey ile toplum çatışır mektuplarında. Kafka, babası ve kendini örnek vererek aslında toplumun, toplumsal yaşamın ve toplumsal kurumların otoriteleri karşısında, tüm çıkış yolları kapatılmış olan bireyin belki de hiçbir zaman başarıyla sonuçlandıramayacağı savaşını, umutsuzluğunu, kasvetli, boğucu ve endişelendirici durumunu yansıtır.

 

 

Yaprak Dökümü – Reşat Nuri Güntekin

 

Roman, küçük bir bürokrat olan baba Ali Rıza Bey’in pasif kişiliği ve katı ahlakçı tutumu nedeniyle, değişen sosyo-ekonomik koşullara ayak uyduramaması, aile içindeki hâkimiyetini yitirmesi, ailesinin çöküşü ve dağılışı karşısında ne yapacağını bilemez çaresizliğini anlatır. Ali Rıza Bey’in kendi değerleri doğrultusunda yetiştirdiği oğlu Şevket, ailenin en büyük çocuğudur. Babasının yolunda ilerlerken onun gibi olmayı hedefleyen Şevket de yaşam karşısında edilgen bir hâl sergilemektedir. Karısı ve kız kardeşlerinin kendisini sürüklediği uçurumu fark etmesine rağmen, bu itime karşı koyacak güce sahip değildir.

 

 

Otoriter Baba Figürü

 

Bu yönü, babasının katı ahlakçı tutumunu sürdürüp çevresindeki olaylara tepki vermemesine benzer. O dönemde, genelde otoriter baba figürü yer alır roman ve öykülerde. “Yaprak Dökümü”nde bu koruyucu babanın nasıl otoritesini kaybettiği anlatılır. Anne Hayriye Hanım karşısında pasif kalan baba Ali Rıza Bey gibi, oğul Şevket de Ferhunde karşısında aynı tavrı sergileyecektir.

 

“Çocuklarının arasında en çok bana güveniyordun. Hâlbuki en büyük tekmeyi benden yedin, zavallı babacığım. İhtiyar günlerinde sana yardım etmeyi ne kadar isterdim. Yazık ki olmadı. Bir kere nasılsa ayağım kaydı; bir daha kendimi toparlayamadım. İnanır mısın baba? Hiçbir şeyin farkında değil gibi göründüğüm halde her pisliği görüyordum. Kendi kendime ne lanetler ediyordum, bilemezsin…”

 

 

Karamazov Kardeşler – Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

 

Dostoyevski’nin kendi yaşamıyla pek çok paralellik taşıyan bu romanı, hem bir aile dramı, hem bir cinayet romanı, hem de eşsiz bir felsefi metin olarak nitelendirilebilir. Baba-oğul ilişkisi edebiyat evrenini insan portrelerinden oluşturan Dostoyevski’nin de son romanında işlediği yan kavramlardan biridir. Dostoyevski’ye göre ruh bir kaostan başka bir şey değildir ve ruhun derinliklerine inen yol karanlıktır.

 

Ruhun uçurumlarında acı çeken, isyanlarının güçsüzlüğü içerisinde öfkeden köpüren insanlar, onun dünyasının roman kişileridir. Ve ona göre bu dünyada acıdan kurtulmanın imkânı yoktur. Romanın merkezinde roman kahramanı babanın ölümü yer alır ve birçok edebiyat tarihçisi romandaki ölümü Dostoyevski’nin kendi hayatına bağlarlar, çünkü yazarın babası da bir cinayete kurban olmuştur. Dostoyevski’nin yaşam öyküsünü kaleme alan yazarlara göre ise onun sara nöbetlerinin nedeni, çocukluğunda babasından yediği dayaklardır.

 

 

Babasının Kuvvetli Bir Portresi

 

Birçok psikanalizci, Dostoyevski’nin babasına duyduğu nefrete ve bu nefreti izleyen suçluluk kompleksine dayanarak, ondaki epilepsi hastalığının sinirsel kökenli olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Roman karakterlerinden duygusuz, pinti, yalancı ve ahlakı bozuk yaşlı Karamazov da birçok görüşe göre Dostoyevski’nin babasının kuvvetli bir portresidir.

 

“Şunu bilin ki, şu dünyada yaşamak için iyi bir anıdan, özellikle çocuklukta yaşanmış, ana baba ocağıyla ilgili güzel bir anıdan daha yüce, daha güçlü, daha sağlam, daha yararlı bir şey yoktur. Size terbiye konusunda birçok şeyler söyleyeceklerdir. Oysa belki de çocukluktan bu yana içinizde sakladığınız güzel, kutsal bir anı, belki de terbiyenin en güzel şeklidir. Bir insan bu çeşit birçok anıları toplayıp hayata atılırsa ömrünün sonuna dek kurtulmuş olur. Eğer yüreğimizde sadece bir tek güzel anı kalmışsa o bile bir gün bizim için kurtuluş çaresi olacaktır…”

Etiketler:
Merjam

Merjam

  • Editörün Seçimi
  • En Çok Okunanlar

Copyright © Tüm hakları saklıdır. Merjam.com – Copyright 2021 | Codlio
3D tasarım ajansı